25 Ağustos 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Yandım Yar Yar Diyerek


Ağladım gidişine,
Düştüm yarin peşine,
Döndüm köpek leşine,
Yandım yar yar diyerek.

Sevdim bir hayırsızı,
Sevdalım kalp hırsızı,
Oldum gönül arsızı,
Yandım yar yar diyerek.

Gitti gecem gündüzüm,
Ezdi sevdan dümdüzüm,
Divaneyim, yolsuzum,
Yandım yar yar diyerek.

Vakit vardı beşine,
Gönül gider eşine,
Düştü beden peşine,
Yandım yar yar diyerek.

Göz pınarım kurudu,
Akan yaşım durudu,
Kalp adınla vurudu,
Yandım yar yar diyerek.

Sevdalım gülüşüne,
Hasretim öpüşüne,
İşveli bakışına
Yandım yar yar diyerek.

Gönül düştü ateşe,
Yarim minik akreşe,
Benzer Ay'a Güneş'e,
Yandım yar yar diyerek.

Yar tutuver elimden,
Adın düşmez dilimden,
Gönül dönmez yolundan,
Yandım yar yar diyerek.

Yar diyerek sar beni,
Yar koynuna al beni,
Yar kaybettim ben beni,
Yandım yar yar diyerek.

25.08.2012
Engin DİNÇ

7'li hece ölcüsü
X,X,X,A düzenli.
Akreşe: Dişi tavşan

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Engin DİNÇ - Cevhere Ulaşmanın Yolu


Cevher o mukaddes ışık üzerine kara bir bez örtülmüş, bir yığın pislik ve çamurla sarılmış, kalın derilerle kaplanmış bekliyor. Onun ışığını görmemen gayet normal. Onun ışığını görmen için derileri yırtmalı, o çamur ve pisliği kaldırmalı, kara bezi, kara örtüyü kaldırmalı bunları yapabilmek için gayretli olmalısın. İşte o zaman o ışığın aydınlığına ve nuruna kavuşacaksın. O cevher senin içinde gizlidir. O cevher, o ışık Mevla’dır. Mevla’ya ulaşmak için kendi içine yolculuk etmelisin. O pislik deriyi yırtmalı, çamurdan yapılmış kan, irin ve meni dolu bedeni geçmeli, şeytan isinden kararmış kalbi kaldırmalı, o isten kurtulmalısın ki o cevhere, o ışığa yani Mevla’ya kavuşabilesin.

O deriyi geçmek için; acizliğini görmen gerek, kendini küçük görmen gerek, bir kediden, bir köpekten, bir domuzdan alçak görmek gerek, bir karıncanın ayağı altında ezilebileceğini bilmen gerek, öyle yaşaman gerek.

O çamuru kaldırmak için; nefsini bilmen gerek, zavallı olduğunu bilmen gerek. Dünyaları karşısına diken bir devlet adamı, bir komutan yüz binlerce kişiye sözünü geçirebilir ama şehveti geldi mi, nefsi azdırdı mı on santimlik şeyine söz geçiremez. Bu acizliğin farkında olmak gerek.

O örtüyü kaldırmak için; acizliğini tam anlamıyla kabul ederek dua etmelisin, Mevla’ya yüzünü dönmelisin, her acizliğe düştüğünde, her nefsine uyduğunda, tövbe etmelisin. Hatta nefsin sana günah işletmediği zamanlarda bile tövbe etmelisin ki bilmeden farkında olmadan günah işlemişsindir sen bilemez, sen göremezsin çünkü sen acizlerin en acizisin. Çünkü sen zavallıların en zavallısısın.

Âlemde en üst mertebe Mevla’nın ışığına kavuşmak, onun aydınlığı ile aydınlanmak, onun dostluğuna nail olmaktır. Ne dünya nimetleri, ne ahret nimetleri O’nun ışığının aydınlığı veremez. O’nun nurunun ve cemalinin güzelliğinde olmaz. O’nun cevherine, O’nun ışığına kavuşan kişiler zavallı kişilerdir. “Ben sıfır ibn sıfır ibn sıfırım.” Diyebilenlerdir. Kibirden uzak, kibrin anlamını bile bilmeyen, bir karıncaya bile hürmet ve saygı gösteren kişilerdir. Rab’lerinden O’nun rızası dışında isteği olmayan kişilerdir. O kişiler ki bolca dua ederler ve derler ki: “Ya Rab’im bana senin rızanı ve senin hayırlı gördüğünü ver. Sen bana seni nasip et, sen nasip etmesen nefes alamam, sen nasip etmesen adım atamam, sen çok nasipkârsın bana da nasip et.
20.08.2012
Engin DİNÇ

19 Ağustos 2012 Pazar

Engin DİNÇ - Adaletin Simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)


Kıtlık çekilmekteydi yemek yemek isteyen H.Z. Ömer(R.A.)’ın önüne güzel güzel yemekler getirilince “Bunlar da nedir böyle?” diye sordu. Bunun üzerine yemeği getiren oğlu “Açsın günlerdir düzgün bir şey yemiyorsun, çok zayıf düştün baba…” dediğinde H.Z. Ömer(R.A.) hışımla ayağa fırlar ve “Bunları halk yesin bana biraz ekmek ve yağ getir. Halifeyim diye bana bunu yemek düşmez…” Diye buyurdu.

Adalet dediğimiz şey artık günümüzde sıfır hatta sıfırında altında… Hırsızlık, soygunculuk, harama tama etme almış başını gitmiş. Hiç kimse bir başkasının hakkını gözetmiyor. Karnını doyurmak için hiç acımadan başka kişinin lokmasını elinden alabiliyor. Bunun en büyük örneğini de yıllardır açlık ve sefaletle savaşan Afrika ülkelerini gösterebiliriz. O ülkelerin bir kısmı açlık ve sefalet ile sürünürken bir kısmı özellikle de yönetici kısmı lüks içinde bir yaşam sürüyorlar.

H.Z. Ömer(R.A.) Medine'de deve pazarında gezerken çok iri ve besili develer gördü. Oradakilere sordu: "Bu develer kimin?"  Cevap verdiler. "Ya! Ömer o develer senin oğlunundur."  Bunun üzerine oğlunu yanına çağırdı ve dedi ki: "Bu develer neden böyle besili neden böyle kilolu?" Oğlu: "Baba onlar otladı ve beslendiler bu yüzden kilolular..." H.Z. Ömer(R.A.): "Bunları besleyen çobanlar bu develer H.Z. Ömer'in oğlunun deyip çok besletti değil mi?” Oğlu: "Benim bir suçum yok baba..." H.Z. Ömer(R.A.): “O develer satılacak ve sadece hakkın olanı alacaksın artan kısmı müminler arasında pay edeceksin çünkü bu develer onların develerinin yemesi gerekeni yemiştir..."
İşte o adaletin simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)

Devletin yöneticisi ve halifesiyken bile kendisine karşı bir öncelik sağlanmasını istememiş, kimsenin hakkını göz dikmemiş, her kulun hakkını göz etmiştir. Gelin görün ki bu gün ülkemizin başta yöneticileri yukarıdan aşağıya doğru nasıl bir damla hak yerim diye bakıyor…

Vekillerin torpillerli, referanslar, haksız kazanç, adaletsizlik, haksız ticaret v.s…

Çok görüyorum! Bir cemaate girip de oradaki kişiler kanalıyla kamu görevlisi olmak için çabalayanı ya da terfi alma çabasında olanı… Koltuk ve makam sevdası için o yeri hak edenlerin haklarını gasp edenleri… Hele ki bunları yapanların “cemaatçiyim ben” demeleri yıkıyor beni… İslam’ı seçip Allah(C.C.)’a ulaşmak için o yolda yürüdüğünü iddia ederek bir cübbe, bir sarık, bir çarşaf giyerek elindeki tespihlerle Rab’i anarken bile sayının hesabını tutan ticaret ehilleri yıkıyor beni…

Bu devirde bize bir sen lazımsın Ya! Ömer(R.A.)… Torpil yapmayı, haram yemeyi, makamını rant için kullanmayı bile helal sayanların yaşadığı bu devirde, senin gibi bir adalete ihtiyacımız var Ya! Ömer(R.A.)…
Adaletin simgesi gözlerine bez bağlanmış elinde bozuk teraziyle duran bir Yunan Tanrıçası değil sen olmalısın Ya! Ömer(R.A.)…

H.Z. Ömer(R.A.)'in oğlu hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi idi. Yahudi “Bakalım halife kendi oğluna da Allah(C.C.)'ın emrini tatbik edecek mi?” diye, H.Z. Ömer(R.A.)'in oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, yahudinin teşvikiyle kızına da zina etti. Muradına eren Yahudi sokağa çıkıp: “Ömer'in oğlu benim kızıma zina etti, diye bağırmaya başladı. “ Dedikodu her tarafa yayılıyordu. H.Z. Ömer(R.A.), meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudinin kızına zina ettiğine kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. H.Z. Ömer(R.A.): “Zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım.” dedi ve seksen sopa vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya başladı. Diğer ashap: “Ya Ömer ağlama, şeriatın emridir.” diye teselli etmeye başladıklarında O(R.A.) “Ben oğlum öldü diye ağlamıyorum. Ben sopayı ona vururken acaba içime babalık merhameti doğdu da, yavaş vurdum mu diye ağlıyorum. Eğer öyle oldu da, yarın Allah(C.C.) bana bunun hesabını sorarsa ne cevap vereceğim diye ağlıyorum.” dedi.

19.08.2012
Engin DİNÇ

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Erkekler de Ağlar


Hep kültürümüze yerleştirilmeye çalışılmış bir savaştır o söz: “Erkekler ağlamaz…” Oysa ağlamak doğum anından itibaren başlar ve hep güzel şeyler için ağlanır.

Erkekler ağlamaz: Her gece secde başında ağlayarak Rab’inden af-ı mağfiret dileyen peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) de erkek değil miydi?

Resulullah(S.A.V.) bir gece zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde idi. Gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah(C.C.)’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmü Seleme, Resulullah(S.A.V.)’ı yatağında görmeyince kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah(S.A.V.) evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah(C.C.)’a şöyle yalvarıp yakarıyor:
“Allah(C.C.)’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların bana gülme vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme.  Allah(C.C.)’ım! Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.  Allah(C.C.)’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten (beladan) koru.”
Ümmü Seleme, Resululla(S.A.V.)’in bu durumunu görünce ağlayarak kendi yerine döndü. Resulullah(S.A.V.) Ümmü Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sordu.
Ümmü Seleme şöyle dedi:
“Ya Resulullah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah(C.C.) katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza rağmen Allah(C.C.)’tan böyle korkuyorsunuz, Allah(C.C.)’tan bir an bile sizi kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!”
Resulullah(S.A.V.) onun sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Nasıl korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkiime güveneyim! Oysaki Allah-u Teâlâ(C.C.), Hz. Yunus(A.S.)’u bir an kendi haline bıraktı ve onun başına gelmemesi gereken şey geldi!”

Evet, erkekler de ağlar. Herkes kadar erkekler de ağlar. Lakin ne için ağladığı çok önemlidir. Bir kızın terk edip gitmesiyle arkasından ağlayan bir kişi değildir erkek… Her gece sabahlara kadar secde başında ellerini göğe açıp Rab’ine yalvaran kişinin adıdır… Ümmeti olduğu peygamber’in yolunda giden kişinin adıdır erkek…

Erkekler de ağlar… Kim demişse erkek ağlamaz diye; işte odur vatanımın milli ve kültürel değerlerine zarar vermek isteyen kişi…

Gözündeki yaşı dökmeyi düşüklük, adilik, zayıflık saymak ne kadar da yanlış... Her zaman güçlü olduğunu gösterme çabasına girişen erkek nefsi, başına ne iş gelirse gelsin gözyaşı dökmeme çabası içine girer oysa yapabildiği en büyük roldür. Bir sıkıntı anında güçlü olup ağlamayan erkek o günün gecesinde yatağa girdiğinde hıçkırıklara boğulan kişidir… Peki ya kibirden, küçük görülme korkusundan dolayı duygusunu yaşayamayan kişi erkek midir?

