25 Ağustos 2012 Cumartesi
Engin DİNÇ - Yandım Yar Yar Diyerek
Ağladım gidişine,
Düştüm yarin peşine,
Döndüm köpek leşine,
Yandım yar yar diyerek.
Sevdim bir hayırsızı,
Sevdalım kalp hırsızı,
Oldum gönül arsızı,
Yandım yar yar diyerek.
Gitti gecem gündüzüm,
Ezdi sevdan dümdüzüm,
Divaneyim, yolsuzum,
Yandım yar yar diyerek.
Vakit vardı beşine,
Gönül gider eşine,
Düştü beden peşine,
Yandım yar yar diyerek.
Göz pınarım kurudu,
Akan yaşım durudu,
Kalp adınla vurudu,
Yandım yar yar diyerek.
Sevdalım gülüşüne,
Hasretim öpüşüne,
İşveli bakışına
Yandım yar yar diyerek.
Gönül düştü ateşe,
Yarim minik akreşe,
Benzer Ay'a Güneş'e,
Yandım yar yar diyerek.
Yar tutuver elimden,
Adın düşmez dilimden,
Gönül dönmez yolundan,
Yandım yar yar diyerek.
Yar diyerek sar beni,
Yar koynuna al beni,
Yar kaybettim ben beni,
Yandım yar yar diyerek.
25.08.2012
Engin DİNÇ
7'li hece ölcüsü
X,X,X,A düzenli.
Akreşe: Dişi tavşan
20 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Cevhere Ulaşmanın Yolu
Cevher o mukaddes ışık üzerine
kara bir bez örtülmüş, bir yığın pislik ve çamurla sarılmış, kalın derilerle
kaplanmış bekliyor. Onun ışığını görmemen gayet normal. Onun ışığını görmen
için derileri yırtmalı, o çamur ve pisliği kaldırmalı, kara bezi, kara örtüyü
kaldırmalı bunları yapabilmek için gayretli olmalısın. İşte o zaman o ışığın
aydınlığına ve nuruna kavuşacaksın. O cevher senin içinde gizlidir. O cevher, o
ışık Mevla’dır. Mevla’ya ulaşmak için kendi içine yolculuk etmelisin. O pislik
deriyi yırtmalı, çamurdan yapılmış kan, irin ve meni dolu bedeni geçmeli,
şeytan isinden kararmış kalbi kaldırmalı, o isten kurtulmalısın ki o cevhere, o
ışığa yani Mevla’ya kavuşabilesin.
O deriyi geçmek için; acizliğini
görmen gerek, kendini küçük görmen gerek, bir kediden, bir köpekten, bir
domuzdan alçak görmek gerek, bir karıncanın ayağı altında ezilebileceğini
bilmen gerek, öyle yaşaman gerek.
O çamuru kaldırmak için; nefsini
bilmen gerek, zavallı olduğunu bilmen gerek. Dünyaları karşısına diken bir
devlet adamı, bir komutan yüz binlerce kişiye sözünü geçirebilir ama şehveti
geldi mi, nefsi azdırdı mı on santimlik şeyine söz geçiremez. Bu acizliğin
farkında olmak gerek.
O örtüyü kaldırmak için;
acizliğini tam anlamıyla kabul ederek dua etmelisin, Mevla’ya yüzünü
dönmelisin, her acizliğe düştüğünde, her nefsine uyduğunda, tövbe etmelisin.
Hatta nefsin sana günah işletmediği zamanlarda bile tövbe etmelisin ki bilmeden
farkında olmadan günah işlemişsindir sen bilemez, sen göremezsin çünkü sen
acizlerin en acizisin. Çünkü sen zavallıların en zavallısısın.
Âlemde en üst mertebe Mevla’nın
ışığına kavuşmak, onun aydınlığı ile aydınlanmak, onun dostluğuna nail
olmaktır. Ne dünya nimetleri, ne ahret nimetleri O’nun ışığının aydınlığı
veremez. O’nun nurunun ve cemalinin güzelliğinde olmaz. O’nun cevherine, O’nun
ışığına kavuşan kişiler zavallı kişilerdir.
