31 Temmuz 2012 Salı

Engin DİNÇ - Açlığın Fazileti


Aç kalmak çok faziletli bir iştir. Çünkü aç kalarak sadece mide azgınlığını değil, şehveti azgınlığı da engellemiş oluruz. Ayrıca aç kalarak açlık ve susuzluk çekenin halini de anlarız.  Allah(C.C.) hikmet sahibi yapmak istediği, dostluğunu vermek istediği biz kullarına aç kalmamızı emretmiştir.  Yerken de nasıl yememiz gerektiğini, edeb ve adabını bize anlatmıştır. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in A’râf Suresi 31. Ayetinde şöyle buyurmuştur: “…Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.”

O(C.C.) bir Hadis-i Kutsi de şu şekilde buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! Ben şeref ve yüksekliği itaat etmeye verdim. İnsanlar onu sultanların kapısında arıyorlar, nasıl bulacaklar? İlmi açlıkta takdir ettim. İnsanlar onu çok yemekte arıyorlar, nasıl bulacaklar? Gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda bulundurdum. İnsanlar onu derin uykuda arıyorlar, nasıl bulacaklar? Ey âdemoğlu! İlim ve ameli tok karınla, gönül parlaklığını derin uykuyla, hikmet ve inceliği çok konuşmasıyla; ülfet ve dostluğu insanlarla iç içe bulunmakla ve nihayet benim sevgimi dünya sevgisiyle dolmuş olarak, nasıl isteyebilirsin? Öyleyse, ilim ve ameli açlıkta, gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda, hikmet ve inceliği sükûtta, dostluğumu ve bana kavuşmayı uzlette, sevgimi ve hoşnutluğumu dünyayı terk etmekte ara… Ey âdemoğlu! Oruç banadır ve onun karşılığını ben veririm. Oruçluya iki sevinç var; iftar edeceği ve bana kavuşacağı an…”

Allah(C.C.) sahip olmak istediğimiz her şeyi nasıl elde edeceğimizi açıkça bildirmiştir. İman eden bir insan nurlu bir cemal isterse onun yapması gereken; gece namaza kalkmak ve bolca dua etmektir. Allah(C.C.)’ın sevgisini ve dostluğu isteyen bir mümin dünya nimetlerinden yüz çevirmeli, eş-dost, mal-mülk, kariyer gibi isteklerde bulunmamalı, her işinde önce Allah(C.C.)’ın rızasını düşünmelidir.

H.Z. Muhammed(S.A.V.) çok yemenin zararlı olduğunu her zaman vurgulamış ve ümmetine karınlarını nasıl doyurmasını bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ona, bedenini güçlendirip olgunlaştıracak üç beş lokma yeter. Eğer kim yemek şehvetine tutulur, karnını doldurmak isterse; hiç olmazsa üçte birini yemeklere, üçte birini içeceklere, üçte birini de kendisine tahsis etsin.” Yine en kötü kişinin tok karnına yemek yeme arzusunda olanlar olduğunu söyleyerek şu Hadis-i Şerif de buyurmuştur ki: “Tok yemek hem hastalık hem de haramdır.”

Bizler H.Z. Muhammed(S.A.V.) yoluna düşmüş, onun yolundan giden ümmeti olarak onun gibi yaşama konusunda son derece aciziz. Çünkü O(S.A.V.) yeri geldiğinde yırtık çarığını diker öyle giyerdi, kıyametlerinin söküklerini diker, yırtıklarını yamardı. Evi süpürür, eşine yardım ederdi. Oysa bizler günümüzün Siyonist sömürü halkasının bir parçası olarak kültür ve inancımızı şöyle bir köşeye itip lafa gelince “inanıyorum, peygamberimi seviyorum…” diyerek bilhassa kendimizi kandırıyoruz. Son derece merak ediyorum bu gün kaç kişi kendi ayakkabısı açıldığında bu daha giyilir düşüncesiyle diktirip tekrar gidiyor? Geçtim eski kıyafeti giymeyi ya da değerlendirmeyi, kaçımız sökük dikmesini biliyoruz kaçımız elimize iğne-iplik aldık? Oysa dikiş dikmek sünnettir…

Aç kalmak bu sebepten faziletlidir işte… Aç kalmak sadece karnını boş bırakmak değil, nefsini de boş bırakmaktır. Karnının açlığını unutmak için lüks mağazalara girip hiç de ihtiyacımız olmayan kıyafetleri alıp dolap doldurmak sonra da bunları en fazla bir defa giyip çöpe atmak bizim kültür ve adabımıza aykırı davranışlardır. Almayın, giymeyin, yemeyin, gezmeyin demiyorum… Ama Allah(C.C.) diyor ki : “…Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.” H.Z. Ömer(R.A.) günde bir öğün yer ve on bir lokma ile yetinirdi. Kişi her şeyin seviyesini bilmeli, aşırısına kaçmanın nefsanî şehvetten başka bir şey olmadığını bilmelidir. Unutmayalım ki yaşadığımız dünyada bizlerin bir günlük giyerek attığımızı, yemeyip beğenmeyip çöpe döktüğümüzü bulamayanlar var. Onların olma nedeni ise Allah(C.C.)’ ın bize ibret olsun diye bırakmasıdır. Çünkü O(C.C.) istese bir günde onları bizden zengin yapma kudretine sahiptir. Muhakkak ki O(C.C.) Kadir olandır.

“Bana zayıf olduğumu söyleyip de kilolu, kaslı koca isteyenler. Siz sevişirken kaslı kolların sizi sarmasını düşünüp nefisinizi azdıra durun. Ben Afrika’da ki çocukları gördükçe elma göbeğimden bile utanıyorum” (E. DİNÇ)

Engin DİNÇ
31.07.2012

Engin DİNÇ - Askıda Ekmek


Sizlerde benim kadar farkında mısınız bilmem ama “ne verirsen elinle, o gelir seninle” atasözünü pek de yaşatamayan torunlarıyız atalarımızın…

Her işin başında “Osmanlı torunuyum” ben diye aktris bir kelimeyle konuya giriyoruz. Dedelerine saygın bu kadar büyük, bu kadar seviyorsun ve gururlanıyorsun peki ya bu kadar koruyabiliyor musun? Üzgünüm ki bu sorunun cevabını da yine bizler biliyoruz ki: “HAYIR”

Biraz Osmanlı topraklarına ve o insanların yaşamına gitmek istiyorum. Bir hikâye yazalım ve birlikte yaşayalım bu hikâyede…

Bir yaşlı teyze; kimsesiz tek göz odada yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Hiçbir gelire sahip değil, oysa dinimiz gereği zenginin kazancında fakirinde hakkı vardı! Peki, bu ülkede zengin hiç mi yok ki bu teyzem böylesine fakirlik ile yaşam savaşı veriyor? Hayır! Zenginlerde var ama gelin görün ki mukaddes dinimiz İslam’ın emirlerinden bir tanesi olan paylaşmaktan, zekât vermekten bir haber o zenginler…

Askıda Ekmek

Osmanlı insanının paylaşımcı ruhunun en güzel özelliğidir askıda ekmek. Bir kişi fırına gittiğinde ihtiyacından bir fazla ekmek alır ve aldığı o ekmeği de askıya takarmış. Ekmek parası olmayan ve ihtiyacı olanlarda gelir o askıdaki ekmeği alır, hiç para vermeden gidermiş. Oysa biz günümüzde ekmeği askıda tutacağımıza fazla fazla alıp çöpe atıyoruz… Hem İslam’ın emirleri dışında bir davranış yani bencillik, hem de haram olan israf. Böyle mi koruyoruz dedelerimizin adetlerini? Üzgünüm ki bu sorunun da cevabını yine bizler biliyoruz ki: “KORUYAMIYORUZ”

Mukaddes dinimiz İslam’ın en büyük emirlerinden bir tanesidir paylaşımcı olmak. Fakirleri doyurmak, yetim sevindirmek, zalime karşı durup; mazlumun yanında olmak… Bu konuyla ilgili H.Z. Muhammed(S.A.V.) kütüb-ü sitte de şöyle bir hadis-i şerif buyurmuştur: Ebu Zerr Buyurdu: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu. Bir ara: "Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim" dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna dağıtma işareti yaptı." Buhârî, Zekât 4; İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6; İsti'zân 30, Rikâk 13, 14; Müslim, Zekât 34 (992).”  H.Z. Peygamber(S.A.V.) evi altınla dolu olsa bile istemiyor bir borcunu ödeyecek dinarını ayırıp gerisini dağıtmak istiyor. Ya onun ümmeti olan bizler?

Eğer bir kişi Allah(C.C.)’ın dostluğuna nail olmak, insanlar arasında saygın bir kişiliğe ve saygın bir yere sahip olmak isterse öncelikle dünya nimetinden yüz çevirmelidir. Malını, mülkünü elinden geleninden fazlasını yapmaya çalışarak dağıtmalıdır. Çünkü Allah(C.C.) kendi rızası için malını azaltanı kendi katında yükseltir. Oysa bir kişi cimri olursa, o kişiye karşı da Allah(C.C.) cimri davranacaktır. Tıpkı onun malını, mülkünü saklayıp kimseye vermediği gibi Allah(C.C.)’da ona rızasını, nurunu, hikmetini vermeyecek, ondan saklayacaktır. Nitekim Allah(C.C.) Şûra Suresi 20. Ayette “Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” Demiştir.

Bu sebeptendir ki mümin kişi: eli açık olan, paylaşandır. Dünya malından yüz çevirmiş, ahretteki kazancını dünyadaki kazancından daha önemli daha büyük tutmuş olandır. Hem imanımız, hem de kültürümüz için paylaşımcı olalım. Bir kardeşimiz açken biz fazla fazla doymayalım. Allah(C.C.) Ramazan ayında müminlerin oruç tutmasını emretmiştir ki: aç olanların, yoksulların, alım gücü olmayanların halini anlasınlar diye. Oruç tutup sadece aç kalmayalım tefekkür ederek aç olan komşumuzun, eşimizin-dostumuzun, din kardeşimizin de halini anlayalım ve bir ekmek de ona verelim. İlla tanımamıza da gerek yok; askıya bir ekmek takacak paramız varsa Allah(C.C.) cömertliğimiz için o bir ekmeği bin ekmek yapar ve her eve ulaştırır. Muhakkak ki O(C.C.) kadirdir.

Engin DİNÇ
31.07.2012

29 Temmuz 2012 Pazar

Engin DİNÇ - İstanbul'u Dinleyemiyorum

İstanbul'u dinleyemiyorum,
Şairin dediği o şehir kalmamış artık;
Gözlerimi kapatıp dinlemiyorum seni,
O kadar da güvenemiyorum...

Marmara'nın dalgaları okşadıkça kıyılarını,
Bir kibir kaplamış seni de,
İçinde besleyip büyüttüğün,
Binlercesi gibi...

Sevilmek hoşuna gidiyor belli ki,
Sevmekten bir habersin,
Bana uzak kıldığın,
Diğer yakadaki sevgilim gibi...

Ah İstanbul; İki kıtayı birleştirdin ama,
iki kalbi yan yana getiremedin bir türlü...

29/07/2012
Engin DİNÇ

27 Temmuz 2012 Cuma

Engin DİNÇ - 1000 Yıl Sonra İslam


Değişen dünyanın değiştiricilerinden olmaya çalışan birçok âlimin bu gün ki işi Avrupa toplumlarını İslam’a davet etmek… Oysa ne kadar büyük bir hata yaptıklarının farkında bile değiller!

"Avrupa ve Amerika İslamiyetle hamiledir. Günün birinde bir İslam devleti doğuracaktır." Demişti Said Nursi(K.S.) Evet çok haklı Avrupa ve Amerika bir gün İslam’ın en büyük kalesi olacak belki de şeriat devletleri kurulacak. Ama farkında olmadığımız şeyler var birkaç soruyla başlayalım:

 -Dün medeniyet denen kavramı bizlerden öğrenip de bu gün bize medeniyet dersi vermek isteyenler yine onlar değil mi?

-Tuvalet denen kavramı bilmez; bir poşete ihtiyacını giderip camlardan atarlarken bizim temizlik anlayışımızı görerek örnek alıp daha sonra da bizi pis gören onlar değil mi?

-Sırf yıkanmamak için parfümü icat eden onlar değil mi?

-Hıristiyanlık gibi mukaddes bir dini siyasi otoriteyi elde tutmak ve şahsi çıkarları için bölen, bozan onlar değil mi?

-Para kazanmak için Cennet’ten yer satma cüretini gösteren onlar değil mi?

Bundan bin yıl sonrasına bir göz atalım, evet gidelim demiyorum göz atalım o çağa gidip de görmeyi, o zamanlarda yaşamayı hiç istemiyorum, bir gözünüz kaysın bir bakın ve torunlarınızın neler çekebileceğin bir görelim. Ama önce bin yıl öncesine gidelim o insanlar asıl yaşamış biz nasıl yaşıyoruz ve gelecek bin yılda nasıl yaşanır onu görelim.

Bundan bin yıl öncesi Anadolu:(1012) Anadolu Hıristiyan Bizans egemenliği altında yaşıyorken 1071’de Türkler akın akın Anadolu’yu kuşatmaya başlamıştır. En büyük Türk Devleti öncelikle Avrupa Hun Devleti olmuştur. Onun bölünmesinden sonraki büyük devlet de Selçuklu Devleti olmuştur. Selçuklu İslam’a en çok hizmet vermiş ve âlim yetiştirmiş devlettir. Moğol istilası altında iken; Bahaeddin Veled, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed Şems-i Tebrizi, Aslanlı Hünkâr Hacı Bektaşi Veli, Taptuk Emre, Yunus Emre ve ismini zikredemediğimiz niceleri… Onların İslam’a olan hizmetlerinin binde birini bu gün yapan var mı? Yok! Demek ki her yıl bir kayıpla küçülerek devam etmiş İslam âlimliği bin yılda bir tane kalmamış…

Günümüze gelelim: H.Z. Mevlana ve Yunus Emre torunları olan bizler İslam’ı onlar kadar yaşayabiliyor muyuz? Hayır! Onların ibadet yaşamının yine binde birine sahip değiliz. Olmamakla beraber Avrupa’yı Müslüman yapma kahramanlığı peşinde koşuyoruz. Aslında İslam’a zulmettiğimizin farkında bile değiliz. Kim hakkıyla namazınız eda ediyor, kim Ramazan ayı dışında nafile orucu tutuyor, en azından pazartesi-perşembe oruçlarına kim devam ediyor? Kırk gün inzivaya çekilerek Kur’an- Kerim ile tespih ile zikir ile meşgul olmuş olan atalarımız hürmetine kaç gece iki rekât fazla namaz kılıyoruz? Bunları yerine getirmediğimiz gibi çok biliyor muşuz gibi bir de yergi peşindeyiz! Bir zikreden görsek: “Aaa şunlara bak Hû Hû diye kafa sallıyorlar...” Diyoruz. Doğru ne bileceksin Hû’nun Allah(C.C.) demek olduğunu…

Günümüzü anlata anlata bitiremem gidelim bin yıl sonrasına: Müslüman Avrupa toplumları İslam’ın emir ve yasaklarını beğenmemiştir. Zina haram, içki haram böyle olmaz diyerek Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ortaya çıkan sahte şeyhülislamlar gibi yalan fetvalar verilmeye başlanır. İçki birkaç yudum serbest olur, kişi eğer bekâr ise ve ihtiyacı varsa kerhaneye gidebilir izinleri çıkar. Sonunda yüzlerce mezhep, binlerce şeyh dünyayı donatır. İşte o zaman yani H.Z. Muhammed(S.A.V.) ahir zaman tam anlamıyla gelmiş olur. Öyle bir hal alır ki bir kişi evinden çıkıp Kâbe’ye gitmek istese fakat giderken yol üzerindeki evliyaların(sözde) mezarlarını ziyaret etmek istese yolda ömrü biter yetişemez… O kadar çok âlim adında cahil dolar dünyamız