H.Z. Peygamber(S.A.V.) eşinin görmesinden bile çekinmemiş ellerini semaya açıp gözyaşı dökerek Rab’i önünde ne kadar aciz olduğunu göstermiştir. Mümin kul en acizdir, acizlerin acizidir. Her daim gözünde yaş gerektir, acizliğinin, zayıflığının, muhtaçlığının farkında olmalı ve ellerini açıp yalvarmaktan uzak olmamalıdır. Muhakkak ki “Nefsini bilen Rab’ini bilir.” Çünkü nefsinin ne kadar aciz olduğunu bilen Rab’inin de ne kadar bağışlayıcı ne kadar fedakâr olduğunu bilir. Bu konuda H.Z. Ali(R.A.) şöyle buyuruyor: “Allah(C.C.)’ımı isteklerimin olmamasıyla bildim.”

18.08.2012
Engin DİNÇ

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Engin DİNÇ - Bunları Biliyor Musun?


Ey Yolcu!

Biliyor musun kendini? Kim ve ne için var olduğunu, dünyanın ne için var olduğu, diğer canlı ve mahlûkatın neden var edildiğinden haberdar mısın?

Soruyorum bir tanesine cevap verebilir misin?

-100.000.000(Yüz Milyon)x12 defa her nefesinde hayatının bağışlandığını biliyor muydun?
-Kirpiklerin olmasa kör olacağını biliyor musun?

-Burun denen organın -40 derece de nefes alsan bile onu bir saniye de 36,5 dereceye getirdiğini biliyor musun?

- Kursak deliğinin beş santim altında tiroit bezi bulunur. Bu bez biraz az salgılasa fıçı gibi olur, biraz fazla salgılasa şemsiye teli gibi kalırsın. Peki ya o hiç olmasa nasıl olurdun düşünüyor musun?

- Bir kadının yumurtasını 10.000 defa büyütsen bir toplu iğnenin başı kadarken yine ondan 35.000 kaç küçük olan spermin birleşmesiyle senin meydana geldiğinin farkında mısın?

- O döllenen yumurta hücresi ikiye katlanarak milyar hücre sayısına gelerek seni oluşturuyor ama o katlanma sırasında mikronda bir kayma olsa dilin göbeğinden çıkardı bunu biliyor musun?

- Söyle bakalım âlemin en büyük varlığı; sana dünyayı tek tapu yapsak aklını verebilir misin?

- En büyük teknolojileri, bilimsel imkânları verelim bir insana can verme gücüne sahip ol ve toprağı bir çamur haline getirip insan yap ve can ver… Allah(C.C.) sana “Kulum insana can verdin, topraktan insan yaptın da kendi toprağınla yapsana…”derse ne cevap verebilirsin?

“Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız.” (Mü-minûn Suresi 12. Ayet)

“O(C.C.)'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri: Sizi topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.” (Rûm Suresi 20. Ayet)

“Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı ilkin çamurdan yarattı.” (Secde Suresi 7. Ayet)

“İnsanı bir parça sudan yaratıp da soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale haline getiren de O(C.C.)’dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkân Suresi 54. Ayet)

Ey kibirli insan sen âlemlerin en gelişmiş varlığısın, en büyüğü, en güçlüsü ve en akıllısısın öyle mi? Peki, madem bir balina gibi dalsana, bir kartal gibi kilometre yukarıdan uçup bir tavşanı görsene…

- Bir uçakla 2.000 metre de uçarsın kış günü orada sıcaklık -30 derece iken bir leyleğin 6.000 metrede uçabildiğini biliyor musun?

- Bir bukalemun gibi hiçbir kimyasal kullanmadan derinin rengini değiştirebiliyor musun?

- Sana DNA diye bir zincir verildiğini ve âlemde bir benzerinin olmadığını biliyor muydun?

- Yemek yerken çeneni üç farklı yöne aşağı, sağa ve sola doğru hareket ettirmesen geviş getiremeyeceğini biliyor musun?

H.Z. Ali(R.A.) diyor ki: “Derdin kendindendir bilmiyorsun derman yine sendedir görmüyorsun koskoca âlem içine yerleştirilmiş sen kendini hala küçük bir şey zannediyorsun."

Sen ne olduğunun farkında bile değilsin oysa H.Z. Muhammed(S.AV.) buyuruyor ki: “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Kişi ne olduğunu bilirse onu bir yaratanın nasıl da mükemmel yarattığını bilir.

Ateistler Allah(C.C.) yok(Tövbe Hâşâ), Darwin teorisi bir gerçek diyorlar…

-Soruyorum onlara da; terzi iğnesiz olur mu, okul öğretmensiz olur mu, mahalle muhtarsız olur mu?
E! Olmaz…

-O zaman kâinat Rab’siz olur mu?

-İnsanlar maymundan geldi diyorsunuz; şimdi ki maymunlar niye insan olmadı hallerinden memnun mu kalmışlar? Dünya da o kadar tür varken fiziksel özelliği en benzeri olan maymundan geldiğine inanıyorsun da çamurdan yapıldığına mı inanmıyorsun? Madem maymundan geldin o maymun kimden geldi ya?

Âlemler mukaddes bir düzenle yaratılmıştır. Aklınızın alıp gözünüzün gördüğünden fazlası daha fazla türler vardır âlemde…

Öyleyse âlemleri yaratan Rab’in bu kadar nimet için senden bir teşekkür beklemez mi? Bekliyor elbet ve diyor ki: “Sana 24 saatlik bir gün veriyorum sadece bir saatini bana ibadetle geçir. 23 saatin dünyalık hayatına kalsın ve bana ayırdığın o bir saatin hatırına diğer 23 saati de ibadetle geçirmişsin gibi sevaplandırayım.”  Allah(C.C.) rızası için, Cennet sevgisi ve Cehennem korkusu olmaksızın sadece Allah(C.C.)’ın rızası için, sabah iki farz iki sünnet, öğlen dört sünnet dört farz iki sünnet, ikindi dört sünnet, dört farz, akşam üç farz, iki sünnet, yatsı dört sünnet, dört farz, iki sünnet, üç rekât da vitr kıl. Toplamında bir saatini bile almayacak bu ibadet ile Allah(C.C.)’a sana verdiği nimetler için ve kudretinin büyüklüğü için bir teşekkür sunmuş olursun.

Çok zor sanma dediğimi; şuan kalk abdest al ve iki rekât tövbe namazı kıldıktan sonra pişman olduğunu Allah(C.C.)’a söyle… Kırk gün zorlanacaksın sabret ondan sonra her duan kabul olacak, her sıkıntın geçecek, kalbine ferahlık yüzüne güzellik gelecek. Çünkü Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 9. Ayetinde şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.) iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vâd etmiştir.”

Âlemdeki her şeyi her sorunun cevabını Kur’an-ı Kerim cevaplar. Her sorunuzun cevabını onda arayın ve o cevapları Allah(C.C.)’ın cevabı olduğunu bilerek sorgusuz kabullenin çünkü Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 10. Ayetinde: “Kâfir olup âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler.” Demiştir.

Ve! Hayatınızın merkezine koymanız gereken Ayet-i Kelime olan Mümin Suresi 58. Ayeti asla unutmayın: “… Ne kadar az düşünüyorsunuz?”

13.08.2012
Engin DİNÇ

12 Ağustos 2012 Pazar

Engin DİNÇ - Sözde Müslüman'ız


Evet!

Ben Müslüman olduğumda 20 yaşındaydım!

Ağır konuşacağım bu sefer, alınırım, darılırım dersen hiç yaklaşma şimdiden… Konumuz İman’ın sözdeliği… Evet, yanlış yazmadım sözde Müslümanlar konumuz yani birazda özeleştiri yaparak gideceğim konunun devamında. Biz; sözde Müslümanlar…

"Ben yaydan fırlayan okum... Kalbe girerken taşları kırar, duvarları yıkar, canları yakarım..." (E. DİNÇ)

Kendi sözümle başlıyorum ki bilesiniz ne kadar ağır konulara daldığımı… Müslüman olmak için ilk gereken nedir? Kelime-i Şahadet getirmek. Heh! ben Kelime-i Şahadet getirdim şimdi Müslüman oldum mu? Evet oldun… Ama lafta oldun…

Müslüman yani İslam olmanın şartı kaçtı hatırlayalım. Beş değil mi; Kelime-i Şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek. Biz ne yaptık daha birincisini yaptık yani Kelime-i Şahadet getirdik. Biz burada bırakırsak ancak 5’in 1’ini alırız…

Bu konu hakkında Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 14. Ayetinde şöyle denmektedir: “Bedeviler "iman ettik" dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyat ettik" deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah(C.C.)'a ve resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah(C.C.) gafûr ve rahîmdir (mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).”

İşte Kelam-ı Kadimde de söylediği gibi sadece Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olunmuyor. Onun için namaz da gerekiyor, oruç tutmak gerekiyor, bunlar kadar zekât da gerekiyor, imkânı oldukça hacca gitmek gerekiyor. Oysa biz kolay olayını yapıp işin içinden çıkıyoruz. Tamamen samimiyetsiz bir Müslümanlık bizimkisi…

Soruyorum;
-Kaçımız 5 vakit namaz kılıyor?

-Kaçımız oruç tutuyor. Ramazan’ı aksatmadan ve Pazartesi-Perşembe günlerini oruçlu geçiriyor?

-Kaçımız malının kırk da birini zekât veriyor?

-Kaçımız Hac ziyareti için dileklerde bulunuyoruz? Bu biraz maddiyat ve biraz da kısmet olduğu için ılımlı yaklaşıyorum…

Şimdi buraya kadar okuyan “Sen kendine bak başkalarının İman’ı sana mı kaldı?” diyecek… O kılkuyruk tipler çok malum… Bana kalmadı hemen kafanı kaldır yukarıdaki ayeti oku… Allah(C.C.) diyor ben onun sözünü söylüyorum sorgulama yetkin varsa onu sorgula…

Bir de bazı cemaatler kahramanlık peşine düşüp Hıristiyanları Müslüman yapma peşinde değiller mi? Ah! Ne sövüyorum, ne sövüyorum. “Yüzünüz yere sürünsün…” diyorum H.Z. Muhammed(S.A.V.) böyle derdi… Yahu arkadaş o adamı Müslüman yapacaksın peki nasıl olacak? Alacaksın karşına bir Kelime-i Şahadet getirteceksin tamam hadi sen yoluna ben yoluma… Böyle dine zarar verirsin, bir kazancın olacağını mı sanıyorsun. Hani İslam’ın şartları, İman’ın şartları… Farzlar, Sünnetler, Vacip, Mekruh… Hani nerede ilim, fıkıh, şeriat… Kendisi bilmiyor ki o adama öğretsin…

Önce biz içimdekileri Müslüman yapalım da Hıristiyanlar sonraya kalsın. Kıyamet alametlerinin en başında geliyor bu dediğim. Deniyor ki; “Ahir zaman geldiğinde cemaatler, tarikatlar çoğalacak ama hiç birinde İman olmayacak. Nice milyon kişilik cemaatler helak edilecek.” Onlardan olmayın İnşAllah…

Hem o adamın Hıristiyan kalmasından sana ne sen kendi yoluna bir bak önce… Böyle dediğimde de bana diyor ki eee “tebliğ ediniz.” Deniyor onu dinlemeyelim mi? Dinle tabi de H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu sözü söylediği kişiler sahabelerdi sen onlar kadar İman sahibiysen sende tebliğ et… Bir adamı Müslüman yap sonra ona tüm İslam’ı öğret gel ayaklarını yıkarım… Ülkemizde bunu yapabilecek kaç tane âlim tanıyorsunuz? Aklıma gelen ilk beş kişiyi sayalım mı? Seyyid Mahmut Ustaosmanoğlu(Efendi Hazretleri), Seyda Hazretleri(Menzil), Seyyid Fevzeddin el Bilvanis(Eskişehir), Fethullah Gülen, Ahmet Mahmut Ünlü(Cübbeli Ahmet Hoca)… Bu kişilerin şahısları sadece bu mertebeye yükselmiş ve gözle görülecek kadar da ortadadır. Peki, bu muhteremlerin bilgisine, âlimliğine sahip misin? Yok değilsen o mertebeye ulaşmak için çabala ey nefsim… Bırak onu bunu bir yola getirmeye; diyor ki Şah-ı Nakşibend: “Ey yolcu! Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun, öteki geride kalsın. Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar gitsin dilediği yere, sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf ile güzaf.” Bırak milleti kendine bir dön önce…

Yunus Emre(K.S.) Diyor ki:
“Gel ey derviş Hak’ı bulayım dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz.
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz.”