“Ben sıfır ibn sıfır ibn sıfırım.” Diyebilenlerdir. Kibirden uzak, kibrin
anlamını bile bilmeyen, bir karıncaya bile hürmet ve saygı gösteren kişilerdir.
Rab’lerinden O’nun rızası dışında isteği olmayan kişilerdir. O kişiler ki bolca
dua ederler ve derler ki: “Ya Rab’im bana
senin rızanı ve senin hayırlı gördüğünü ver. Sen bana seni nasip et, sen nasip
etmesen nefes alamam, sen nasip etmesen adım atamam, sen çok nasipkârsın bana
da nasip et.”
20.08.2012
Engin DİNÇ
19 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Adaletin Simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)
Kıtlık çekilmekteydi yemek yemek
isteyen H.Z. Ömer(R.A.)’ın önüne güzel güzel yemekler getirilince “Bunlar
da nedir böyle?” diye sordu. Bunun üzerine yemeği getiren oğlu “Açsın
günlerdir düzgün bir şey yemiyorsun, çok zayıf düştün baba…” dediğinde H.Z.
Ömer(R.A.) hışımla ayağa fırlar ve “Bunları halk yesin bana biraz ekmek ve yağ
getir. Halifeyim diye bana bunu yemek düşmez…” Diye buyurdu.
Adalet dediğimiz şey artık
günümüzde sıfır hatta sıfırında altında… Hırsızlık, soygunculuk, harama tama
etme almış başını gitmiş. Hiç kimse bir başkasının hakkını gözetmiyor. Karnını
doyurmak için hiç acımadan başka kişinin lokmasını elinden alabiliyor. Bunun en
büyük örneğini de yıllardır açlık ve sefaletle savaşan Afrika ülkelerini
gösterebiliriz. O ülkelerin bir kısmı açlık ve sefalet ile sürünürken bir kısmı
özellikle de yönetici kısmı lüks içinde bir yaşam sürüyorlar.
H.Z. Ömer(R.A.) Medine'de deve
pazarında gezerken çok iri ve besili develer gördü. Oradakilere sordu: "Bu
develer kimin?" Cevap
verdiler. "Ya! Ömer o develer senin oğlunundur." Bunun üzerine oğlunu yanına çağırdı ve dedi
ki: "Bu
develer neden böyle besili neden böyle kilolu?" Oğlu: "Baba
onlar otladı ve beslendiler bu yüzden kilolular..." H.Z.
Ömer(R.A.): "Bunları besleyen çobanlar bu develer H.Z. Ömer'in oğlunun deyip
çok besletti değil mi?” Oğlu: "Benim bir suçum yok baba..."
H.Z. Ömer(R.A.): “O develer satılacak ve sadece hakkın olanı alacaksın artan kısmı
müminler arasında pay edeceksin çünkü bu develer onların develerinin yemesi
gerekeni yemiştir..."
İşte o adaletin simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)
Devletin yöneticisi ve
halifesiyken bile kendisine karşı bir öncelik sağlanmasını istememiş, kimsenin
hakkını göz dikmemiş, her kulun hakkını göz etmiştir. Gelin görün ki bu gün
ülkemizin başta yöneticileri yukarıdan aşağıya doğru nasıl bir damla hak yerim
diye bakıyor…
Vekillerin torpillerli,
referanslar, haksız kazanç, adaletsizlik, haksız ticaret v.s…
Çok görüyorum! Bir cemaate girip
de oradaki kişiler kanalıyla kamu görevlisi olmak için çabalayanı ya da terfi
alma çabasında olanı… Koltuk ve makam sevdası için o yeri hak edenlerin
haklarını gasp edenleri… Hele ki bunları yapanların “cemaatçiyim ben” demeleri yıkıyor beni… İslam’ı seçip Allah(C.C.)’a
ulaşmak için o yolda yürüdüğünü iddia ederek bir cübbe, bir sarık, bir çarşaf
giyerek elindeki tespihlerle Rab’i anarken bile sayının hesabını tutan ticaret
ehilleri yıkıyor beni…
Bu devirde bize bir sen lazımsın
Ya! Ömer(R.A.)… Torpil yapmayı, haram yemeyi, makamını rant için kullanmayı
bile helal sayanların yaşadığı bu devirde, senin gibi bir adalete ihtiyacımız
var Ya! Ömer(R.A.)…
Adaletin simgesi gözlerine bez
bağlanmış elinde bozuk teraziyle duran bir Yunan Tanrıçası değil sen olmalısın
Ya! Ömer(R.A.)…
H.Z. Ömer(R.A.)'in oğlu
hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi idi. Yahudi “Bakalım
halife kendi oğluna da Allah(C.C.)'ın emrini tatbik edecek mi?” diye, H.Z.
