20 Mart 2013 Çarşamba

Engin DİNÇ - Namazda Hûşu


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Namaz kılan herkesin en çok sıkıntıda olduğu konulardan bir tanesi de namazdan gereken feyzi alamamak, namazın hazzına erememektir. İnsan zihni gece gündüz düşünmekle meşgul olduğundan namaz sırasında hiçbir şey düşünmeden namaz kılmak imkânsız bir hale gelmektedir. En büyük evliyalar dahi hayatları boyunca iki rekât namazı hiçbir şey düşünmeden kılamadıklarını söylemektedirler.

Namaz kılan bir kimsenin dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bunlar; Huzuru Kalb, Tefehhüm, Tazim, Heybet, Reca ve Hayâ’dır. Şimdi bunları teker teker açıklayalım.

Huzuru Kalb: Okuduğunu düşünmek. Namaz sırasında okuduğumuz duaları kalbimizin içine akarcasına düşünmektir.

Tefehhüm: Okuduğunu düşünüp anlamaktır. Namaz sırasında okuduğumuz duaların ne manaya geldiğini düşünmek, anlayarak söylemek ve söylediğimiz her ayette kalbi sevgi beslemektir.

Tazim: Saygı duyarak Rabbimizin huzurunda olduğumuzun farkında olarak namaz kılmaktır.

Heybet: Saygı ile korkmaktır. Huzurunda olduğumuz Rabbimizin ne kadar kudretli ve güçlü olduğunu bilerek önünde secde etmektir, huzurunda alçalmaktır.

Reca: Ümit ederek kıldığımız namazdan dolayı sevap beklemek, affedilme ümidinde olmak demektir.

Hayâ: Kendinden utanarak kusurlu olduğunu bilmek, affedilmeye muhtaç olduğunu bilmek, affedilme ümidi içerisinde kıldığımız namazı tam ve doğru olarak kılma çabasında olmak demektir.

Namaz kılan bir kimse; kendisini Allah(C.C.)’ın huzurunda hissetmeli ve ona uygun kıyafetler ile O(C.C.)’nun huzuruna çıkmalıdır. Namaz sırasında duyu organlarının tamamı namaza odaklanmalı ve gözler; otururken kucağa, rükûda ayak parmaklarına, kıyamda ise secde edilen yere bakmalıdır. Kulaklarda ise içten okunan dua ve ayetlerin hissiyatı olmalıdır. Bunları yapmak mümkün olsa da düşünmeden namazı eda etmek son derece zordur. Eğer metabolizma gereği düşünmemiz gerekiyorsa o vakit namazın feyzini arttırmak için gözlerimizin önüne Kâbe’yi getirmeli ve okuduğumuz ayetlerin kalbimize nakşedildiğini hissetmeliyiz. Her kelimenin kalbimize girerek oradan bir kötülüğü, bir günahı, şeytanın isini kaybettiğini ve kalbimizin nur ile dolduğunu düşünmeliyiz. Kalbimiz ile Kâbe arasında bir ip, bir bağ varmış gibi hayal etmeliyiz. Böyle yapan bir kimse hem namazının feyzini arttırır hem de mutmain bir kalbe sahip olma yolunda büyük adımlar atar.

Yine namazından haz almak isteyen kişinin namaza başlamadan evvel “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil’azim” diyerek namaza başlaması da faydalıdır.

Namazın hûşu ile kılınması son derece önemlidir. Çünkü namaz(secde) Rabbimize en yakın olduğumuz yerdir. Resullullah(S.A.V.) namazı hûşu ile kılmaya büyük önem vermiştir. Hatta Hazret-i Âişe validemiz; “Resulullah bizimle konuşur, gülerdi. Ama namaz vakti gelince adeta bizi tanımazdı.” Buyurmuştur. Allah(C.C.) Musa(A.S.)’a vahyettiği bir ayeti kerime de şöyle buyurmuştur: “Ya Musa! Beni andığın zaman vücudun titresin, huşu ve itminan içinde bulun. Dilin beni anarken kalbin başka yerde olmasın, aciz bir kulun efendisinin huzurunda durduğu gibi dur.”