O sebepten gereken o ki kendi İman’ımızı tam anlamıyla sağlamlaştırmak için bir âlime varmak ondan ders almak gerekiyor. Âlimlerin bir kaçını yukarı da saydım varsa başka bildiğin kapısına git, tıklat otura yanına “Bana İman’ı yaşat hocam” de!

Hem bir düşün; sen düzgün olursan, sen doğru işler yaparsan başka insanlarda senden görerek düzelir. Seni sever, sana yaklaşır, sana benzemek isterler. Hiç kimse birbirinden farklı değildir herkes birilerine benzeme peşindedir. Komünist adamın ekolü Che Guevara, Kemalist bir adamın ekolü Mustafa Kemal Atatürk ya da Leninist bir adamın ekolü Lenin… İşte sende bir ekol olmalısın, kendin İslam’ı en iyi şekilde yaşarsan sende o ekollerden olursun. Bu gün Efendi Hazretleri bir ekol değil diyebilir misiniz?

En başta şunu demiştim ya; ”Ben Müslüman olduğumda 20 yaşındaydım!”

Evet, ben Müslümanlığın aslını o yaşlarda tatmaya başladım. Kötü alışkanlıkları bırakıp yüzümü secdeye sürmenin lezzetine vardım. Bize hep başını dik tut, kimseye kendini ezdirme v.s. dediler… Ben başımı eğmenin lezzetine vardım, kabullenmenin, boyun eğmenin güzelliğini gördüm. Bir mürşit aradım bir tane ile yetinmedim her âlimi kendime mürşit edindim kimseye bağlı kalmadım. İki sayfalık yazıyı okuyamayan toplumumda binlerce sayfalık kitapları okudum her harfi yorumladım. En önemlisi Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’i eline alıp da sevap almak için okuyanlardan değil anlayanlardan olmaya çabaladım. Çok iyi bir Müslüman mıyım? Yok, iki rekât namazı bile tam bir huşuu içinde kılamadım hala…

12.08.2012
Engin DİNÇ

10 Ağustos 2012 Cuma

Engin DİNÇ - Mevlâ Aşkına Varmanın Yolu

Ey yolcu! Allah(C.C.) yolunda gitmeyi istiyor ve onun dostluğuna talip oluyorsun, büyük âlimlerden olma amacındasın… O zaman ona ulaşma yolunun on aslını unutmaman gerekir. Bu asıllar şunlardır:

Birinci asıl Tövbe’dir: O iradeyle Allah(C.C.)’a dönmek. Yüzünü kıbleye çevirip pişman olduğunu Allah(C.C.)’a söylemek ve af dilemektir.  Allah(C.C.) şirk yani Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç her günahı affedeceğini söylemiştir. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmuştur: “Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur.” (Bakara Suresi 37. Ayet) Düşünün ki her insan biraz günahkârdır. Ama Rab’imiz tüm günahları bağışlayacağını ve tövbe edenin bir bebek kadar temiz olacağını belirtmiştir. Bu konu hakkında H.Z. Muhammed(S.A.V.) bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “Günahından tevbe eden, sanki günah işlememiş gibi olur.” (İbn Mâce, Zühd) 40 Hadis-i Şerif (19.Hadis) Düşünün ki hangi günahı işlemiş olsanız dahi, Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç hepsi affedilir; zina, cinayet, haram… Büyük ve küçük günahları tövbe etmek bir daha yapmamak koşuluyla affedeceğini söylüyor Rab’imiz… “…Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.(Nur Suresi 5. Ayet)

İkinci asıl Zuid’dir: O, dünyanın süsü, zevki, malı, makamı, yüksekliğinin azından da çoğundan da uzak olmaktır. Hem dünya sevdasından hem Cennet isteğinden vazgeçmektir. Bu konuda H.Z. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dünya Âhiret ehline haramdır, Âhiret de dünya ehline haramdır! Her ikisi de kendilerini tamamen Allah(C.C.)’a verenlere haramdır."

Üçüncü asıl Tevekkül’dür: Her işinde Allah(C.C.)’a yaslanmak, her gelen ve gideni Allah(C.C.)’tan bilmektir. Nitekim Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Talâk Suresi 3. Ayetinde şöyle buyurmuştur. “…Kim Allah(C.C.)'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah(C.C.) ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Allah(C.C.)'a dayanıp güvenene Allah(C.C.) kâfidir. Allah(C.C.) buyruğunu elbette yerine getirir. Gerçekten Allah(C.C.) her şey için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir.”

Dördüncü asıl Kanaat’tır: Ki o fazlaya göz dikmemektir. İhtiyacı kadar yemek, ihtiyacı kadar içmek fazlasını harcamaktan uzak durmaktır. Nitekim Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim’in A’raf Suresi 31. Ayette şöyle buyurmuştur: “Ey Âdem'in evlatları! Her namaz vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” Nitekim H.Z. Ömer(R.A.) tüm günü oruçlu geçirir ve iftarda sadece on bir lokma ile yetinirdi.

Beşinci asıl Uzlet’tir: Ki o İnzivaya çekilip, insanlardan uzaklaşarak sadece Allah(C.C.)’ı düşünmek ve günlerini ibadet ile geçirmektir. Uzlet nefsanî lezzetlerden ve fani hayatın pisliklerinden uzak tutar. Her daim Allah(C.C.) huzurunda kalmayı ve ibadet etmeyi sağlar. Uzlette kişilere farklı âlemler zuhur eder farklı kapılar açılır, yüksek mertebelere erişen yolcu diğer insanların sahip olmadığı özelliklere sahip olur. Onların göremediğini görür, hissedemediğini hisseder, kalplerinden geçirdiklerini anlar.

Altıncı asıl Zikrullah’tır: Ki o her zaman, her daim kalben ve dil ile Allah(C.C.)’ı anmak, zikir çekmektir. Allah(C.C.) en büyük Hadis-i Kutsilerinden birinde şöyle buyuruyor: Ebû Züra (En büyük hadis hafızlarından) tüm senedini vererek şöyle buyuruyor ki: Ebû Züra: Ben duydum İmam Ali Rıza (AS)’dan; İmam Ali Rıza (AS) buyurdu: Bana haber verdi babam İmam Musa-i Kazım (AS), o duydu babası İmam Cafer-i Sadık (AS)'dan, o duydu babası Muhammed Bakir (AS)'den, o duydu babası İmam Zeynelabidin (AS)'den, o duydu babası Kerbela şehidi H.Z. Hüseyin (AS)'den, o duydu babası Allah( CC)'ın Aslanı H.Z Ali (RA)'den, o duydu Peygamber H.Z. Muhammed (SAV), o duydu Cebrail (AS), o duydu ALLAH (CC): "La ilahe illâllah kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim kaleme girerse azabımdan emanda kalır."

Yedinci asıl Tam Teveccüh’tür: Yüzü ve gönlü tamamen Mevla’ya çevirmektir. Tüm dünyevi zevklerden yüz çevirmektir. O Âşık O(C.C.)’ndan başka ne bir sevgili ister, ne de ondan başka maksadı olur. Sadece Allah(C.C.)’ın rızasına taliptir.

Sekizinci asıl Sabır’tır: Ki o nefsin sizi yolundan döndürme çabasına karşı gelmek ve yolunda devamlı olmaktır. Adımlarını sabit tutarak etrafına bakmadan Allah(C.C.)’ın cemalini görme arzusuyla İman ve irfan yolunda ilerlemektir.

Dokuzuncu asıl Murakabe’dir: Ki o güç ve kuvveti terk etmektir. Güçlü ve üstün olmaktan korkmak ve yüz çevirmektir. Her daim en güçlü olanın ve her şeye kadir olanın Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve tevekkül etmektir.

Onuncu asıl Rıza’dır: Ki o Allah(C.C.)’a kavuşturacak yolun en önemli adımıdır. Gelen her kazanın, belanın ya da güzelliğin Allah(C.C.)’tan geldiğini bilmek, kabullenmek ve sebebi Allah(C.C.)’tan gelen şeklinde aramaktır. Bir kaza geldiğinde kazayı getirenin de Allah(C.C.), bir güzellikle karşılaşıldığında o güzelliği verenin de Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve sorgusuz kabullenmektir.

Allah(C.C.) herkese istediğini verendir. O çok cömerttir. Bela isteyene bela, güzellik isteyene güzellik, mal-mülk isteyene mal-mülk, şöhret isteyene şöhret ve kendisini isteyene de kendisini(rızası) verecek kadar cömerttir. Güzel isteyin ki, güzel versin.

Allah(C.C.)’ın dostuyum diyene kendi dostluğunu, Şeytan’ın dostuyum diyene Şeytan’ın dostluğunu verir. Herkes yaşadığı hayata baksın! Kimle dost iseniz onu istediğiniz için dostsunuzdur…

10.08.2010
Engin DİNÇ

9 Ağustos 2012 Perşembe

Engin DİNÇ - Vicdanlı Olduğunu Sananlar



Herkes masumdur, herkes iyi kalplidir, herkes yardımseverdir, herkes iyiyi düşünür… Madem bizler bu kadar iyiyiz neden dünyayı kötülük kaplamış, neden hep kafamızı kaldırdığımızda gökyüzü kapkaranlık… Şişko, göbekli fabrika patronlarının o bacalardan çıkarttıkları hırsların karanlığı kaplamış gökyüzünü…

Dünyaya o kadar dalmışız ki bir çiçeğe bile baktığımızda “Yaratan ne güzel yaratmış.” Deyip geçmek yerine, kopartıp sevgilimize veriyor ve onun nefsanî şehvetine katkıda bulunuyoruz. Herkes kendi nefsini alıp yargılamalıdır. Gerçekten iyi miyim acaba? Düşünelim; hiç mi bir çocuk kapının önünde ses yapıyor diye bağırıp kalbini kırmadık, hiç mi anne-babamıza ses yükseltmedik, hiç mi sevgiliyi yanlış anlayıp kızmadık? Hiç miler o kadar uzuyor ki kendim bile korkuyorum…

Düşünün ki; âlemdeki her şey Allah(C.C.)’ı zikretmektedir. Bir ağaç, bir çiçek, bir hayvan… Sevgilinize vermek için kopartıp öldürdüğünüz bir çiçeğin katili olduğunuz kadar, zikrini de böldüğünüzü düşündünüz mü?
Sokak da sizden yemek istediği için yaklaşan kedi veya köpeğe tekme atıp kovduğunuzda aç kalanların halini hiç düşündünüz mü ya da aç kaldığınızda kendinizi?

Afrika gibi açlık ve sefalet ile yaşam savaşı veren insanların olduğunu bile bile hiç ihtiyacın olmayan bir elbiseye verdiğin parayı düşündün mü ya da “fazla geldi yiyemiyorum.” Diyerek çöpe attığın yemeği? Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi 26-27. Ayetlerinde şöyle buyuruyor Rab’imiz: “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”

Çağımızın en meşhuru olmuştur yardım dernekleri… Özellikle de Mübarek Ramazan ayında iki kat faaliyet içindeler… Kafanızı kaldırıp baktığınızda medya da reklamlar, sokaklarda afişler; “Afrika’ya yardım, fitrem Afrika’ya, Afrika açlık çekiyor v.s…” hep düşünmüşümdür. Bu Afrika insanı sadece Ramazan’da mı aç? İnşAllah öyledir ve yardım yapanların yaptığı yardımlar ihtiyacı olanlara, gerçekten aç olanlara ulaşıyordur…

Yardım yapanlar demişken; birçok insan eline telefon alıp bir mesaj atıyor ya da daha fazla geliri olanlar hesaplara para yatırarak yapıyor yardımını(Allah(C.C.) onlardan razı olsun) ama kimileri de var ki bunlar şu en başta bahsettiğimiz şişko, koca göbekli patronlar… Medyaya baktığınızda hep gündemdedirler ve manşetler belli; “Şu şirketin patronu bu derneğe şu kadar yardım yaptı, Şu hocamızda bilmem kaç bin Türk Lirası yardım geldi v.s…” uzayıp giden bu manşetlerden sırf Allah(C.C.) rızası için samimiyet arıyorum ama bulamıyorum. Pek de konuşmak istemiyorum zan olmasın diye ama gelin görün ki göz önünde yapılan, medya da üstelik de yandaş medya da, yani şu hep onların haberini veren, onları savunan, “o ne derse doğrudur” diyen medyada yapılıyor olması da sanırım ortada zan bırakmıyor…

İşte onlar asıl vicdansız olanlar… Çünkü vicdan sömürüyorlar. İnsanların içlerindeki vicdan muhasebesinde terazinin dengesini bozmayı amaçlıyorlar. Şahsi çıkarları için, reklam giderlerini azaltmak için böyle davranıyorlar belki de… Halkımızın çok sevdiğim tarafından yani saflığından faydalanıyorlar. Her şeyi güzel ve doğru düşünen halkımız medyanın dediği ve yaptığı her şeyi doğru buluyor. Şunu hiç düşünen yok! Her hangi bir ayda sevişme sahneleriyle dolu filmler verip kitleleri televizyon başına mahkûm eden zihniyet Mübarek Ramazan ayında birden evliya kanalı olu veriyor…

Vicdanlı olmak için; sevmek gerekir her şey, herkesi sevmek gerekir, dostu da düşmanı da… Çünkü H.Z. Muhammed(S.A.V.) sevmek konusunda şöyle buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan Allah(C.C.)'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!" (Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et'ime 45; İbni Mâce, Mukaddime 9) İmanlı olmak için önce sevmek gerekir. İnsan sevdiğine gösteriş için iyi davranmaz, gerçekten iyi olduğu için kalpten severek ve isteyerek iyilik yapar, iyi davranır. Asla “Ben sana bu iyiliği yaptım.” Dercesine davranmaz. Yaptığı iyiliği ve yardımı gösteriş yapmak için yapmaz. Kişinin amacı daha az bir giderle reklam yapmak ve şirketinin müşteri portföyünü arttırmak değil, Allah(C.C.)’ın rızası olmalıdır.

Vicdanlı olmak için; her şeyi sevmeli ve onun gönlüne saygı göstermeliyiz bir karıncaya bile… Bir gün İmam-ı Şüreyk(K.S.) sofranın üzerinde bir karınca görür. Onu eline alıp yere bırakır ve takip etmeye başlar. Karınca yavaş yavaş yuvasına doğru gider. Tam üç kilometre yol gittikten sonra yuvasına girer. İmam-ı Şüreyk(K.S.) her gün üç kilometre yol yürüyerek o karıncanın yuvasının etrafına un bırakır. Görün ki; iyi bir insan olmak için, gerçekten vicdan sahibi olmak için bir karıncanın gönlüne dahi böylesine saygılı olmak gerekir.

İman için vicdanın, iyiliğin ve Allah(C.C.) Aşkının kalbe yerleşmesi, orada katılaşması gerekir. Her dil ile Müslüman’ım demek, Kelime-i Şahadet getirmek iman etmiş olmak demek değildir. Bu konu hakkında Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 14. Ayetinde şöyle denmektedir: Bedeviler "iman ettik" dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyad ettik" deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah(C.C.)'a ve resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah(C.C.) gafûr ve rahîmdir (mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).”

Vicdanı, iyiliği, saflığı ve güzelliği tekrar tefekkür ediniz. Çünkü Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim’inde der ki “…Ne kadar az düşünüyorsunuz!” (Mümin Suresi 58. Ayet)

09.08.2012
Engin DİNÇ

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Engin DİNÇ - Dua ve Tövbe


İnsan ve kul olmanın en güzel özelliğidir inanmak. İnsan inanmaya ihtiyaç duyar. Herkes kendince inançlar sahibidir. Kimi; Müslüman, Hıristiyan veya Musevi’dir. Tanrı’nın varlık ve birliğine inanırken kimi de; Budist, Maniheist, Totemist… İnanmak; aslında insanın nefsanî duygularını zincire vurmasını sağlayan en güzel özelliktir.

Mukaddes ve son din olan İslam’da da inanç ve ibadet büyük önem taşımaktadır. İbadetin en büyüğü de kulluğunun farkında olup Allah(C.C.)’tan istemektir, yani dua etmektir.

Dua etmek, Allah(C.C.)’tan ihtiyaç duyulanları istemek ve sonunda o isteklere karşılık bulmaktır. Duaya karşılık öncelikle sabrın bir eseridir. Kalben edilen her duaya karşılık verilir. Muhakkak ki Allah(C.C.) Muğnî (Zenginleştiren)’dir. Allah(C.C.) bizleri Ona karşı dua ve ibadet etmemiz için var etmiştir. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in A’raf Suresi 55. Ayette “Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O(C.C.), haddi aşanları hiç sevmez.” Demiştir. Allah(C.C.) yine Kur’an-ı Kerim’in A’raf Suresi 180.Ayetinde “En güzel isimler Allah(C.C.)'ındır, o halde bu isimlerle O(C.C.)'na dua edin. O(C.C.)'nun isimleri konusunda haktan sapanları terk edin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir.” Diyerek kendisine duada bulunmayanların, sapkınlık yapıp başka şeylerden medet umanların cezasını çekeceğini bildirmiştir.

Dua hususunda H.Z. Muhammed(S.A.V.) bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur. “İnsanların en âcizi dua etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir.” (Taberani)

Dua etmek, elleri açarak Rab’e yalvarıcı olmak bir nevi onu övmektir. O(C.C.)’nun kudret sahibi ve çok bağışlayıcı olduğunu O(C.C.)’na söylemektir. O(C.C.) övülmeyi çok sever, övülmek ve övünmek ona hastır. Hiçbir kul kibir duygusuyla bulunduğu konum ve işi gereği, güzelliği sebebiyle, zenginliği sebebiyle övünemez, kibirlenemez. Bunları yapma hakkına sahip olan tek Allah(C.C.)’tır. Dua etmek şükretmektir. Fakirlikte, zenginlikte şükür gerekir. Çünkü insanı fakirlikte güçlendiren, zenginlikle sınav eden de Allah(C.C.)’tır. Allah(C.C.) kim olursa olsun kendisine dua edilmesini, yalvarılmasını ister. Kişi zenginliğine güvenip de Allah(C.C.)’tan yüz çevirirse Allah(C.C.) da ondan yüz çevirir. Bu konu hakkında Resulullah(S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Kendisine iltica ile bir ricada bulunan kimsenin ricasını kesip atanın duâ ve ricasını da Allah(C.C.) kesip atar.” Resulullah(S.A.V.) her fırsatta dua ederdi. Öyle ki bir yağmur yağıp gök gürlese “Aman ya rabbim kıyamet mi kopacak.” Der ve gider namaz kılar, dua ederdi. O(S.A.V.)’nun ümmeti olan bizlerde tıpkı O(S.A.V.)’nun yaptığı gibi her fırsatta Allah(C.C.)’a dua edip, affı mağfiret dilemeliyiz.

Herkes günah işlemiştir ve işleyecektir. Çünkü Allah(C.C.) bizleri sınamak için bize nefis ve o nefsi vermiş ve o nefsi azdırmak içinde Şeytan’ı yaratmıştır. Şeytan fitneleriyle nefsimizi azdırır ve bizi günaha sürüklemeye çalışır. Her daim günahkâr bir kul olduğumuzu bilmeli ve tövbe etmeliyiz. Çünkü Allah(C.C.) bizleri günah işlediği zaman tövbe edip Allah(C.C.)’ı analım diye yaratmıştır. H.Z. Muhammed(S.A.V.) Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah(C.C.) sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi." [Müslim, Tevbe 9, (2748).] Allah(C.C.) tövbe eden kullarını çok sever ve çok sevinir. Bir Hadis-i Şerif de Peygamberimiz(S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok, Allahü teâlâ, kulunun tevbe etmesine sevinir."[Buhari]

Duacı ve tövbekâr olmak dileğiyle...

08.08.2012
Engin DİNÇ

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Engin DİNÇ - Mev'iza-i Diniye


Ey yolcu!

Her namazı son namazın gibi kıl.
Başını secdeye koyduğunda kaldırma ümidinde olma.

Her yemeğini son yemeğin gibi ye.
Bir sonraki lokmayı yutma ümidinde olma.

Her adımını son adımın gibi at.
Bir sonraki adımını atma ümidinde olma.

Her buluşmanın ardındaki vedayı son vedan gibi yap.
Bir daha buluşma ümidinde olma.

Her konuşmanı son konuşman gibi yap.
Bir sonraki kelimeyi kurma ümidinde olma.


Ey yolcu!

Yaşadığın anın farkında ol.
Geçmiş, gelecek kaygısında olma.

Her yer de Allah(C.C.) ile beraber ol.
Allah(C.C.)'ı zikretmeyi bırakıp gafil olma.

Adımlarını sabit tut, bastığın yerin farkında ol.
Başkalarının gittiği yollara bakıp oyalanan olma.

Her an Allah(C.C.) huzurunda olduğunun farkında ol.
Onun senin gördüğünü unutup da küfre giden olma.

Kötülükten, iyiliğe yolculuk halinde ol,
Kötülük ve kibir ile ölüp azap görenlerden olma.

Halk içinde Hak ile ol,
Hak'ın varlığını unutanlardan olma.

Her an O(C.C.)'nu hatırlayanlardan ol,
O(C.C.)'nun nurundan eksik kalanlardan olma.

Niyeti Allah(C.C.) rızası olanlardan ol.
Dünya nimetlerine kapılıp helak olandan olma.

Kalbin ve bedeninle faniyetten uzak ol.
Beşeriyete kapılıp Allah(C.C.) cemalinden mahrum olandan olma.