Ömer(R.A.)'in oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen
halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, yahudinin teşvikiyle kızına da zina
etti. Muradına eren Yahudi sokağa çıkıp: “Ömer'in oğlu benim kızıma zina etti, diye
bağırmaya başladı. “ Dedikodu her tarafa yayılıyordu. H.Z. Ömer(R.A.),
meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudinin kızına zina ettiğine
kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. H.Z. Ömer(R.A.): “Zina
eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım.” dedi ve seksen sopa
vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya
başladı. Diğer ashap: “Ya Ömer ağlama, şeriatın emridir.” diye
teselli etmeye başladıklarında O(R.A.) “Ben oğlum öldü diye ağlamıyorum. Ben sopayı
ona vururken acaba içime babalık merhameti doğdu da, yavaş vurdum mu diye
ağlıyorum. Eğer öyle oldu da, yarın Allah(C.C.) bana bunun hesabını sorarsa ne
cevap vereceğim diye ağlıyorum.” dedi.
19.08.2012
Engin DİNÇ
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Engin DİNÇ - Erkekler de Ağlar
Hep kültürümüze yerleştirilmeye
çalışılmış bir savaştır o söz: “Erkekler
ağlamaz…” Oysa ağlamak doğum anından itibaren başlar ve hep güzel şeyler
için ağlanır.
Erkekler ağlamaz: Her gece secde
başında ağlayarak Rab’inden af-ı mağfiret dileyen peygamberimiz H.Z.
Muhammed(S.A.V.) de erkek değil miydi?
Resulullah(S.A.V.) bir gece zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde idi. Gece
yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah(C.C.)’a
yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmü Seleme, Resulullah(S.A.V.)’ı yatağında
görmeyince kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah(S.A.V.) evin
karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah(C.C.)’a
şöyle yalvarıp yakarıyor:
“Allah(C.C.)’ım! Bağışladığın
nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların bana gülme vesilesi kılma,
kıskançları bana musallat etme. Allah(C.C.)’ım!
Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme. Allah(C.C.)’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an
kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten (beladan) koru.”
Ümmü Seleme, Resululla(S.A.V.)’in bu durumunu görünce ağlayarak kendi yerine
döndü. Resulullah(S.A.V.) Ümmü Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip
ağlamasının sebebini sordu.
Ümmü Seleme şöyle dedi:
“Ya Resulullah! Senin ağlaman
beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah(C.C.) katında olan onca büyük
makam ve yakınlığınıza rağmen Allah(C.C.)’tan böyle korkuyorsunuz, Allah(C.C.)’tan
bir an bile sizi kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim
halimize!”
Resulullah(S.A.V.) onun sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Nasıl korkmayayım, nasıl
ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkiime
güveneyim! Oysaki Allah-u Teâlâ(C.C.), Hz. Yunus(A.S.)’u bir an kendi haline
bıraktı ve onun başına gelmemesi gereken şey geldi!”
Evet, erkekler de ağlar. Herkes
kadar erkekler de ağlar. Lakin ne için ağladığı çok önemlidir. Bir kızın terk
edip gitmesiyle arkasından ağlayan bir kişi değildir erkek… Her gece sabahlara
kadar secde başında ellerini göğe açıp Rab’ine yalvaran kişinin adıdır… Ümmeti
olduğu peygamber’in yolunda giden kişinin adıdır erkek…
Erkekler de ağlar… Kim demişse
erkek ağlamaz diye; işte odur vatanımın milli ve kültürel değerlerine zarar
vermek isteyen kişi…
Gözündeki yaşı dökmeyi düşüklük,
adilik, zayıflık saymak ne kadar da yanlış... Her zaman güçlü olduğunu gösterme
çabasına girişen erkek nefsi, başına ne iş gelirse gelsin gözyaşı dökmeme
çabası içine girer oysa yapabildiği en büyük roldür. Bir sıkıntı anında güçlü
olup ağlamayan erkek o günün gecesinde yatağa girdiğinde hıçkırıklara boğulan
kişidir… Peki ya kibirden, küçük görülme korkusundan dolayı duygusunu
yaşayamayan kişi erkek midir?
H.Z. Peygamber(S.A.V.) eşinin
görmesinden bile çekinmemiş ellerini semaya açıp gözyaşı dökerek Rab’i önünde
ne kadar aciz olduğunu göstermiştir. Mümin kul en acizdir, acizlerin acizidir. Her
daim gözünde yaş gerektir, acizliğinin, zayıflığının, muhtaçlığının farkında
olmalı ve ellerini açıp yalvarmaktan uzak olmamalıdır. Muhakkak ki “Nefsini
bilen Rab’ini bilir.” Çünkü nefsinin ne kadar aciz olduğunu bilen Rab’inin de
ne kadar bağışlayıcı ne kadar fedakâr olduğunu bilir. Bu konuda H.Z. Ali(R.A.)
şöyle buyuruyor: “Allah(C.C.)’ımı isteklerimin
olmamasıyla bildim.”
18.08.2012
Engin DİNÇ
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Bunları Biliyor Musun?
Ey Yolcu!
Biliyor musun kendini? Kim ve ne için var olduğunu, dünyanın ne için var olduğu, diğer canlı ve mahlûkatın neden var edildiğinden haberdar mısın?
Soruyorum bir tanesine cevap verebilir misin?
-100.000.000(Yüz Milyon)x12 defa her nefesinde hayatının bağışlandığını biliyor muydun?
-Kirpiklerin olmasa kör olacağını biliyor musun?
-Burun denen organın -40 derece de nefes alsan bile onu bir saniye de 36,5 dereceye getirdiğini biliyor musun?
- Kursak deliğinin beş santim altında tiroit bezi bulunur. Bu bez biraz az salgılasa fıçı gibi olur, biraz fazla salgılasa şemsiye teli gibi kalırsın. Peki ya o hiç olmasa nasıl olurdun düşünüyor musun?
- Bir kadının yumurtasını 10.000 defa büyütsen bir toplu iğnenin başı kadarken yine ondan 35.000 kaç küçük olan spermin birleşmesiyle senin meydana geldiğinin farkında mısın?
- O döllenen yumurta hücresi ikiye katlanarak milyar hücre sayısına gelerek seni oluşturuyor ama o katlanma sırasında mikronda bir kayma olsa dilin göbeğinden çıkardı bunu biliyor musun?
- Söyle bakalım âlemin en büyük varlığı; sana dünyayı tek tapu yapsak aklını verebilir misin?
- En büyük teknolojileri, bilimsel imkânları verelim bir insana can verme gücüne sahip ol ve toprağı bir çamur haline getirip insan yap ve can ver… Allah(C.C.) sana “Kulum insana can verdin, topraktan insan yaptın da kendi toprağınla yapsana…”derse ne cevap verebilirsin?
“Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız.” (Mü-minûn Suresi 12. Ayet)
“O(C.C.)'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri: Sizi topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.” (Rûm Suresi 20. Ayet)
“Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı ilkin çamurdan yarattı.” (Secde Suresi 7. Ayet)
“İnsanı bir parça sudan yaratıp da soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale haline getiren de O(C.C.)’dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkân Suresi 54. Ayet)
Ey kibirli insan sen âlemlerin en gelişmiş varlığısın, en büyüğü, en güçlüsü ve en akıllısısın öyle mi? Peki, madem bir balina gibi dalsana, bir kartal gibi kilometre yukarıdan uçup bir tavşanı görsene…
- Bir uçakla 2.000 metre de uçarsın kış günü orada sıcaklık -30 derece iken bir leyleğin 6.000 metrede uçabildiğini biliyor musun?
