İnsana
“Bu nasıl bir imandır?” sorusunu sordurtan o muhteşem milletin bir mensubu
olarak o hain gecenin göbeğinde kendisini bulmuş bir adamın biraz hüzün, biraz
kızgınlık ve en çok da onur duygusu dolu yazısıdır bu…
Ankara’dan
İstanbul’a doğru saat 16:00’da hareket edeceğim. Daha ilk dakikalardan itibaren
eğlenceli bir yolculuk olacağını düşünmeye başlamıştım. Polis, bomba imha ekibi
ve sinyal kesici araçla peronlara girmişti. Hayretle olan biteni izliyordum.
Şüpheli bir paket fünye ile patlatılacaktı. Beni uğurlamaya gelen nişanlıma “Cam
kenarından uzak dur fünye basıncıyla camlar kırılabilir!” dememe kalmadan bir
kadının avazıyla irkildik “Ne yapıyorsunuz çantama?” diye bağıran kadının
çantasıymış meğer, unutmuş… Şüpheli paket imhası bir anda komedi oyununa döndü,
kadın ispatlamaya çalışıyor, polis ikna olmaya çalışıyordu. Tüm bu yaşananlar
sadece beş dakika sürdü. Beş dakika gecikmeli olarak İstanbul’a doğru harekete
geçtik. Bir numaralı koltukta olmanın güzelliğiyle yolu izleye izleye
gidiyordum. Tahminen saat 22:00’da Esenler’de Büyük İstanbul Otogarı’nda
olacaktık.
Dudullu’daki
yolcularımızı bırakıp tekrar Esenler’e doğru hareket ettik bir süre yol gittik köprü
girişine yaklaştığımızda garip hareketlilikler olduğunu sezdik, ilk önce trafik
kazası olduğunu düşünüyorduk. Bende trafik kazası mı acaba diye internette
gezinirken askerin köprüyü kestiğini öğrendim. İlk bilgiler 11 Eylül’de
Amerika’da olduğu gibi bir terör saldırısı ihtimaliydi. Köprü ondan kesilmiştir
diye düşündü yolcular ama bana garip gelen ise İstanbul’a giriş yönü kapalı
fakat çıkış yönü açıktı. Madem saldırı ihtimali mevcut o zaman iki yön de
trafiğe kapatılmalıydı. Hadi diyelim ki bu terör saldırısıydı peki bu şehrin
polisi varken askere ne oluyordu? Bu resmen bir darbe eylemiydi ama
anlayacaktık, yolculara bir şey diyemedim. Muavini yanıma çağırıp “Bu ciddi bir
iş merkezi bir arayıp sorun!” dedim…
Bir
süre sonra telefonum çaldı, nişanlım arıyordu. Durumu anlattığımda o da
Ankara’da jetlerin havalandığını ve alçak irtifa ile evlerin üzerinde
gezindiğini söyledi. Korkmuştu. Telefondan dahi jetlerin seslerini duyuyordum.
Nişanlım; “Sürekli patlamalar oluyor, bir şey mi oluyor?” diye korkulu bir
sesle bana soruyordu. Durumu bende tam anlamış değildim. Sadece diğer
yolcuların duymasını engellemek için elimle ağzımı kapatarak sessizce;
“Camlardan uzak durun bu bir darbeye benziyor.” Dedim. Telefonu kapattıktan
sonra Hava Kuvvetleri’nde görevli bir yakınımı aradım. Durumdan haberdar
olmadığını söyledi. Dakikalar sonra tüm niyetler anlaşılmış, darbe girişimi
Başbakan’ın da açıklamasıyla netleşmişti. Karşımızda eli silahlı asker göz göze
bekliyorduk. Bir süre sonra köprünün diğer tarafı da trafiğe kapatıldı. Şaşkın
bakışlarımız arasında dört tank yan yoldan ters istikamete doğru ilerleyerek
önümüze dizildiler.
Telefonum
tekrar çaldı. Nişanlım korkulu bir ses tonuyla “Ankara’da çok büyük patlamalar
olmaya başladı!” diyordu. Jetlerin sesleri telefona kadar geliyordu. Ankara’da
ki evimiz TBMM’ye çok yakındı. Telefonu kapatıp sosyal medyada canlı yayınları
takip etmeye başladığımda şaşkınlığım biraz daha arttı. Türk askeri TBMM’yi
vuruyor, yolda ki insanlara helikopterler ile ateşler açılıyordu. Bunlar Türk
askeriydi! Bu nasıl Türklük bu nasıl askerlik onuruydu?
Güldüm
bir an kendi kendime. Bu benim silahların arasında kaldığım kaçıncı olaydı
diye… Zaman geçsin diye bazen internete bakıyor bazen kahve içiyordum. O sırada
araç radyosundan ilan okunmaya başlandı. TRT Radyo’da darbe yapıldığı
açıklanıyordu. Yolculardan isyan edenler, ağlayan kadın ve çocuklara baktım.
Fakat sakin olun bu gerçek değil desem de “Nasıl değil okunuyor işte…”
yakınmaları geliyordu. Oysa ben haber almıştım üç-beş askerin zorlamasıyla bu
ilan yapılıyordu. Tamamen hür iradeli bir haber ve bildiri değildi.
