5 Ağustos 2012 Pazar

Engin DİNÇ - Bir Çocuğun Hikâyesi


Bir ufaklık varmış; 4-5 Yaşlarında bir erkek çocuğu. Ailesi çok fakir, öylesine fakir ki her gece aç yatarmış, yatarmış da uyumak ne kelime... Küçük bir gecekondu da otururmuş şerefsiz babası ve gariban anasıyla. Evin küçücük bahçesinde patates yetiştirir onunla doyururmuş karnını. Bıldırcın yumurtalarını çalar kızartırmış. Kimi zaman bahçedeki erik ağacının üstüne çıkar kırmızı kırmızı erikleri toplar ama tadına bakamazmış bile. Bir iki kilo çıkarsa satarmış ekmek parası...

Bir arkadaşı olmamış hiç, bir kardeşi de yokmuş. Tek başına yaşamak, tek başına savaşmak onun ki... Bir gün annesiyle doktora gitmiş. Doktor amcadan ilk o gün duymuş kanser hastalığını. İlk o gün öğrenmiş ölüm kelimesini, ilk o gün içine inanılmaz acılar girmiş. Evet, annesi kanser hastasıymış. Eve geldiğinde şerefsiz babasından "ölürse ölsün" lafını duymuş. İlk o gün öğrenmiş kini, nefreti. O gün anlamış savaş ne demektir...

Allah(C.C.) ne kadar yücedir ki kanseri yenmiş annesi. Yıllar geçiyor sessizce yalnız, küçük, fakir yüreği hafif hafif büyümekte. Ama o büyüdükçe azalmamış dertleri tersine çoğalmış. Dokuz yaşına geldiğinde tarifi zor bir hastalığa yakalanmış. O diri diri çürüyormuş, iç organları anlaşılamayan bir nedenden yok oluyor... Doktor amcaları annesine söylerken duymuş "pek umut bağlamayın, kızıp azarlamayın, kendi halinde yaşadığı kadar..." ilk o gün gülümsemiş ölüme. Yıllarca küçücük savaşçı yüreği hiç bir şeye yenilmemiş de bu hastalığa mı yenilecekti? Doktorlar perhiz uyguladılar bizim ufaklığa, sadece haşlanmış patates, kepekli ekmek ve su. Başka hiç bir şey yiyemez! Her gün annesinin ağlayışlarını görmek çıldırtmak üzeredir artık onu ve bir gün annesine gider şöyle der "anne ben öleceğim değil mi? Aç kalıyorum bu perhizle, kurtulmak istiyorum beni öldürür müsün?" annesi hıçkırıkla sarılır "suuusss!" diyebilir sadece. Ufaklık bu sefer "Anne o zaman bana her gün ufak bir kola alır mısın? Aç ölmek istemiyorum" annesi sımsıkı sarılır son defa sarılırcasına ve gidip bir kola getirir. Kola onun içmemesi gereken en önemli içecektir. Hastalığı nedeniyle bir damlası bile paramparça edebilecek haldedir. Annesine "seni seviyorum" der! Annesi ağlamaktadır ve lıkırdata lıkırdata içmeye başlar kolayı. Hiç bir şey olmamıştır daha, "acıktım" der yemek ister. Tıka basa yer "Ölmek mi hayır ulan hayır" diye haykırır.

Doktora aylar sonra gittiğinde doktor şaşkındır. Bakakalır yüzüne, bizim ufaklık anlatır doktora yaptıklarını "ölmeyeceğim dedim ve yedim" der. Aldığı cevapsa "sen en büyük ilacı kullanmışsın AKIL"...
Aklıyla, beyin gücüyle ve iradesiyle ölümden kurtulur ufaklığımız. Zorlu hayatında aştığı engeller saymakla bitmez. Her şeyin üzerinden yıllar geçmiştir. Bu gün o şerefsiz babasından ayrılmış annesiyle tek başına yaşmaktadır. Bir annesi, bir kedisi, bir de bilgisayarı... Kocaman binlerce insanın arasındadır ama ıssız adada büyümüşçesine...

Sordum o çocuğa "neler gördün bu güne kadar?" Cevabı; Açlığı gördüm ufacıktım, Kavga ve şerefsizliği gördüm ufacıktım, Yaşarken ölümü gördüm ufacıktım, annemin gözyaşlarını gördüm ufacıktım. Aç insanlar gördüm, çöpten ekmek yiyenleri gördüm, pazarlardan sebze-meyve toplayıp yiyenleri gördüm, aç uyuyan insanlar gördüm. Göre göre büyüdüğüm kötülüğün içinde, damarlarıma, iliklerime kadar işledi, hissettim acıyı, ızdırabı. Belki de bu yüzden Kraljag’im bu gün… Bir Kral kadar korkusuz... Bir Jaguar kadar yırtıcı, güçlü ve saldırgan…

Fakirleri gördüm, bir de zenginleri; parasını nasıl harcayacağını bilemeyen, her yemeği beğenmeyen, Allah(C.C.) nedir bilmeyen, şevk ve eğlence düşkünü, kariyer sahibi zenginleri gördüm, Kravatlı züppeler gördüm, kravatlı züppeler…

Engin DİNÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder