23 Eylül 2013 Pazartesi

Engin DİNÇ - Tarihte İlk Halkla İlişkiler

Son yüzyılın en önemi bilimi olarak karşımıza çıkan Halkla İlişkiler konusunda birçok tanım yapılmıştır. Bunun en meşhurlarından bir tanesi Rex Francis HARLOW’un tanımıdır:

“Halkla İlişkiler, bir kurum ve kamusu arasında karşılıklı iletişim, kabul ve işbirliğini kurma ve sürdürmeye yardımcı olan kendine özgü yönetim fonksiyonudur: problem ve konu yönetimini içerir; yönetimin bilgilenmesine ve kamuoyuna cevap verilmesine yardım eder; kamu yararına hizmet etmesi için yönetim sorumluluğunu tanımlar ve vurgular; eğilimleri önceden kestirmede erken bir uyarı sistemi gibi hizmet ederek yönetimin yeni gelişmeleri öğrenmesi ve etkili bir biçimde değişimi sağlamasına yardım eder ve temel araçlar olarak güvenilir ve etik iletişim ve araştırmayı kullanır.”

HARLOW’un bu tanımının yanı sıra diğer bir Halkla İlişkiler uzmanı Scott CUTLİP’in şu tanımı da önemlidir:

“Halkla İlişkiler, bir örgütün başarı ve başarısızlığının kendilerine bağlı olduğu çeşitli kamularla, bu örgüt arasında karşılıklı yarara dayanan ilişkileri kuran ve sürdüren bir yönetim fonksiyonudur.”

Bu tanımların çerçevesinde düşünmemiz gereken asıl konu şu ki; Halkla İlişkiler aslında ne zaman ortaya çıkmıştır? Bu konunun resmiyetine bakıldığında profesyonel anlamda Halkla İlişkilerin 1800’lü yıllarda ABD’de ortaya çıkmış olduğu savunulsa da insanlığın var oluşundan bu yana Halkla İlişkilerin de var olduğu kanısındayım.

Ülkemizde Halkla İlişkiler; Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle başlamış yapılan devrimlerin halkla kabul ettirilmeye çalışılma amacıyla bir propaganda şeklinde olmuştur. Yapılan devrimleri ilk uygulayan yine yapanlar olmuş, şapka devrimi gerçekleştiğinde M.K. ATATÜRK şapka takmış, kılık kıyafet devriminde yine kendisi ilk günümüzün klasik elbiselerini giymiştir. Yine çeşitli toplantılarla devrimleri halka anlatmaya ve yapılanları kabul ettirmeye çalışmıştır.

M.K. ATATÜRK ayrıca 1923 yılında Balıkesir’in Zağnos Paşa Camiinde hutbeye çıkmış ve halka hitap etmiştir. (Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN / 2006)

İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinin çıkartılması, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün ve Anadolu Ajansı’nın kurulması Halkla İlişkiler alanında yapılan girişimlerdir.

Tarihe bakıldığında Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun’un şikâyet kaleminin bulunması, muhtesiplik uygulaması ve sultanın tebdil-i kıyafet (sivil kıyafetle dolaşma) ile halkın arasına katılarak sorunları dinlemesi de ilk Halkla İlişkiler örneği olarak gösterilebilir.

Geriye doğru gidersek, İslamiyet’in gelmesiyle camilerde okutulan hutbeler yine ilk Halkla İlişkiler olarak nitelenebilir. Yine Hıristiyan din görevlilerin “Günah Çıkartma” olarak bilinen fakat aslında Hıristiyan din görevlilerinin almış oldukları psikoloji eğitimleri gereği kamusuyla yani dinine mensup olan kişilerle irtibat halinde olarak yaptıkları yanlışlardan dönmesi ve dininin gereğine göre yaşaması için telkinlerde bulunması da ilk Halkla İlişkiler örneği olarak alınabilir.

Aslında Halkla İlişkiler, ilahi emirlerle var olmuş ve ilk insandan günümüze kadar bir şekilde gerek değişimler yaşayarak gerekse sistemleşerek devam etmiştir. Halkla İlişkilerin en önemli özelliği devamlı ve sistemli oluşudur. Bu durumda düşünüldüğünde Allah (c.c.)  tarafından hangi din ya da peygamber olursa olsun göndermiş olduğu ilahi emirleri de O’nun (c.c.) kamusu yani kullarıyla bir ilişkisi olarak kabul edilebilir.

İlk Peygamber Hazreti Âdem’in (a.s.) temelini attığı ve Hazreti İbrahim’in (a.s.) bugün ki halini verdiği Kâbe de daima insanları duruşuyla Allah’ın (c.c.) doğruluğuna ve birliğine davet etmesiyle ve insanların akın akın ona gitmesiyle Halkla İlişkilerin ilki olarak kabul edilebilir.