- Bir bukalemun gibi hiçbir kimyasal kullanmadan derinin rengini değiştirebiliyor musun?
- Sana DNA diye bir zincir verildiğini ve âlemde bir benzerinin olmadığını biliyor muydun?
- Yemek yerken çeneni üç farklı yöne aşağı, sağa ve sola doğru hareket ettirmesen geviş getiremeyeceğini biliyor musun?
H.Z. Ali(R.A.) diyor ki: “Derdin kendindendir bilmiyorsun derman yine sendedir görmüyorsun koskoca âlem içine yerleştirilmiş sen kendini hala küçük bir şey zannediyorsun."
Sen ne olduğunun farkında bile değilsin oysa H.Z. Muhammed(S.AV.) buyuruyor ki: “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Kişi ne olduğunu bilirse onu bir yaratanın nasıl da mükemmel yarattığını bilir.
Ateistler Allah(C.C.) yok(Tövbe Hâşâ), Darwin teorisi bir gerçek diyorlar…
-Soruyorum onlara da; terzi iğnesiz olur mu, okul öğretmensiz olur mu, mahalle muhtarsız olur mu?
E! Olmaz…
-O zaman kâinat Rab’siz olur mu?
-İnsanlar maymundan geldi diyorsunuz; şimdi ki maymunlar niye insan olmadı hallerinden memnun mu kalmışlar? Dünya da o kadar tür varken fiziksel özelliği en benzeri olan maymundan geldiğine inanıyorsun da çamurdan yapıldığına mı inanmıyorsun? Madem maymundan geldin o maymun kimden geldi ya?
Âlemler mukaddes bir düzenle yaratılmıştır. Aklınızın alıp gözünüzün gördüğünden fazlası daha fazla türler vardır âlemde…
Öyleyse âlemleri yaratan Rab’in bu kadar nimet için senden bir teşekkür beklemez mi? Bekliyor elbet ve diyor ki: “Sana 24 saatlik bir gün veriyorum sadece bir saatini bana ibadetle geçir. 23 saatin dünyalık hayatına kalsın ve bana ayırdığın o bir saatin hatırına diğer 23 saati de ibadetle geçirmişsin gibi sevaplandırayım.” Allah(C.C.) rızası için, Cennet sevgisi ve Cehennem korkusu olmaksızın sadece Allah(C.C.)’ın rızası için, sabah iki farz iki sünnet, öğlen dört sünnet dört farz iki sünnet, ikindi dört sünnet, dört farz, akşam üç farz, iki sünnet, yatsı dört sünnet, dört farz, iki sünnet, üç rekât da vitr kıl. Toplamında bir saatini bile almayacak bu ibadet ile Allah(C.C.)’a sana verdiği nimetler için ve kudretinin büyüklüğü için bir teşekkür sunmuş olursun.
Çok zor sanma dediğimi; şuan kalk abdest al ve iki rekât tövbe namazı kıldıktan sonra pişman olduğunu Allah(C.C.)’a söyle… Kırk gün zorlanacaksın sabret ondan sonra her duan kabul olacak, her sıkıntın geçecek, kalbine ferahlık yüzüne güzellik gelecek. Çünkü Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 9. Ayetinde şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.) iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vâd etmiştir.”
Âlemdeki her şeyi her sorunun cevabını Kur’an-ı Kerim cevaplar. Her sorunuzun cevabını onda arayın ve o cevapları Allah(C.C.)’ın cevabı olduğunu bilerek sorgusuz kabullenin çünkü Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 10. Ayetinde: “Kâfir olup âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler.” Demiştir.
Ve! Hayatınızın merkezine koymanız gereken Ayet-i Kelime olan Mümin Suresi 58. Ayeti asla unutmayın: “… Ne kadar az düşünüyorsunuz?”