Bin yıl sonrasını hazırlamak kendi elimizde, birilerini imana getirmekten evvel kendi imanımızı tam isabetli hale getirmemiz gerekiyor. Allah(C.C.) herkese iman ve irfanı nasip etmeyecektir. Biz; O(C.C.)’nun nasiplik vermeyeceği bir kimseye iman nasip edemeyiz. Yine ben geleceği görmeyen birine O(C.C.)’nun izni olmadan gösteremem. Muhakkak ki Allah(C.C.) en doğru olanı bilendir.

“Görenle görmeyen bir olmaz…” (MÜMİN SURESİ 58. AYET)

Engin DİNÇ
27/07/2012

26 Temmuz 2012 Perşembe

Engin DİNÇ - Kur'an da Hoşumuza Gitmeyenler


Müslüman mısın? Sorusuna Elhamdülillah diye cevap verenlere yine İslam dininin temeli Kur’an-ı Kerim’den bir yaşam sorulduğunda Laiklik diyerek tabir-i caizse çamura yatıyorlar.
Kur’an-ı Kerim yüce yaratıcı ALLAH(C.C.)’ın bizzat ayetler halinde peygamberimiz H.Z. Muhammed (S.A.V) aracılığıyla insanlığa bildirilmiş olduğu emir ve yasaklar bütünüdür. Bu kutsal kitap içerisinde yazılı olan her şey haktır, kabul edilmesi ve uygulanması Müslüman bir insan için farzdır, şarttır.

İslam da Evlilik

İslam da evlilik konusu son derece önem taşımaktadır. Evliliğin önemini H.Z. Muhammed’in bir hadisiyle açıklamaya başlamak istiyorum. Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz ve sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. Kimin maddi imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddi imkân bulamazsa nafile orucu tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır."  H.Z. Peygamberin de böylesine önem verdiği evlilik konusu günümüz insanlarınca pek de hoş karşılanmıyor. Çünkü İslam bir erkeğin dört kadına kıyabileceği nikâhı helal kılarken, karşılığı ödenen cariye kadınlar da yine o erkeğe helal kılınmıştır. Fakat günümüzün feminist kadınsal düşüncesindekiler sorulduğunda Müslüman olduklarına iddia etmelerine rağmen, hadis ve ayetler ile kanıtlanmış emirleri kabul etmiyorlar. Demokrasi adını verdikleri ve demokrasi ile de alakası olmayan düşüncelerini İslam dünyasına dikta ettirmeye çalışıyorlar. “…Yoksa siz Kitab'ın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (BAKARA SURESİ 85. Ayet)” Bakara suresi 85. Ayette H.Z. Musa’nın getirdiği kutsal kitap olan Tevrat’a inanmayarak, bir kısmını kabul edip, bir kısmı kabul etmemeleri onlar için azap olarak geri döndüğü açıkça belirtilmiştir. İnanmak hala birçok kişinin işine gelmiyor, doğrudur…

Eğer evliyseniz ve eşinizin sizi aldattığına inanıyorsanız önce kendinize bakmalısınız. Sadece bu gününüze değil, geçmişte yapıp da hala pişman olmayıp, tövbe etmediklerinize bakın. Çünkü ALLAH (C.C.) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, mü'minlere haram kılınmıştır. (NUR SURESİ 3. Ayet)”