Namazı hûşu içinde kılmak bir kimseyi velilik yolunda büyük adımlar attırır. Öyle ki İslam’ın en büyük velilerinden olan Hazreti Ali(R.A.) sırtına batan hançeri “Ben namaza durunca çıkartın.” Demesi ve o namaza durduğu zaman hançerin sırtından çıkartılması meşhur bir kıssadır. Yine Eshab-ı kiram; “İnsanlar kıyamette dünyadaki namazlarında gösterdikleri huzur, sükûn ve namazdan aldıkları lezzet ölçüsünde haşr olurlar.” Buyururlardı.

Allah(C.C.) bizleri namazlarından haz alarak kalbi ibadetler eden ve cemalinin nurundan yüz çevirmeyen müminlerden eylesin inşAllah… Âmin.

20.03.2013
Engin DİNÇ

12 Mart 2013 Salı

Engin DİNÇ - Kaza namazı olan nafile namazı kılabilir mi?


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Günümüzün en büyük sorunlarından bir tanesi de kaza namazı olan bir kimsenin nafile namazı kılıp, kılamayacağıdır. Bu konuda birçok âlim zıtlaşmış olsa da ortak nokta namazların hayırlı olmasıdır. Kaza namazı dediğimiz namaz vakit namazlarının gecikmesi sonucu üzerimize borç olarak kalan namazlardır ve kılınması farz olan namazlardandır. Dolayısıyla farz ibadet dururken aynı vakti nafile ibadetle geçirmenin faydası yoktur.

Bu konular üzerine Hazreti Ali (R.A.)’den rivayetle gelen Hadis-i Şerif de şöyle buyrulmuştur: “Farz namaz borcu olanın nafile kılması, doğurmak üzere olan hamileye benzer. Doğumu yaklaşmışken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, nafile namazları kabul olmaz.” (Kaynak: Abdülkâdir-i Geylanî-Fütuh-ul-gayb m.48) Bu Hadis-i Şerif’i büyük âlimlerden Abdülhak-ı Dehlevî (K.S.) “Bu Hadis-i Şerif gösteriyor ki, farz borcu olanın, sünnetleri de kabul olmaz. Çünkü sünnetler de nafiledir.” Şeklinde açıklamıştır. Fakat şahsi fikrim gereği bu açıklamaya uymama taraftarıyım. Çünkü Hadis-i Şerif de açık olarak sünnetten bahsedilmemektedir. Ayrıca Hanefi mezhebi için sünnet olan ibadetler farz gibi hükümde olup, yapılmaması da günah sayılmaktadır.

Yine konu hakkında Abdülkâdir-i Geylanî (K.S.) Fütuhu’r-Gayb isimli eserinde şöyle bahsetmiştir: “Müminin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, nafile ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri(nafile) kabul olmaz.” Görüldüğü üzere büyük İslam âlimleri bu konu üzerinde dururken kılınması gereken namazın öncelikle farz olduğu daha sonra sünnet ve nafile ibadetlerin geldiğidir.
Konu hakkında; Alî ibni Ebî Tâlib(R.A.)’den rivayetle bildiriyor ki: “Resûlullah(S.A.V.) buyurdu ki, Üzerinde farz namazı borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allah-u Teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.” Denilmiştir.

Kıyamet gününde hesaba çekilen bir Müslüman kimseye sorulacak ilk sorunun farz namazlar hususunda olacağı ve eğer farz namazları tam değil ise; “Bakınız onun nafile namazları var mı?” sorusu yöneltilecektir. Bu soru sonrasında aklımıza gelen; nafile ibadetin de farz namaz yerine geçebileceği, farz namaz eksiği olanın da nafile namaz kılabileceği anlamına geldiği düşüncesidir ki bu düşünce yanlıştır. Çünkü burada farz namazının eksik yapmış bir kimse için sorulan: “Bakınız onun nafile namazları var mı?” sorusunda kast edilen nafile namaz; farz namazı zamanında kılmayarak o vaktin dışında kılarak kaza etme namazıdır. Daha açık bir söylemle burada geçen nafile namaz aslında kaza namazının yapılıp yapılmamış olmasıdır.