13.08.2012
Engin DİNÇ
12 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Sözde Müslüman'ız
Evet!
Ben Müslüman olduğumda 20
yaşındaydım!
Ağır konuşacağım bu sefer,
alınırım, darılırım dersen hiç yaklaşma şimdiden… Konumuz İman’ın sözdeliği…
Evet, yanlış yazmadım sözde Müslümanlar konumuz yani birazda özeleştiri yaparak
gideceğim konunun devamında. Biz; sözde Müslümanlar…
"Ben yaydan fırlayan okum... Kalbe girerken taşları kırar,
duvarları yıkar, canları yakarım..." (E. DİNÇ)
Kendi sözümle başlıyorum ki
bilesiniz ne kadar ağır konulara daldığımı… Müslüman olmak için ilk gereken
nedir? Kelime-i Şahadet getirmek. Heh! ben Kelime-i Şahadet getirdim şimdi
Müslüman oldum mu? Evet oldun… Ama lafta oldun…
Müslüman yani İslam olmanın şartı
kaçtı hatırlayalım. Beş değil mi; Kelime-i Şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç
tutmak, zekât vermek, hacca gitmek. Biz ne yaptık daha birincisini yaptık yani
Kelime-i Şahadet getirdik. Biz burada bırakırsak ancak 5’in 1’ini alırız…
Bu konu hakkında Kur’an-ı
Kerim’in Hucurât Suresi 14. Ayetinde şöyle denmektedir: “Bedeviler "iman ettik"
dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyat
ettik" deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer
Allah(C.C.)'a ve resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını
eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah(C.C.) gafûr ve rahîmdir
(mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).”
İşte Kelam-ı Kadimde de söylediği
gibi sadece Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olunmuyor. Onun için namaz da
gerekiyor, oruç tutmak gerekiyor, bunlar kadar zekât da gerekiyor, imkânı
oldukça hacca gitmek gerekiyor. Oysa biz kolay olayını yapıp işin içinden
çıkıyoruz. Tamamen samimiyetsiz bir Müslümanlık bizimkisi…
Soruyorum;
-Kaçımız 5 vakit namaz kılıyor?
-Kaçımız oruç tutuyor. Ramazan’ı
aksatmadan ve Pazartesi-Perşembe günlerini oruçlu geçiriyor?
-Kaçımız malının kırk da birini zekât
veriyor?
-Kaçımız Hac ziyareti için
dileklerde bulunuyoruz? Bu biraz maddiyat ve biraz da kısmet olduğu için ılımlı
yaklaşıyorum…
Şimdi buraya kadar okuyan “Sen kendine bak başkalarının İman’ı sana mı
kaldı?” diyecek… O kılkuyruk tipler çok malum… Bana kalmadı hemen kafanı
kaldır yukarıdaki ayeti oku… Allah(C.C.) diyor ben onun sözünü söylüyorum
sorgulama yetkin varsa onu sorgula…
Bir de bazı cemaatler kahramanlık
peşine düşüp Hıristiyanları Müslüman yapma peşinde değiller mi? Ah! Ne sövüyorum,
ne sövüyorum. “Yüzünüz yere sürünsün…”
diyorum H.Z. Muhammed(S.A.V.) böyle derdi… Yahu arkadaş o adamı Müslüman
yapacaksın peki nasıl olacak? Alacaksın karşına bir Kelime-i Şahadet
getirteceksin tamam hadi sen yoluna ben yoluma… Böyle dine zarar verirsin, bir
kazancın olacağını mı sanıyorsun. Hani İslam’ın şartları, İman’ın şartları…
Farzlar, Sünnetler, Vacip, Mekruh… Hani nerede ilim, fıkıh, şeriat… Kendisi
bilmiyor ki o adama öğretsin…
Önce biz içimdekileri Müslüman
yapalım da Hıristiyanlar sonraya kalsın. Kıyamet alametlerinin en başında
geliyor bu dediğim. Deniyor ki; “Ahir
zaman geldiğinde cemaatler, tarikatlar çoğalacak ama hiç birinde İman
olmayacak. Nice milyon kişilik cemaatler helak edilecek.” Onlardan olmayın
İnşAllah…
Hem o adamın Hıristiyan
kalmasından sana ne sen kendi yoluna bir bak önce… Böyle dediğimde de bana
diyor ki eee “tebliğ ediniz.” Deniyor
onu dinlemeyelim mi? Dinle tabi de H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu sözü söylediği
kişiler sahabelerdi sen onlar kadar İman sahibiysen sende tebliğ et… Bir adamı
Müslüman yap sonra ona tüm İslam’ı öğret gel ayaklarını yıkarım… Ülkemizde bunu
yapabilecek kaç tane âlim tanıyorsunuz? Aklıma gelen ilk beş kişiyi sayalım mı?