06.08.2012
Engin DİNÇ

5 Ağustos 2012 Pazar

Engin DİNÇ - Allah(C.C.) Rızası İçin Sevmek


Mukaddes, son ve hak din olan İslam’ın temelinde sevgi ve hoşgörü yatmaktadır.  Müslüman olan kişi, diğer Müslüman bir kişiyi kendi kardeşi gibi sevmeli ve o şekilde yaklaşmalıdır. Çünkü Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 10 Ayetinde: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah(C.C.)'a karşı gelmekten sakının ki O(C.C.)'nun merhametine nail olasınız.” Buyrulmuştur. İslam’ın temelinde barış ve kardeşlik yatmakta olup, düşmanlık ve kin şeytanın insanları yolundan etmek için kullandığı bir oyundur. Unutmayalım ki; korktuğumuz şeytanın bir iğneyi bile bir yerden alıp, diğer bir yere koymaya gücü yetmezken; ona Allah(C.C.) tarafından verilmiş fitne özelliği ile halkları birbirine düşman edebilir.

Kişi; sevgi ve hoşgörüyle dolu olup her daim güler yüzlü olmalıdır. Kendisine karşı istenmeden veyahut kasten yapılacak bir hakaret ve harekete karşı hoşgörülü olmalı, ona mütevazı bir şekilde içinde kötülük olmadan, tamamen iyilikle karşılık vermelidir. Böyle yapan bir kişi Allah(C.C.) katında da yüksek bir mertebe sahibi olur.

Müminlerin birbirini sevmesi öylesine önem taşımaktadır ki; rahmet peygamberi H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu konu hakkında şöyle bir Hadis-i Şerif buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan Allah(C.C.)'a yemin ederim ki sizler İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11) Böylece Cennet’e girmenin yolunun İman etmekten, İman etmenin yolunun da birbirini sevmekten geçtiğini açıkça belirtmiş ve şu Hadis-i Şerif’i de buyurmuştur. “Bir kimse din kardeşini sevdiği zaman kendisini sevdiğini ona bildirsin." (Ebû Davud, Edeb 112-113) Bir kişiyi sevdiğinizi ona söyleyin. Çünkü Resulullah(S.A.V.) böyle yapardı. Birbirinizi nasıl seveceğini de Hadis-i Şerif de “…Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” Diyerek belirtmiş ve selamlaşmanın önemini vurgulamıştır. Selamlaşmak dinimizin en mukaddes özelliğinden bir tanesidir. Peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) de selamlaşmaya büyük önemle yaklaşmış; yolda yürürken gördüklerine selam vermiştir. Selamlaşırken sarılmamış; karşısındakinin elini iki elinin arasına alarak selam vermiştir. Resulullah(S.A.V.) sadece kendi yaşıtı ya da büyük olanlara değil, çocuklara da selam vermiş ve onların başlarını okşamıştır. Selamlaşmak hakkındaki Hadis-i Şerifler öylesine çoktur ki birkaç örnek vermek gerekirse:

“Müslüman’ın Müslüman üzerindeki altı haktan biri de selam vermektir” (Müslim)
“Bir yere girerken oradakilere selam vermek borç olduğu gibi, çıkarken de selam vermek borçtur.” (Beyheki)

“Bir yere, bir meclise giren oradakilere selam versin. Oradan kalkıp giderken yine selam versin.” (Tirmizi)

“İnsanların en âcizi dua etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir.” (Taberani)

Gördüğümüz gibi H.Z. Muhammed(S.A.V.) selam vermeye çok büyük önem vermiş, selamlaşmayanı cimri olarak görmüştür.

Nitekim şöyle denilmiştir: “Allah rızası için bir mümin diğer bir mümini sevdiği zaman, Allah-u Teâlâ(C.C.) kıyamet gününde o kimselere öyle kürsüler hazırlayacaktır ki, bütün insanların hesapları bitinceye kadar o kürsülerde oturacaklardır.”

Hz. Ömer(R.A)’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber(S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.)’ın bazı kulları vardır ki; onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler. Ashab-ı Kiram: 'Onlar kimlerdir?' diye sordular. H.Z. Peygamber(S.A.V.) şöyle devam etti: 'Onlar (aralarında) nesep ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı halde birbirlerini Allah(C.C.) için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar.' ” (Ebu Davud)

Cennet’e girmenin İman etmekten, İman etmenin sevmekten, sevmenin de selamlaşmaktan geçtiğini belirten Peygamberimizin yolunda giden ümmeti olarak selamlaşmalı ve selamlaşmayı da yaymalıyız.

Selamun Aleyküm kardeşlerim…

Engin DİNÇ
05.08.2012

Engin DİNÇ - Bir Çocuğun Hikâyesi


Bir ufaklık varmış; 4-5 Yaşlarında bir erkek çocuğu. Ailesi çok fakir, öylesine fakir ki her gece aç yatarmış, yatarmış da uyumak ne kelime... Küçük bir gecekondu da otururmuş şerefsiz babası ve gariban anasıyla. Evin küçücük bahçesinde patates yetiştirir onunla doyururmuş karnını. Bıldırcın yumurtalarını çalar kızartırmış. Kimi zaman bahçedeki erik ağacının üstüne çıkar kırmızı kırmızı erikleri toplar ama tadına bakamazmış bile. Bir iki kilo çıkarsa satarmış ekmek parası...

Bir arkadaşı olmamış hiç, bir kardeşi de yokmuş. Tek başına yaşamak, tek başına savaşmak onun ki... Bir gün annesiyle doktora gitmiş. Doktor amcadan ilk o gün duymuş kanser hastalığını. İlk o gün öğrenmiş ölüm kelimesini, ilk o gün içine inanılmaz acılar girmiş. Evet, annesi kanser hastasıymış. Eve geldiğinde şerefsiz babasından "ölürse ölsün" lafını duymuş. İlk o gün öğrenmiş kini, nefreti. O gün anlamış savaş ne demektir...

Allah(C.C.) ne kadar yücedir ki kanseri yenmiş annesi. Yıllar geçiyor sessizce yalnız, küçük, fakir yüreği hafif hafif büyümekte. Ama o büyüdükçe azalmamış dertleri tersine çoğalmış. Dokuz yaşına geldiğinde tarifi zor bir hastalığa yakalanmış. O diri diri çürüyormuş, iç organları anlaşılamayan bir nedenden yok oluyor... Doktor amcaları annesine söylerken duymuş "pek umut bağlamayın, kızıp azarlamayın, kendi halinde yaşadığı kadar..." ilk o gün gülümsemiş ölüme. Yıllarca küçücük savaşçı yüreği hiç bir şeye yenilmemiş de bu hastalığa mı yenilecekti? Doktorlar perhiz uyguladılar bizim ufaklığa, sadece haşlanmış patates, kepekli ekmek ve su. Başka hiç bir şey yiyemez! Her gün annesinin ağlayışlarını görmek çıldırtmak üzeredir artık onu ve bir gün annesine gider şöyle der "anne ben öleceğim değil mi? Aç kalıyorum bu perhizle, kurtulmak istiyorum beni öldürür müsün?" annesi hıçkırıkla sarılır "suuusss!" diyebilir sadece. Ufaklık bu sefer "Anne o zaman bana her gün ufak bir kola alır mısın? Aç ölmek istemiyorum" annesi sımsıkı sarılır son defa sarılırcasına ve gidip bir kola getirir. Kola onun içmemesi gereken en önemli içecektir. Hastalığı nedeniyle bir damlası bile paramparça edebilecek haldedir. Annesine "seni seviyorum" der! Annesi ağlamaktadır ve lıkırdata lıkırdata içmeye başlar kolayı. Hiç bir şey olmamıştır daha, "acıktım" der yemek ister. Tıka basa yer "Ölmek mi hayır ulan hayır" diye haykırır.

Doktora aylar sonra gittiğinde doktor şaşkındır. Bakakalır yüzüne, bizim ufaklık anlatır doktora yaptıklarını "ölmeyeceğim dedim ve yedim" der. Aldığı cevapsa "sen en büyük ilacı kullanmışsın AKIL"...
Aklıyla, beyin gücüyle ve iradesiyle ölümden kurtulur ufaklığımız. Zorlu hayatında aştığı engeller saymakla bitmez. Her şeyin üzerinden yıllar geçmiştir. Bu gün o şerefsiz babasından ayrılmış annesiyle tek başına yaşmaktadır. Bir annesi, bir kedisi, bir de bilgisayarı... Kocaman binlerce insanın arasındadır ama ıssız adada büyümüşçesine...

Sordum o çocuğa "neler gördün bu güne kadar?" Cevabı; Açlığı gördüm ufacıktım, Kavga ve şerefsizliği gördüm ufacıktım, Yaşarken ölümü gördüm ufacıktım, annemin gözyaşlarını gördüm ufacıktım. Aç insanlar gördüm, çöpten ekmek yiyenleri gördüm, pazarlardan sebze-meyve toplayıp yiyenleri gördüm, aç uyuyan insanlar gördüm. Göre göre büyüdüğüm kötülüğün içinde, damarlarıma, iliklerime kadar işledi, hissettim acıyı, ızdırabı. Belki de bu yüzden Kraljag’im bu gün… Bir Kral kadar korkusuz... Bir Jaguar kadar yırtıcı, güçlü ve saldırgan…

Fakirleri gördüm, bir de zenginleri; parasını nasıl harcayacağını bilemeyen, her yemeği beğenmeyen, Allah(C.C.) nedir bilmeyen, şevk ve eğlence düşkünü, kariyer sahibi zenginleri gördüm, Kravatlı züppeler gördüm, kravatlı züppeler…

Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Memlekete Son Söz


Evet, memleketime bunlar benim son sözlerim. Gittiğim yok bir yere yine buradayım lakin belki de sonu gelmeliydi bu sözlerin. Yıllarca ülkemizin geleceğinin hep iyi olmasını istedik. Yanlış siyaset adamları ile yönetilip çocukluk yıllarımızı bir hiç içerisinde açlık ve sefalet ile geçirdik. Belki de bu ülke için konuşma hakkının en büyüğü bizde. Çok konuştum, hep anlatmaya ve dinletmeye çalıştıklarım oldu. Kimisine göre ortalığı karıştıran birisi, kimine göre son derece vatansever el üstünde tutulası oldum.

TEK BAŞINIZA YÜRÜYEMEDİĞİNİZ YOLDA KALABALIK HİÇ YÜRÜYEMEZSİNİZ

Artık susuyorum. Konuşup da kimseye anlatamadığım derdimi söylemiyorum, susuyorum. Bundan sonra inandığım gerçekler uğruna konuşmaktan ziyade çalışmayı, savaşmayı tercih ediyorum. Ben bu yol da yürürken yalnızlığı tercih ediyorum ve tavsiye ediyorum ki herkes böyle yapsın. Ülkenizi seviyorsanız önce kendinizi sevmelisiniz. Çünkü bu ülkeyi var den de sizsiniz. Kendinize güveniniz yoksa eğer ezilmeye, yok olmaya, sömürülmeye mahkûm olursunuz. Kendine güveni olmayan bir millete sahip olan ülke de aynı şekilde birileri, tarafından sömürülmeye mahkûmdur.

BİR İNSANI İNSAN YAPAN KARAKTER, BİR MİLLETİ MİLLET YAPAN KÜLTÜRDÜR

Ülkeniz için savaşırken hiç bir zaman inandığınız gerçeklerden vazgeçmeyin. Çünkü vazgeçer, değiştirir ve değişirseniz siz tamamen bir kayıpsınızdır. İçinizdeki vatan sevdasını ortaya çıkartmaktan hiç bir zaman çekinmemelisiniz. Çünkü bu ülke için savaşıp hayatlarını verip kanlarını ülke topraklarına akıtanlar savaş meydanlarında nasıl sevdiğini kocaman yürekleriyle göstermişlerdir. Eğer ki siz de bu insanların torunlarıysanız göstermekten hiç bir zaman çekinmeyin. Türk ırkının bilinen ilk devleti Büyük Hun İmparatorluğudur. Bu imparatorluktan sonra birçok devlet kurmuş olan Türk halkı Anadolu topraklarında bin yıllık bir hâkimiyet kalesi kurmuştur.