Halkla İlişkileri, ticaret, siyaset gibi alanlarda kullanarak halkın konu üzerindeki tepkisini ölçmek ve sonuca göre önlemler almak olarak nitelendirmek son derece yanlıştır. Çünkü Halkla İlişkilerin alanı sanıldığından daha geniştir. Kitle iletişim araçlarının sağlayamayacağı manevi bağlar da Halkla İlişkiyi sağlamaktadır. Buna bir diğer örnek de binlerce yıl önce inmiş olan ilahi emirlerin günümüzde varlığını sürdürmesidir. Bu emirler daim olarak devam etmekte ve her bireyde farklı etki yaratmış olsa da mesajın asıl amacı ruhaniyetle ilahi yaratıcının kudret ve gücünü kamuya yani kullarına anlatmasıdır.

Sevgili dostum Murat ŞAHİN’e sordum: “Halkla İlişkiler ne zaman başlamıştır?” şöyle yanıtladı:

“İkinci insanın yaratılmasıyla ilk Halkla İlişkiler başlamıştır. İlk Halkla İlişkiler uzmanları da kuşkusuz peygamberlerdir.”

Görünen o ki Halkla İlişkiler, sanıldığı gibi iletişim araçlarındaki gelişimler çerçevesinde Reklamcılık, Propaganda gibi alanlardan da faydalanarak bir tanıtım, bilgilendirme, etki-tepki alma aracı değil. Dünyanın ve evrenin var oluş amacının gerçekleşmesi için bireyin başka bir bireye gerçeği ve ilahiyatı tarif edebilmesidir.

22/09/2013

Engin DİNÇ

8 Eylül 2013 Pazar

Engin DİNÇ - Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz

Yunus Emre Hazretleri ne güzel de demiş;

Gel ey Derviş, Hakkı bulayım dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz,
Resulün cemalini göreyim dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz.

Biz bugün bir kâmil mürşide varmak istiyoruz ama günümüzü mürşitleri artık siyasete bir oyuncak haline ha geldi, ha gelecek durumda… Zaten siyasetle iç içe olan bir kâmil mürşit de beni Allah’ın (c.c.) nuruna ve lütfüne erdirebilecek değildir.

Siyasette yalan vardır, gıybet vardır, riya vardır. Allah (c.c.) dünya malı için yalancılık yapanlar için şöyle buyuruyor: “Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti. Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır.” (Bakara/10) Yalancılığın her türlüsü için Allah (c.c.) katında bir ceza vardır. Siyaset için maddi menfaat için Allah’ın (c.c.) hükümlerini yok sayanlar, ayetleri yalan sayanlara elde ettikleri dünya malı kurtuluş olacak mı sanıyorsunuz?
“İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara/39)

Şimdi siyaset uğruna ayetleri yalan yorumlayan, siyasetçilere destek veren bir mürşit ne kadar kâmil olabilir onu da düşünüp tartmak lazımdır. Allah (c.c.) katında doğruluk, adalet büyük yer tutmakta iken siyasetçi yalan konuşan, siyasetçi verdiği sözü tutmayan yeri geldiğinde siyasetini sürdürmek için adaletsizlik yapandır. Zina yapan, hırsızlık yapan, adam öldüren ne kadar tövbe istiğfar ediyorsa bunun binlerce mislini her gün siyasetçi yapmalıdır.

Dürüst ol!

Ben de siyasetçi olsam belki de gerek siyasi partinin bekası, gerek makamımı korumak için yalan konuşurum, adam kayırırım, beni destekleyeni iyi yerlere getiririm. Benim yoluma taş koşanları adaletsiz bir şekilde yargılayarak mahkûm ederim. Belki de gayri resmi bir şekilde infaz ederim. Çünkü makam ve mevki nefse tatlı gelir. Makam ve mevki sahibi kimsenin başında şeytan daha fazla dolaşır. Bugün siyasetçi olup da bunlardan hiç birini yapmıyorum diye kimse diyemez; en takva sahibinden en dinsizine kadar kimsenin böyle bir iddiası olamaz. Eğer olsa dahi  Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah gönüllerin künhünü dahi bilir.” (Mülk/13)

Şimdi bir de kamil mürşitler siyasetçilerin oylarını arttırmak için, kendileri de rant elde etmek için cemaatleriyle birlikte siyaseti desteklerse ayet-i kerime de sözü edilenlerden farkı ne olur? Siyaset için yalan konuşanlar Müslüman olabilir mi? Ben bu konuda şüphe duyarım Kütüb-ü Sitte’de şöyle bir Hadis rivayet edilmiştir:
Hazreti Safvan İbnu Süleym’den rivayetle: Ey Allah’ın Resulü! Dedik, “Mü-min korkak olur mu?” “Evet” buyurdurlar. “Peki, cimri olur mu?” dedik. “Evet” buyurdurlar. Biz yine: “Peki yalancı olur mu?” diye sorduk. Bu sefer: “Hayır!” Buyrudurlar.

08/09/2013

Engin DİNÇ