Dinler arası Diyalog

Son günlerde farklı dinlerin birbiriyle ilişki içerisinde olduğu konusunda çalışmalar yapan hocalar ve cemaatler ortaya çıktı. Müslüman bir imam, Hıristiyan bir papaz ile el sıkışıp sanki bir şeylerin pazarlığını yapar görüntüsü verebiliyor. Onlar için çok sözüm yok, zaten çok söze de gerek yok. Soruyorum: Müslüman mısınız? Cevabı: Elhamdülillah ise; “Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir. (AL-İ İMRAN SURESİ 19. Ayet)” şüphesiz ALLAH’ın katında din İslam iken, Hıristiyan, Yahudi cennete girecek diye söylenemez. “Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.(AL-İ İMRAN SURESİ 21. Ayet)” Şimdi siz ALLAH(C.C.)’ın ayetlerini inkâr etmiş olmuyor musunuz, Peygamberinin getirdiği emirleri kabul etmeyerek onu öldürmüş olmuyor musunuz? Azap sizi bekliyor…

Engin DİNÇ
18.12.2011

24 Temmuz 2012 Salı

Engin DİNÇ - Allah(C.C.)'a Dost Olmak


Günümüzün âlimlerinin çoğu İslamiyet’i yaşamayı başarmaktadır fakat İslami Aşk ve tefviz içinde olduklarını söylemek açıkçası zor. Çünkü bir amaç peşinde koşarak bir kitle etkilemeyi amaçlayarak; cemaat toplamak, devletin ideolojisini değiştirmek ya da devlet kurmayı amaçlamak İslam'ın somut kavramlardan vazgeçip, tüm faniyetten uzaklaşarak bedeni ve varlığı Allah(C.C.) yolunda feda etmeye ters düşmektedir.

Oysaki gerçek Müslüman; kendisini ve tüm varlığını(eşi ve ailesi de dâhil) Allah(C.C.)’a adayan, O(C.C.)’nun kazasına razı olup ondan gelecek her şeyi sorgusuz kabul edendir.

Bir Müslüman kişi eğer Allah(C.C.) katında yükselmiş bir zat olmak istiyorsa; Allah(C.C.)’a dost ve veli olmak istiyorsa; öncelikle kendisini ilim ve irfanla donatmalıdır. Tüm maddi isteklerden feragat etmeli elini açarak dua ettiğinde içinde maddiyat olan(Para, iş, kariyer, eş, çocuk, lüks, şöhret, mülk v.s.) hiçbir şeyin arzusunda olmamalıdır. Nitekim Allah(C.C.) Şûra Suresi 20. Ayette Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” Demiştir. Mümin yaptığı ve yapacağı her şeyde işini Allah(C.C.)’ın takdirine bırakmalı sonucunda onun için büyük belalar ve ölüm bile olsa buna rızalı olmalıdır.

Yine Allah(C.C.)’ın dostluğunu kazanmak isteyen kişi ibadetini tam anlamıyla yerine getirmekle kalmayarak nafile ibadetler yapmalıdır. Nitekim Allah(C.C.) bir Hadis-i Kutsi de: “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, hiç şüphesiz ben ona harb ilan ederim. Kulum, kendisine farz kıldıklarımdan benim için daha çok sevilmeye değer şeylerle bana yaklaş(a)maz. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder; nihayet ben onu severim. Ben onu sevince de, onun işiteceği kulağı, göreceği gözü, tutacağı ve vuracağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Benden isterse, ona verir, bana sığınırsa onu korurum.” Diyerek nafilelerin önemini ortaya koymuştur. Ayrıca mümin başkalarının da ibadetlerine(onlar istedikleri süreçte) yardımcı olmalıdır. Fakat hiçbir kimseyi ibadete zorlamamalı, sürekli sıkılacağı bir şekilde davette bulunmamalı, bir kişiyi üçten fazla davet etmemelidir.  Çünkü Allah(C.C.) kimilerine nasip edip etmeyeceğini, her şeyin kendi kudretinde olduğunu; Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’inde açıkça bildirmiştir. Yani istediğiniz kadar söz söyleyin, isterseniz zorla yaptırın sonunda Allah(C.C.) nasip etmezse kimse İman sahibi olamaz, olamadığı gibi bu davranışınız da İman’a bir zarar bir hakarettir. Ayrıca bilmeden Allah(C.C.)’a karşı gelmiş olur onun emirlerini hiçe sayarak sanki sizin bir kişiyi imana getirme yetiniz varmış gibi davranmış olursunuz.