Avrupa Hun Devleti, Selçuklu ve Osmanlı Devleti dünyanın en büyük devletleri olmuş, üç kıtaya nam salmışlardır. Eğer varlığınızı kaybetmek istemiyorsanız ırkınızı da kaybetmemelisiniz. Tüm Türk kültürlerini unutmamalı, unuttuklarınızı hatırlamalı, hayatınızın her anında yaşamalısınız. Millet olmanın başlıca temeli kültür olduğunu unutmamalısınız.

DİN YÜREKTE, DEVLET AKILDA VAR OLDUKÇA BÜYÜR

Din insanların ruhunu rahatlatan inançlar bütünüdür. Dünya üzerinde yüzlerce ırk, onlarca din bulunmakta. Her milletin diline, dinine, kültürüne saygılı olmalı, kendi dilinize, dininize ve kültürünüze de sonsuz sahip çıkmalısınız. Sizin büyük bir toplum olmanızı engellemek isteyenler sizi yok etmek için artık silah değil akıl kullanmaktadırlar. Psikolojinizi etkileyecek en stratejik konuları bulup kullanmaktan hiç çekinmezler. Bir insanın her şeyini unutturabilir, değiştirebilirsiniz ama dinini değiştirmeniz ne kadar kolaydır? Evet, zor bir soru olmadı cevabı çok açık ve net "çok zor" olur. Bu sebepten sizi bu topraklardan çıkartmak isteyenler sizi ülkenin varlık ve bütünlüğüne karşı kışkırtmak için gerektiğinde bir imam kılığında çıkmaktan hiç utanmaz ve sıkılmazlar. En büyük örneğini Osmanlı Devleti’nde yaşamış bulunmaktayız. Şeyhülislam kılığında ortaya çıkarak sahte, yalan dolan dolu, varlık ve bütünlüğü kırıcı fetvalar çıkartan kişiler aslında Yahudi’ydiler, Masondular. Bu gün de, yarın da bu kişiler var olacaklardır. Kimi zaman bir siyasetçi gibi, kimi zaman din adamı gibi, kimi zaman yazar, kimi zaman gazeteci, kimi zaman da bir arkadaşınız bile olabilirler. Onların varlık ve bütünlüğü bozucu düşüncelerini hiç bir zaman kaile almamalısınız. Sonsuz sabır içerisinde onlar hiç yaşamıyormuş gibi davranmalı, umursamamalısınız. İşte bu sayede dünyanın en büyük güçleri; dünyayı yönetmek arzusunda olan Masonlar, Rotchildler, "Yeni Dünya Düzeni" kurmak isteyenler ve niceleri sizin kılınıza zarar veremeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığından rahatsız olan birçok Avrupa ülkesi olmasının yanı sıra ülke içerisinde de rahatsız olanlar vardır. Sadece bağımsızlık arzusunda olan azınlıklar değil, irticacılar ve rejim karşıtları da olacaktır. Tüm bunlara karşı dimdik ayakta durmanız sizin tam bir vatansever olmanız demektir. Ülkenizin varlığını kırmak isteyenler yeri geldiğinde topraklara, yeri geldiğinde atanıza, yeri geldiğinde dininize, yeri geldiğinde örf ve adetlerinize laf edeceklerdir. Hiç bir şekilde bu insanların oyunlarına gelmemeli, onların inadına göğsünüzü gere gere kültürünüzü yaşamlısınız. Psikolojik harp denen bir konudan bahsetmek isterim. Bu konu: gururla başarılarını izlediğimiz bordo berelilerin, devletimizin onur kaynağı Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da uzmanlarının eğitim aldığı son derece önemli bir konudur. Her Türk’ün bu konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Psikolojik savaşın anlamını bilenler kendilerini bu savaşta rahatça koruyabilirler. Psikolojik savaş: Bireyin zihninde doğru bildiği şeyleri kırmak amacıyla yapılan saldırıdır. Hiç bir silah kullanılmadan, kan dökülmeden yapılan bu savaş en çok canı alan, büyük yıkım ve yok olmalara götüren bir savaştır. Dünyada onlarca örneği bulunan bu savaşta kandırmanın sonu mutlak galibiyettir. Doğru bildiklerinizi unutturmak isteyenler sizin psikolojinizi etkilemek için sizin en can alıcı noktalarınızı seçerler. Dininizi kullanırlar, değerlerinizi kullanırlar, kültürünüzü, gelenek ve göreneklerinizi hiç çekinmeden kullanırlar. Yıllardır kahraman bildiğiniz dedelerinizi barbar diye, zekâsıyla dünyaya korku saçan atanıza dinsiz diye, Müslümanlık diye bir din yok o Muhammed’in uydurması diye ithamları kullanmaktan hiç çekinmez ve sizi inandırdıkları anda da yok ederler.

VAR OL, BÜTÜN OL, BÜTÜN OLDUKÇA VATAN OL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde birçok ırktan insanı yaşatmaktadır. Hangi ırktan, hangi mezhepten, hangi siyasi görüşten olursa olsun sizi var edecek olan en önemli şeyiniz; Bayrak, Vatan sınırları, İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe, milli birlik ve beraberlik duygusu ve ezanınızdır. Psikolojik savaşla bu ülke de sağcı-solcu, alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laikçi-Şeriatçı ayrımları yapılmaya çalışıldı. Bu ayrımlardan yararlanmak için gerektiğinde terör örgütleri kuruldu, gerektiğinde katliamlar yapıldı. Bunlar ile beceremediler film yaptılar, dizi çektiler, internet siteleri kurdular. Dün yapılanlar bundan sonra da yapılmaya devam edecektir. Ülkesini gerçekten seven birey bu söylemlerden uzak duran, bu ayrımları asla yapmayan, hiç bir zaman hayatının bir yerinde kullanmayan kişilerdir.

Peki, şimdi soruyorum ülkeni seviyor musun? Cevabın evet ise; bütünlükten vazgeçme. Biz de seni seviyoruz kardeşim. Kürt kardeşim, Laz kardeşim, Alevi kardeşim, Sünni kardeşim... Cevabın hayır ise; nedenini bul. Türkiye’yi sevmiyorsan, atanı, vatanını, ırkını sevmiyorsan bu ülkenin ekmeğini yeme, suyunu içme, çocuğunu bu vatanın okullarında okutma biz sana yakışmayız, sende bize...

Engin DİNÇ

3 Ağustos 2012 Cuma

Engin DİNÇ - İnsan Vav Şeklinde Doğar


Elbet görmüşsünüzdür ana rahmindeki bir bebeğin fotoğrafını, Vav gibidir. İnsanı Allah(C.C.) Vav gibi yaratmıştır. Oysa bizim nefsimiz üzerimizde o kadar etkilidir ki; doğup şöyle bir yürümeye kalktığımızda tek derdimiz Elif olmak olur… Elif olma isteğimiz de hep kendimizi kandırmaktan ibaret: “Elif gibi düz, Elif gibi düzgün olmak istiyorum” diyoruz. 

Oysa Elif düz ve diktir. Sadece doğruluk ve dürüstlük simgesi midir? Hayır! Elif diktir; dik başlıdır, başı yukarıdadır. Oysa mümine soluk baş gerekir. Solmuş bir gül gibi başı önde olmak gerekir, yani Vav olmak gerekir. Allah(C.C.)’ın yarattığı gibi kalmak gerekir.

Biraz büyüyüp kendine güvenecek kadar güçlendik mi; ana-babamıza dahi dik başlı, isyankâr oluyoruz. Başımıza iki istemedik olay gelse bizi yaratarak bizi vücuda büründüren Rab’imizi bile unutarak ona isyan ediyoruz. Birisi gelip bizim fikrimize karşı çıksa kötü konuşmaktan, kalbini kırmaktan çekinmiyoruz. Oysa Allah(C.C.) "Hiç bir yerde bulunmam en çok müminin gönlünde bulunurum.” Diyor. Biz ise bir kalbi içinde Allah(C.C.)’ın var olup olmayacağını düşünmeden kırabiliyoruz. Ya o kırdığımız kalpte Allah(C.C.) varsa?

Evet, Vav gibi olmalıdır insan. Tıp ki Rab’inin onu yarattığı gibi kalmalıdır. Nefsin kölesi olmaktan kurtulmalıdır. Elif gibi olacağım demekten vazgeçmelidir. Mümin olan başını her şeye eğendir. Bir karıncanın gönlünün kırılmasından korkmalıdır. Oysa biz arabamızla yolda bir kedi, köpek ezdiğimizde sanki canını biz vermişcesine umursamadan basıp gidiyoruz, içimizde bir damla sızı bile olmuyor. Çünkü biz Allah(C.C.)’ın yarattığı en üstün varlığız ya… Hayır! Biz en aciz varlık olmalıyız. Bir eşekten daha aşağıda, bir karıncadan daha küçük olduğumuzu hissederek yaşamalıyız.

Allah(C.C.)’ın dostluğuna talip olanlar O(C.C)’nun yarattığı her şeye saygı ve sevgi gösterip, her şeye karşı hoşgörülü olmalıdır. Bir gün İmam-ı Şüreyk(K.S.) sofranın üzerinde bir karınca görür. Onu eline alıp yere bırakır ve takip etmeye başlar. Karınca yavaş yavaş yuvasına doğru gider. Tam üç kilometre yol gittikten sonra yuvasına girer. İmam-ı Şüreyk(K.S.) her gün üç kilometre yol yürüyerek o karıncanın yuvasının etrafına un bırakır. Görün ki karınca gönlü bu kadar mukaddes ise Allah(C.C.)’ın kullarının gönlü ne kadar mukaddestir.

Mümin olana Vav olmak yaraşır, Elif olmak değil… Elif gibi doğruluk yaraşır ama Elif gibi dik başlı olmak yaraşmaz. Mümin olan kul başı eğik olandır. Kendisine yapılacak her türlü hakarete karşı tebessümle yaklaşacak kalbe sahip olandır. Güleç güzlü ve sevecen olandır. Âlemdeki her şeyi kendisinden üstün bilendir. Mümin, Hoşgörülü ve tevazu da su gibi olmalıdır. Açıkça Vav olmalıdır…

03.08.2012
Engin DİNÇ

2 Ağustos 2012 Perşembe

Engin DİNÇ - Yusuf ile Züleyha


H.Z. Yusuf(A.S.)’un babası H.Z. Yakub(A.S.)’dur. Onun babası H.Z. İshak(A.S.) ve onun babası da H.Z.İbrahim(A.S.)’dir.

H.Z. İbrahim(A.S.) soyundan gelen H.Z. Yusuf(A.S.) babası H.Z. Yakub(A.S.)’un en sevdiği oğlu idi. Bu durumu kendilerine yediremeyen kardeşleri onu bir kuyuya attılar ve babaları olan H.Z. Yakub(A.S.)’a da “Yusuf’u kurt yedi.” Dediler…

Oysa bir yalan ile çekememezlikten katletmeye çalıştıkları kardeşleri H.Z. Yusuf(A.S.), Allah(C.C.)’ın seçtiği bir kuldur. Daha 12 yaşında iken rüyasında on bir yıldızın, güneşin ve ayın kendisine secde ettiğini görmüştür.
Kuyuya atılarak katledilmek istenen H.Z. Yusuf(A.S.)’u yoldan geçen bir kervan görmüş ve çıkarmış daha sonra da Mısır’a, köle pazarına götürüp onu satmışlardır.  Onu devrin Mısır Maliye Bakanı olan Kıtfir satın almıştır. O öylesine güzel bir erkektir ki bir bakan kadın bir daha dönüp bakardı. Onun en meşhur yanı da güzelliği ve rüya tabirleridir. Onun bu güzelliğine Kıtfir’in eşi olan Züleyha’da tutulmuştur.