MEZHEPLERE GÖRE KAZA NAMAZI

Kaza namazlarının gecikmesi açısından, kaza namazı borcu olan kimselerin nafile ve sünnet namazlara vakit ayırıp ayıramayacağı konusu, mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Şâfiî mezhebinde, kaza borcu olan kimselerin günlük farz namazlar dışında, ister beş vaktin farzı ile birlikte kılınan sünnetler, ister terâvih, teheccüd gibi diğer sünnet ve mutlak nafileler olsun, kaza borcunu tamamlamadıkça, sünnet ve nafile kılarak kaza namazlarını geciktirmeleri haramdır. Ancak bu hükmün anlamı, diğer boş zamanları değerlendirmeyip, sadece sünnet yerine kaza kılarak borçlanı tamamlanması değil; kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza borçlarını geciktirmelerinin câiz olmadığıdır.

Mâlikîlere göre de, günlük farz namazlar ile sabah namazının sünneti, vitir, bayram ve tahiyyetü´l-mescid dışında sünnet veya nafile ile meşgul olarak kaza namazını geciktirenler, günah işlemiş olurlar.

Hanbelîlere göre ise, bu durumda olan kimselerin, gerek beş vakitte farzla beraber kılınan sünnetleri, gerek bunlar dışındaki diğer sünnetleri kılmaları câiz ise de, borcu çok olanların, sabah namazının sünneti müstesna; bunların yerine de kaza namazı kılmaları efdaldir. Sünnet olmayan mutlak nafile ile meşgul olmaları ise haramdır. (1)

Hanefilere gelince: Üzerinde ister az, ister çok, kaza borcu olan kimselerin, gerek farz namazlarla birlikte kılınan revâtib sünnetlerini, gerek Peygamberimizin (S.A.V.) kılınmasını tavsiye buyurduğu terâvih, teheccüd, tesbih, duhâ, tahiyyetü´1-mescid, evvâbîn gibi diğer sünnetleri kılmaları, bu yüzden kaza borçlarının ödenmesi gecikmiş olsa bile, efdal görülmektedir. Sünnet olmayan mutlak nafile namaz kılmak da haram veya mekruh olmayıp; câiz ise de bunların yerine kaza kılmak efdaldir. (2)

Hanefî mezhebinde muteber kaynak niteliği taşıyan ve bir kısmı isim, cilt ve sahife numaraları 2´inci dipnotta gösterilen fıkıh kitaplarında bu husus bu şekilde beyan olunmaktadır. Bu itibarla, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmalarının ahmaklık olduğu; bunların Allah katında makbul olmayıp boşa gideceği gibi sözler, Hanefî fukahasının kaynak olarak kabul ettiği muteber eserlerde yer almayan sözlerdir. Esasen, -yukarıda görüldüğü üzere; Şafiîler dışında diğer üç mezhebe göre de, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmaları câiz; Hanefîlere göre ise efdaldir.

Konuyu özetlemek gerekirse Hanefîlere göre; efdal yani tercih edilen ibadet şeklidir ki bu tercih sıralamasında kaza namazı yine önceliklidir. Kaza namazından sonra Peygamber efendimizin (S.A.V.) önerdiği sünnet namazlar kılınır.

KAYNAKLAR: “(1) Abdurrahman el Cezîrî, a.g.e., 1/491-492. (2) Ahmıed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 363; ibn Abidin, Reddu´l-Muhtar, 1/493, Bulak, 1272; el-Fetâvâl-hindiye, 1/125, Bulak, 1310; Abdurrahman el-Cezîrî, a.g.e., 1/491-492; Osmanlica Tahtâvî Tercemesi, 2/143; İst. 1285; Zühdü Paşa, el-Mecmûatü´z-Zühdiye, 1/131-132, İst., 1311; Hacı Zihni Efendi a.g.e., sh. 467; Hacı Muhammed Nehif Ef., İlaveli Enisü´l-abidin, sh. 67, İst., 1327; Ahmed Davudoğlu, İbn-i Abidin Tercemesi, 3/152, Ist., 1982; Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İImihali, sh. 183, İst”

12.03.2013
Engin DİNÇ