İnsanlar
hem korkuyor hem de beklemekten acıkanlar, tuvaleti gelenler
sabırsızlanıyorlardı. Asker ise kılımızı kıpırdatmamıza izin vermiyordu. Bende
aynı durumdaydım. Biraz zaman geçer ümidiyle bir şeyler okumaya başladım.
Gözüme Saff Suresi 13. Ayet takıldı. Onu görünce parmağımdaki yüzüğüme baktım,
tebessüm ettim. Bu iş gece 03:00’da bitecek dedim içimden…
Aynı
şeyi Facebook profilime de yazdım. “Saat
03:00'a kadar tüm darbe girişimi yapanlar kışlalarına dönecekler. Sabaha da
cezalar verilmeye başlanacak... Bu darbe girişimi böyle biter! Halk kazanacak!”
Beklemek
çok uzayınca artık araçlardan inen insanlar askerlerin yanına doğru yürümeye
başladılar. Askerler silah doğrultarak “Can güvenliğiniz için uzaklaşın, bu bir
sıkıyönetimdir.” Diyorlardı. Benim askerim bana “Can Güvenliğin” için ve
“Sıkıyönetim” kelimelerini kullanıyordu. İnsanlar önce sakince konuşarak ikna
yöntemini denediler. “Komutanım…” kelimesiyle cümleye giren vatandaş; “Açın
yolumuzu çoluk çocuk aç perişan olduk!” diyordu. Fitil ateşlenmişti, patlaması uzun
sürmedi. Halka silahı çevirip namluya mermiyi süren askerler bunu yaptıklarına
pişman olacaklardı. Bir kısmı tankların içine gidip saklanmaya başladılar. Bir
kısmı sorunun fehametini çabuk sezdi ve emniyet güçlerine silahlarıyla birlikte
teslim oldular. O teslim olan erlerden bir tanesi dahi tek tokat yemedi.
Saat
01:00’da geldiğinde köprü girişinden karşı şeride geçmeyi başaran araç hızla
Dudullu tesislerine dönme kararı aldı. Köprü iyice karışmış, insanlar tanklarla
ezilmiş, ambulanslar aranıyor, sağlıkçılar aranıyordu. Can çekişerek ölen
insanlar, ilk anda tank paletleri altında parçalanmış bedenler ve onların
çığlık çığlığa ağlayan eşlerini görmek o kadar ızdırap vericiydi ki sonraki
günde dövülen asker haberleri beni hiç üzmedi. Kanunsuz emir dinlenmemeliydi. Evet,
ben vicdanlı bir adamım ama o an vicdandan eser kalmıyor, korkudan da… Çatır
çatır kurşun sıkan askerin karşısında “O mermin bitecek, vur vur göğsüme sık!”
diyen insanların cesaretleri tamamen delilikti. Mikron korku hissetmiyorduk!
Dudullu’ya
vardığımda gözlerimin önünden gitmeyen görüntüler bir yandan, benim yolda
olduğumu öğrenen arkadaşların aramalarıyla susmayan telefon bir yandan yormuştu
beni… Hemen motosiklet ile olduğum yerden alındım. Kalanlar ne yaptılar
bilmiyorum ama hiçbir araç yoktu. Servis, taksi hiçbir şey…
Gecenin
geç saatine kadar uyuyamadım. Cuntacıların sosyal medya timi çoktan iş başına
geçmiş eski trafik kazası görüntülerini, PKK’nın sosyal medya hesaplarındaki
eski paylaşımlarını alıp bir güzel montajlayıp halka servise başlamışlardı
bile…
Meydanda
kanlarını dökenlerin, canlarını verenlerin evde bıraktıklarını kandırmaya
çalışanlara, çocukla babayı düşman etmeye çalışanlara izin vermemek
gerekiyordu. Tüm bilişim bilgimi bu yönde kullanmaya karar verdim. Ulaştığım
tüm kaynakların orijinallerini paylaştım, paylaşılmasını sağladım. Darbeyi öven
kişileri tespit edip ekran görüntüsü ve bağlantı adresiyle birlikte gerekli
birimlere ilettim. Tekrar da yaparım. Ülkemizi her yerden bölmeye çalışanlara
izin verecek değiliz.
Ortalık
durulduktan sonra sosyal medya üzerinden halkı galeyana getirmeye çalışanların
teker teker tespit edilerek haklarında vatana ihanet başta olmak üzere birçok
konuda dava açılmalıdır. Tabiri caizse sürün sürün süründürülmeliler.
Bu
vatan hepimizin yarın da bugün bize dost görünenler bu ve benzeri kalkınmalara
girişenlerse en doğru cevabı vermemiz lazımdır. M. K. ATATÜRK’ün “Gençliğe
Hitabesi”nde söylediği gibi “İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek
isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti
müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın
vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!”… İşte bugün sokaklardaki
binlerce vatansever sonlarını hiç düşünmediler… Asıl demokrasi sevdalıları
sokaklarda iken kendilerini Kemalist ve demokrat olarak tanıtanların çoğu ise darbe
girişimine tiyatro diyerek hala hainleri destekliyorlar… Onlar için yazıklar
olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimden…
Şehitlerimizin
mekânları cennet olsun. Allah (c.c.) yar ve yardımcımız olsun inşAllah…
16.07.2016
Engin
DİNÇ