Züleyha’nın H.Z. Yusuf(A.S.)’a karşı hissettiği aşk öylesine büyük ve tarifsizdir ki. Evli bir kadın olmasına rağmen hiç kimseden utanmaz ve çekinmez H.Z. Yusuf(A.S.)’a olan aşkını söylemekten… Öylesine gözünü bürümüştür ki H.Z. Yusuf(A.S.)’un aşkı; sahip olduğu 70 deve yükü mücevher ve gerdanlığı; H.Z. Yusuf(A.S.)’tan bir haber getirene verebilir.  Bu sevdaya karşılıksız değildir H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalıdır fakat Züleyha’nın evli olmasından dolayı ona karşılık vermez ve aşkını kalbine gömer. O gömdükçe Züleyha herkese haykırmaktadır aşkını… Öyle ki Züleyha’nın bu durumu artık Mısır’da insanların diline düşmüştür. Bunun üzerine Züleyha Mısırlı kadınları bir yemeğe davet eder. Meyve ikramı yaptığı sırada H.Z. Yusuf(A.S.)’u yanına çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un güzelliğini gören kadınlar heyecandan ellerindeki meyve bıçaklarıyla parmaklarını keserler. İşte bunun üzerine Züleyha “Bu benim âşık olduğumdur.” Der. Oradaki kadınlarda bu durum karşısında Züleyha’ya haklılığını söylemişlerdir.

Fakat kadının âşık olanından fenası yoktur, bu gerçek o zamanlarda aynıymış ki Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’a bir iftira atmıştır. Bir gün Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’u sudan bir sebeple odasına çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.) Züleyha’nın şehvetle ona yaklaştığını görünce “Rab’im bana istememeyi, istemeyi nasip et.” Diye dua eder ve arkasını dönüp gitmek istersen Züleyha arkasından gelir ve gömleğinden çeker. Gömleği sırtından yırtılır. Bunu yanında birkaç adamıyla beraber gören Kıtfir çok sinirlenir. Öfkesiyle davranacakken; bir evliya zat’ın adil bir teklifini kabul eder. O zat demiştir ki: “Eğer gömlek önden yırtılmışsa H.Z. Yusuf(A.S.) suçludur; yok eğer arkadan yırtılmışsa H.Z. Yusuf(A.S.) suçsuzdur.” Bakarlar ki gömlek arkadan yırtılmıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un suçsuz olduğu ve bunu yapan Züleyha olduğunu anlar. Fakat itibarını kaybetmekten korktuğu için H.Z. Yusuf(A.S.)’u zindana attırır.

Zindan da tam 7 yıl kalmak zorunda kalır H.Z. Yusuf(A.S.)… Bir gün dönemin Mısır Firavun’u Reyyan İbn Velid gördüğü bir rüyayı ülkenin en iyi tabircisi olan H.Z. Yusuf(A.S.)’a anlatması üzerine, bu rüyanın tabirini yapmasıyla zindandan çıkarılmıştır. Rüya da; Yedi semiz ineğin, yedi zayıf ineği yediğini ve bir tek gövde de yedi güzel olgun başağı, yedi kuru başağın yediğini görmüştür. H.Z. Yusuf(A.S.) da bu rüyanın tabirini: 7 yıl bolluk olacak, ondan sonra da 7 yıl kıtlık olacak ve sonra 15 yıl bolluk içinde olunacak olarak yorumlamıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’ın dedikleriyle birebir çıkmıştır. Bunun üzerine Firavun H.Z. Yusuf(A.S.)’u zindandan çıkararak hayatını kaybeden Kıtfir’in yerine getirmiş ve Mısır’a Maliye Bakanı yapmıştır ve bu arada H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalısı Züleyha ile evlenmiştir. En büyük sevdaya sahip olan Züleyha da yıllar sonra H.Z. Yusuf(A.S.)’a kavuşmuştur…

H.Z. Yusuf(A.S.) tam 110 yıl yaşamış ve ölümünden sonra H.Z. İbrahim(A.S.)’inde mezarının bulunduğu Halilürrahman’a defnedilmiştir. H.Z. Yusuf(A.S.)’un naşını bir mermer tabut içerisinde H.Z. Musa(A.S.) oraya götürmüştür.

02.08.2012
Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Kelimat-ı Kudsiye


Ey yolcu! Yola çıkıyorsun. Allah(C.C.) yolunu açık ede, kalbini mutmain tuta. Bil ki yol, azıksız olmaz, usulsüz olmaz, erkânsız olmaz. Ey yolcu! Allah(C.C.) dostlarının yaktığı kandiller aydınlatsın yolunu... Ayaklarını sağlam bas ki, nefesini sağlam kılasın. İşte sana yolun büyüklerinden; Abdülhalık-i  Gücdevani(K.S.) ve Şah-ı Nakşibend(K.S.) hazretlerinin yola diktiği on bir kandil, on bir kutsal kelime…

1- Vukuf-u Zamani:  Ey yolcu! Yaşadığın anın farkında ol. Çünkü farkında olursan, yolda aklını şeytan çelemez. Yaptığın işin, attığın adımın muhasebesini yap ki nefsinin esiri olma.

Denen odur ki: Kişi geçmiş veya gelecek kaygısından uzak olmalıdır. Çünkü geçmiş zaten geçmiştir ve geçmişte ne yaşanmışsa Allah(C.C.) öyle nasip etmiştir. Gelecek ise yine sadece Allah(C.C.)’ın bilgisindedir, O(C.C.) ne nasip edecekse o yaşanacaktır. O zaman biz yaşadığımız her anı dolu dolu, ibadet dolu yaşayalım ve şükür içinde olalım.

2- Vukuf-u Adedi: Ey yolcu! Zikirde sayıya riayet et. Çünkü bu yolun yolcusu Allah(C.C.)’ı üç gün anmasa kalbi hastalanır, derdi dermansızlaşır. Allah(C.C.)’ı anmaya gafletsiz ve ara vermeden devam edersen kalbin mutmain olan kalplerden olur.

Denen odur ki: Maksat elimize tespih alıp saymak değil çünkü âlemleri yaratarak bizlere sayısını bilmediğimiz nimeti sunan Rab’imizin adını anarken saymak, ibadet de pazarlık yapmaya çalışmak, ne adi bir haldir. Oysa saymak devamlılık getirmektir. Saymak zikirde devamlı olmak, ara vermeden devam etmektir.

3- Vukuf-i Kalbi: Ey yolcu! Kalbinin hallerini bil. Bil ki; kalp ikidir. Biri kalb-i Hayvani, biri Kalb-i İnsanidir. Biri bir et parçası, diğeri iki dünya mutluluğunun anahtarıdır.

Denen odur ki: Kalpte iki özellik vardır. Bu her özelliğe bir isim verilmiştir. İlk kalp olan Kalb-i Hayvani et parçasından ibaret olan kalptir. Kan pompalamaya yarayan organdır. İkinci kalp olan kalb-i İnsani ise bize asıl lazım olan kalptir. O kalpte sevmek, mutlu olmak, itaat etmek gibi duygular vardır. Kalp neye meylederse ona gider. Eğer kalp kadın, para, şöhrete meylederse onlara, Allah(C.C.)’a ve O(C.C.)’nun rızasına meylederse ona gider. Allah(C.C.) herkese istediğini bahşeder.

4- Nazar Ber Kadem: Ey yolcu! Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun, öteki geride kalsın. Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar gitsin dilediği yere, sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf ile güzaf.

Denen odur ki: Kişi kendi imanını kurtarmadan kahramanlık peşinde koşmamalıdır. Başkalarını yola çekiştirirken, dinsizleri ve kâfirleri imana getirirken kendi hikmetini kaybetmemelidir. Senin yolundayken çıkanlarda olabilir, senin yoluna girenlerde... Doğru bilen de olabilir, yanlış bilen de... Doğruyu söyle ama illa da zorla öğretmeye çabalama. Bırak gitsin kendi yolunu bulsun. Çünkü Allah(C.C.) her insana düşünsün diye vermiştir aklı…

5- Hüş Der Dem:  Ey yolcu! Her an Allah(C.C.)’ın huzurunda olduğunu bil. Kalbin yeni doğmuş bir bebek gibidir. Ona ne öğretirsen onu öğrenir. Allah(C.C.)’ı, zikri öğret kalbine ki hep onunla olasın. Yolda hep O(C.C.)’nu an ki yolun sonunda selamete O(C.C.) eriştirsin seni.

Denen odur ki: Allah(C.C.) her zaman ve her yerdedir. Her an onun huzurunda olduğunu bil. Diline, eline, kıyafetine dikkat et. O(C.C.)’nun karşısına çıkıyor olduğunu unutma. Pişmanlık hissedeceğin, O(C.C.)’nun huzurunda başını eğdirecek şeyler yapma. Yaptıkların için tövbe et. Çünkü O(C.C.) tövbekâr kullarını çok sever. Kalp ne öğretilirse onu bilir. Ona Allah(C.C.)’ı öğret, öğret ki O(C.C.)’ndan başkasını bilmesin.

6- Sefer Der Vatan: Ey yolcu! Kötülükten iyiliğe doğru yolculuk halinde ol. Tövbeyi dilinden kalbine indir ki, kötülük seni gördüğünde yönünü değiştirsin. İyilik uzaktaysa da gelsin, bulsun seni.

Denen odur ki: İyiliği kendine kıble edin. Yüzünü hep iyiliğe dön. Sana kötülük edene bile iyilik et ki Allah(C.C.) sana güzel hikmetler versin. Kalbinden her an tövbe et, yaptığın ve yapacağın tüm hatalardan dolayı af dile.

7- Halvet Der Encümen: Ey yolcu! Halk içinde hak ile ol. Çarşıda-Pazar da, evde-sokak da, her dem, her an, kalbin Allah(C.C.)’ı zikirle meşgul olsun.

Denen odur ki: Allah(C.C.) her yerdedir. Her zaman O(C.C.)’nunla beraber ol. O(C.C.)’nun varlığını aklından hiç çıkarma. Alışveriş yaparken, yemek yerken, yolda yürürken, sohbet ederken hep aklında O(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun.

8- Yâd-ı Kerd: Ey yolcu! Her an Allah(C.C.)’ı hatırla. Çünkü Allah(C.C.)’ı anmazsan O(C.C.)’nun nuru değil, şeytanın isi, kurumu gelir.

Denen odur ki: Her zaman aklında, kalbinde Allah(.C.C) olsun. O(C.C.)nu her daim hatırla. Çünkü şeytan bir anlık O(C.C.)’nu aklından veya kalbinden çıkarmanı beklemektedir. Çıkardığın anda fitnelerini kalbine yerleştirir. O zaman da ALLAH(C.C.)’ın nurundan mahrum olursun. O(C.C.)’nun nur verdiklerini görmez misin? Elleri, yüzleri bembeyazdır. Çünkü onların kalbinde sadece Allah(C.C.) vardır.

9- Baz-ı Keşt: Ey yolcu! Maksadın Allah(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun. Çünkü niyetin hayr olursa, akıbetinde hayr olur. Ve dersen ki “Yarabbi isteğim sensin ve maksadım da senin rızandır.” Dilinin bağı çözülür, kalbinin kiri dökülür.