Seyyid Mahmut Ustaosmanoğlu(Efendi Hazretleri), Seyda Hazretleri(Menzil),
Seyyid Fevzeddin el Bilvanis(Eskişehir), Fethullah Gülen, Ahmet Mahmut
Ünlü(Cübbeli Ahmet Hoca)… Bu kişilerin şahısları sadece bu mertebeye yükselmiş
ve gözle görülecek kadar da ortadadır. Peki, bu muhteremlerin bilgisine, âlimliğine
sahip misin? Yok değilsen o mertebeye ulaşmak için çabala ey nefsim… Bırak onu
bunu bir yola getirmeye; diyor ki Şah-ı Nakşibend: “Ey yolcu! Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun,
öteki geride kalsın. Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar
gitsin dilediği yere, sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf
ile güzaf.” Bırak milleti kendine bir dön önce…
Yunus Emre(K.S.) Diyor ki:
“Gel ey derviş Hak’ı bulayım
dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca
olmaz.
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca
olmaz.”
O sebepten gereken o ki kendi
İman’ımızı tam anlamıyla sağlamlaştırmak için bir âlime varmak ondan ders almak
gerekiyor. Âlimlerin bir kaçını yukarı da saydım varsa başka bildiğin kapısına
git, tıklat otura yanına “Bana İman’ı
yaşat hocam” de!
Hem bir düşün; sen düzgün
olursan, sen doğru işler yaparsan başka insanlarda senden görerek düzelir. Seni
sever, sana yaklaşır, sana benzemek isterler. Hiç kimse birbirinden farklı
değildir herkes birilerine benzeme peşindedir. Komünist adamın ekolü Che Guevara,
Kemalist bir adamın ekolü Mustafa Kemal Atatürk ya da Leninist bir adamın ekolü
Lenin… İşte sende bir ekol olmalısın, kendin İslam’ı en iyi şekilde yaşarsan
sende o ekollerden olursun. Bu gün Efendi Hazretleri bir ekol değil diyebilir
misiniz?
En başta şunu demiştim ya; ”Ben
Müslüman olduğumda 20 yaşındaydım!”
Evet, ben Müslümanlığın aslını o
yaşlarda tatmaya başladım. Kötü alışkanlıkları bırakıp yüzümü secdeye sürmenin
lezzetine vardım. Bize hep başını dik tut, kimseye kendini ezdirme v.s. dediler…
Ben başımı eğmenin lezzetine vardım, kabullenmenin, boyun eğmenin güzelliğini
gördüm. Bir mürşit aradım bir tane ile yetinmedim her âlimi kendime mürşit
edindim kimseye bağlı kalmadım. İki sayfalık yazıyı okuyamayan toplumumda
binlerce sayfalık kitapları okudum her harfi yorumladım. En önemlisi Kelam-ı
Kadim olan Kur’an-ı Kerim’i eline alıp da sevap almak için okuyanlardan değil
anlayanlardan olmaya çabaladım. Çok iyi bir Müslüman mıyım? Yok, iki rekât
namazı bile tam bir huşuu içinde kılamadım hala…
12.08.2012
Engin DİNÇ
10 Ağustos 2012 Cuma
Engin DİNÇ - Mevlâ Aşkına Varmanın Yolu
Ey yolcu! Allah(C.C.) yolunda gitmeyi
istiyor ve onun dostluğuna talip oluyorsun, büyük âlimlerden olma amacındasın…
O zaman ona ulaşma yolunun on aslını unutmaman gerekir. Bu asıllar şunlardır:
Birinci asıl Tövbe’dir: O iradeyle
Allah(C.C.)’a dönmek. Yüzünü kıbleye çevirip pişman olduğunu Allah(C.C.)’a
söylemek ve af dilemektir. Allah(C.C.)