Yine Allah(C.C.)’ın veliliğine talip olan kişi az yemeli, çokça oruç tutmalı. Az uyumalı çokça ibadet ile meşgul olup tefekkür etmelidir ki Allah(C.C.) tefekkür ile ilgili Mümin Suresi 58. Ayette “…Ne kadar az düşünüyorsunuz!” Diyerek düşünmeyenler hakkında yakınmıştır.

Yine Allah(C.C.)’ın dostluğuna talip olarak büyük evliya zatlardan olmak isteyen kişi; Cennet ve Cehennem düşüncesinde ve isteğinde olmamalıdır. Yaptığı ibadetin bir karşılığı olarak Cennet arzusu ya da dünya nimeti gütmemelidir. O kişinin tek arzusu Allah(C.C.)’ın rızasından başka bir şey olmamalıdır.
Allah(C.C.) dostu olmak isteyen mümin az konuşan, hikmetlerinden az bahseden kişidir. Çünkü Allah(C.C.) kendisine dost olmasını istediği bir kişiye öncelikle hikmet verir. Nitekim Bakara Suresi 269. Ayette: O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasip edilmişse, doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler.” Demiştir. Bu hikmet öyle bir özelliktir ki ifşa edildiğinde gider ve bir daha gelmez. Bu sebeptendir bir mümin hikmetler sahibi olduğunun farkına varmışsa bunu en yakını bile olsa söylememeli, kullanmamalı, ifşa etmemelidir. Hikmetin fazileti hakkında büyük âlimlerden olan Erzurumlu İbrahim Hakkı(K.S.) eseri olan Marifetname de şu sözlere yer vermiştir: “Hikmet, ölü kalpleri diriltir, daralmış göğüsleri genişletir. Hikmet, hikmetli kişinin sermayesidir. O sermayeyi konuşarak yok eden, elden çıkaran kimdir? Hikmet zevkinin gönülden gitmesi, onun gereksiz yerde, istenmeden, sorulmadan söylenmesidir. Hikmeti, ehlinden menetmek, onlara zulümdür. Hikmeti ehli olmayana söylemek de hikmete zulümdür. Ona zulmetmek büyük hatadır. Zira ona zulmeden zalimin hasmı Allah(C.C.)’tır.”

Allah(C.C.) bizleri kendisine dost, veli olan hikmet sahibi yaptığı kulların zümresine nail etsin inşAllah…

Engin DİNÇ
24/07/2012

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Engin DİNÇ - Keşke Hep Çocuk Kalsaydık

Keşke hep çocuk kalsaydık,
Düşüp dizlerimizi kanatmaktan başka derdimiz olmasaydı.
Saçını çekip ağlattım kız...
Bir gün büyüyüp de kalbimi yerinden çekeceğin; hiç aklıma gelmemişti.

02/07/2012
Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Keşkelerimiz Olmasa Keşke

Bu gün dünyada kimse kalmasa,
Bir sen kalsan bir de ben,
El ele tutuşup koşsak dünyanın bir ucundan diğer ucuna,
Kimseler karışmasa aşkımıza,
Aşık olmasak birbirimizden başkasına,
Hiç keşkelerimiz olmasa,
Keşke olmasa...

12/05/2012
Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Sen Gülerken Ağlardım Ben


Sen gülerken ağlardım ben,
Mutluyken sevgilinin sıcak kollarında,
Üşürdüm kaldırım diplerinde,
Ellerimi nefesimle ısıtırdım,
Seni düşünürdüm bir tek;
Sokak lambası altında karlar içinde...

Sen;
Koşarken sahillerde el ele,
Ben yalnızlığın tanıdı çıkarırdım,
Kuytu bir köşede...

Sen öperken ıslak dudakları,benim ağzım kururdu.
Su bile içmezdim senin dudaklarının tadı gitmesin diye...
Sen gülerken ağlardım ben,
Gözyaşları bana kalsın, gülen sen ol diye...
 

01/07/2012
Engin DİNÇ