Denen odur ki: Her işin başında önce Allah(C.C.)’ın rızasını iste. O(C.C.)’na kavuşmayı ve onun rızasını almış olarak ebedi hayata göçmeyi dile. Çünkü Allah(C.C.)’ın rızası O(C.C.)’nun Cennet’inden bile güzeldir.

10- Nigah-ı Daşt: Ey yolcu! Kalbini masivadan koru. Eğer kalbini yabancı şeylerin istilasına açık tutarsan yürüdüğün yolun bir manası kalmaz.

Denen odur ki: Eğer Allah(C.C.)’ın dostluğunu ve rızasını istiyorsan kalbini dünyevi nimetlerden uzak tut. Gözün ve gönlünde Rab’in ve O(C.C.)’nun rızası olsun.

11- Yad-ı Daşt: Ey yolcu! Her an Allah(C.C.)’ın seni gördüğünü bil. Çünkü ancak böyle olursa yoldan geri dönülmez. Çünkü “Geri dönenler yalnızca yoldayken dönenlerdir, kavuşanlar geri dönmez.“ Denilmiştir. Ve denilmiştir ki “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”

Denen odur ki: Allah(C.C.)’ın seni her zaman ve her yerde gördüğünü bil. Senin yaptığın iyi ya da kötü amellerden haberdar olduğunu bil. O(C.C.)’nun dostluğunu kazanmak için düştüğün bu yolda önüne çıkacak engellerden korkma. Yoluna dosdoğru devam et. O(C.C.)’na kavuşamayanlar sadece yoldan geri dönenler, vazgeçenlerdir. Unutma ki herkes ölümü tadacaktır. Lakin ölen tendir, ruhun ebedi âleme göçecektir. Eğer yoluna daim olmuşsan ve dönmemişsen ebedi âlemde Allah(C.C.) seni dostları zümresine katmaya naildir.

02.08.2012
Engin DİNÇ

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Engin DİNÇ - Fakirliğin Simgesidir Türban


Aslında örtünmenin simgesidir türban… Kimilerine göre bir bez parçasından ibaret kimilerine göre son derece değerli bir simge; ya da gerçekleri söylemekten çekinenlerin moda dediği şeydir türban…

İslam’da kadınlar için örtünme emri geldiğinden bu yana git gide zayıflayan ve modasallaşan bir yapıyla değişime uğrayan türbana bir de farklı bir gözden, farklı bir açından bakalım: Türk filmleri…

Evet, türbana Türk filmlerinden bakalım. O yıllardır ülkemiz üzerinde emelleri olanların bizim zihniyetimize nakış nakış işlemeye çalıştıkları politikalarında kullandıkları bir simge olarak bakalım türbana…

Türk filmlerinde dikkatinizi çeken bir şey oldu mu hiç? Zengin bir ailenin kadınları açık, makyajlı, süslü-püslüdür. Fakat bir de fakir kadın tiplemesi yapılacaksa hemen başına bir türban üzerine bir basma etek geçirilir. Filmde bir aile zenginken kadınları açık-saçıktır fakat şirketi iflas edip battığında hemen salaş bir mahallede bir gecekondu evine yerleşirler, kadınlarının başına bir türban bağlanır. Sadece fakir olan mıdır türbanı giyen? Ya da türban fakirlik simgesiymiş gibi bizlere gösterilip sanki türban giyen fakir, aciz, zavallı gibi mi gösterilmiştir?

Evet, maalesef yıllardır bizim ülkemizde Kur’an-ı Kerim okumanın suç sayıldığı, okuyanın cezaevlerinde işkence gördüğü dönemlerde türbanda kadının bir örtünme değeri olmasından çıkarılmak için medya kullanılmış; türban giyen bir zavallı, bir aciz gibi gösterilmiştir. Türban giymek güçsüzlük gösterisi olmuştur. Bu fikirlerin sahipleri bugün Florida’da, Hawaii’de yalılarında yaşıyor, bu fikirleri bizim ülkemizde uygulayan patronlarımız da yavaş yavaş cezaevi yüzü görmeye başladılar. Elindeki mermi atan demire güvenerek silahla baskı kurduktan sonra psikolojik olarak yıpratmak için de filmlerde bu sahneleri kullananlar yavaş yavaş hak ettiklerini buluyorlar. Ve! Dikkatinizi çekiyor mu onların yasakladıkları, yaktıkları Kur’an-ı Kerim bugün dev salonlarda okunuyor. En yüksek tepelerden haykırılıyor.  Çünkü Kelam-ı Kadim olan Kur’an-I Kerim’in Saff Suresi 8. Ayette şöyle buyurur: “Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de, Allah nûrunu tamamlayacak.” Onlar ne yapmak isterlerse istesinler Allah(C.C.) varlığını ispatlıyor…

Türban bir fakirlik simgesidir: kibirde fakir, hoşgörüde zengin olanların simgesidir. İsyan da fakir, tefviz de zengin olanların simgesidir. Türk filmlerindeki zenginlikten fakirliğe düşmüş kadınların değil…

Engin DİNÇ
01.08.2012

Engin DİNÇ - Psikolojik Savaş İstihbaratı


Psikolojik savaş, her Türk vatandaşının son derece özen göstermesi ve bilmesi gereken, adı soyadı gibi ezberinde tutup bir an aklından çıkartmaması gereken ve savaşa savunma geliştirmesi gereken bir konudur. Her kim “ülkemi seviyorum” diyorsa ona sorun “Psikolojik savaş ne demektir?” Eğer bir fikri yoksa vatan sevdasından şüphe edilebilir.

Psikolojik savaş, kısa ve öz tanımıyla düşmanı silahsız öldürmektir.

Psikolojik savaş, bir kitleyi veya milleti öz kültür ve ananesinden uzak tutup iç mihraklar oluşturarak gönül bağıyla bağlı olduğu vatan, namus, bayrak, devlet, ata, kültür, şeref gibi unsurları ortadan kaldırmak amacıyla açılan ve kişiyi hiçbir fiziksel şekilde etkilemeden ele geçirme taktiğidir.

Ülkemiz stratejik ve coğrafi konumu gereği dünyanın birçok ülkesi tarafından yaşanması ve sahip olunması gereken topraklar üzerinde bulunmaktadır. Kahraman ordumuzu silahlı mücadele ile yok edemeyeceğini anlayan dış güçler. 2. Dünya savaşından sonra silahlı mücadeleyi bırakmış psikolojik savaş ile vatandaşın ülkeye olan bağlılığını kırarak daha kolay müdahalelerle topraklarımızı ele geçirmeyi amaçlamış ve hala amaçlamaktadır. Bu psikolojik savaşların başlıcaları 60 ve 80’lerde askeri müdahale ve darbe ile sonuçlanmıştır. Her darbe girişimi ülkemizin gelişimini 50 yıl kadar geriye götürmüş bu sayede Avrupa ülkeleri bizden daha hızlı gelişim yaşamış ve ekonomilerini 2. Dünya savaşından çıkmış olmalarına rağmen bizden daha hızlı şekilde toparlayarak güçlenmişlerdir.

Her Türk birey ülkesinin bekası için bu saldırıları önceden fark edebilmeli, bunlara karşı önlemler geliştirmeli ve yakınlarını da bu konularda uyarmalıdır. Aksi takdirde düşmanlar amaçlarına ulaşır ve ülkemizi kendi ellerimizle yok ederiz.

Ülkemiz de psikolojik savaş nasıl uygulandı, uygulanabilir?

-Ülkemiz üzerinde emelleri olanlar bir zamanlar bu ülke de sağcı-solcu ayrımını ortaya attı ve farklı görüşteki binlerce insanı birbirine düşürdü. Son derece istenmez sonuçlarla karşılaştık ve biz o savaşlardan yenik çıktık.

-Ülkemizi bu strateji ile yıkamayan güçler bu sefer ikinci planı devreye koydu ve ülke de eşitsizlik olduğundan Hıristiyan ve Ermeni vatandaşların zarar gördüğünü öne attı, özellikle “Ermeni Soykırımı” adını verdikleri uyduruk hikâyeleri dünyaya kabul ettirmeyi amaçladılar. Bunlar belgesiz, kanıtsız ama düşmanların müttefikleri tarafından kabul gören tasarılar oldu.

-Ülkemizin yüzyıllardır düşmanlığını güden komşu ülke Yunanistan psikolojik savaş’ı bir milli savaş olarak kabul etmiştir. Yunan yazar ve siyaset adamı; Andreas DENDRİNOS Ellada Sipha (Yunanistan Uyan) adında bir psikolojik harp kitabı yazmış ve kitap da Türkiye’yi en büyük düşman ilan ederek psikolojik zaaflarını açıklamıştır. Yunan başbakanı Andreas PAPANDREU tarafından 1983 yılında KSEA (Yunanistan savunma ve dış politika konseyi)’ya sunulmuş ve kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu günden itibaren de PKK terör örgütü faaliyetlerine başlamıştır. Ekonomik sıkıntı içerisine giren Yunanistan terör örgütünü desteklemeyi örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası kesmiş ve örgütü desteklemeye İsrail, Rusya, Lübnan, Ürdün, Suriye gibi ülkeler devam etmiştir. Ülke de PKK gibi terör örgütlerinin yanı sıra sözde devrimci ve dinci gruplar da kurulmuştur.

-Ülkemizi dünya kamuoyunda gözden düşürmek, turizmi baltalamak, ticareti baltalamak amacıyla yarı uyduruk, yarı abartı gazete başlıkları atılarak medya aracılığıyla karalama politikası izlenmektedir. Örneğin; “Türk Holiganlar İngiliz taraftarı öldürdü”, “Türk garson İrlandalı turistleri doğradı” , “Barbar Türkler”… Bu başlıkları daha fazla çoğaltabiliriz.

- Uyduruk din yaratma çabası; İslam dininin temel kanun ve ilkelerini çeşitli sözde din adamı sıfatındaki kişiler aracılıyla değiştirmeyi, halkın kafasını karıştırmayı amaçlamış ve bunları uygulamaya koymuşlardır. Hatta ülke içerisinde tamamen resmi bir kuruluş olan Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası Derneği ve benzeri dernekleri kurmuşlardır.
Söz konusu örnekleri çoğaltmak mümkün her birey bu örneklerin neler olabileceğini ancak düşünerek anlayabilir çünkü savaşın adı üstünde; psikolojik savaştır.

Bunlara karşı dikkatli olmanın ve savunmada olmanın yolu da düşünmekten geçer. Her birey bu saldırılara maruz kaldığında yenilmemek için bunlara karşı dikkat etmeli ve her zaman tetikte olmalıdır.

Psikolojik savaştan korunma ve savunma

-Ana varlığını, geldiği toprakları, ırkını, örfünü ve âdetini unutmamak ve korumak.

-Kültürünü korumak ve yaşatmak.

-Bayrağını korumak saygı, duymak ve saygıyı yaşatmak.

-Milliyetçi duygudan uzaklaşmadan milli birlik ve beraberlik içerisinde olmak.

-Ülke hakkında bir karalama politikası izlendiğini fark ettiği anda tüm varlığıyla devletini ve milletini canından aziz bilerek savunmak.

-Her siyaset adamı, din adamı, sporcu ve gazetecinin söylediği sözlere sorgulamadan güvenmemek ve inanmamak.

- Özellikle yabancı uyruklu olmak üzere her hangi biriyle sohbet anında polis ve asker gibi kolluk kuvvetlerini övmek son derece bağlı olduğunu bildirmek.
Her birey kendi savunma tekniklerini düşünerek geliştirebilir. Ülkenin varlık ve bütünlüğünü korumak zeki insanların asli görevidir.

22.08.2011

ENGİN DİNÇ