şirk yani Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç her günahı affedeceğini söylemiştir.
Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmuştur: “Büyük pişmanlık duyan Âdem,
Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine
yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti
boldur.” (Bakara Suresi 37. Ayet) Düşünün ki her insan biraz
günahkârdır. Ama Rab’imiz tüm günahları bağışlayacağını ve tövbe edenin bir
bebek kadar temiz olacağını belirtmiştir. Bu konu hakkında H.Z. Muhammed(S.A.V.)
bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “Günahından tevbe eden, sanki günah
işlememiş gibi olur.” (İbn Mâce, Zühd) 40 Hadis-i Şerif (19.Hadis)
Düşünün ki hangi günahı işlemiş olsanız dahi, Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç
hepsi affedilir; zina, cinayet, haram… Büyük ve küçük günahları tövbe etmek bir
daha yapmamak koşuluyla affedeceğini söylüyor Rab’imiz… “…Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.” (Nur Suresi 5. Ayet)
İkinci
asıl Zuid’dir: O, dünyanın süsü, zevki, malı, makamı, yüksekliğinin azından da
çoğundan da uzak olmaktır. Hem dünya sevdasından hem Cennet isteğinden
vazgeçmektir. Bu konuda H.Z. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dünya Âhiret ehline
haramdır, Âhiret de dünya ehline haramdır! Her ikisi de kendilerini tamamen
Allah(C.C.)’a verenlere haramdır."
Üçüncü
asıl Tevekkül’dür: Her işinde Allah(C.C.)’a yaslanmak, her gelen ve gideni
Allah(C.C.)’tan bilmektir. Nitekim Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Talâk Suresi
3. Ayetinde şöyle buyurmuştur. “…Kim Allah(C.C.)'a karşı gelmekten
sakınırsa, Allah(C.C.) ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı
yerlerden rızıklandırır. Allah(C.C.)'a dayanıp güvenene Allah(C.C.) kâfidir.
Allah(C.C.) buyruğunu elbette yerine getirir. Gerçekten Allah(C.C.) her şey
için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir.”
Dördüncü
asıl Kanaat’tır: Ki o fazlaya göz dikmemektir. İhtiyacı kadar yemek, ihtiyacı
kadar içmek fazlasını harcamaktan uzak durmaktır. Nitekim Allah(C.C.) Kelam-ı
Kadim’in A’raf Suresi 31. Ayette şöyle buyurmuştur: “Ey Âdem'in evlatları! Her namaz
vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat
israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” Nitekim H.Z.
Ömer(R.A.) tüm günü oruçlu geçirir ve iftarda sadece on bir lokma ile
yetinirdi.
Beşinci
asıl Uzlet’tir: Ki o İnzivaya çekilip, insanlardan uzaklaşarak sadece
Allah(C.C.)’ı düşünmek ve günlerini ibadet ile geçirmektir. Uzlet nefsanî
lezzetlerden ve fani hayatın pisliklerinden uzak tutar. Her daim Allah(C.C.)
huzurunda kalmayı ve ibadet etmeyi sağlar. Uzlette kişilere farklı âlemler
zuhur eder farklı kapılar açılır, yüksek mertebelere erişen yolcu diğer
insanların sahip olmadığı özelliklere sahip olur. Onların göremediğini görür,
hissedemediğini hisseder, kalplerinden geçirdiklerini anlar.
Altıncı
asıl Zikrullah’tır: Ki o her zaman, her daim kalben ve dil ile Allah(C.C.)’ı
anmak, zikir çekmektir. Allah(C.C.) en büyük Hadis-i Kutsilerinden birinde
şöyle buyuruyor: Ebû Züra (En büyük hadis hafızlarından) tüm senedini vererek şöyle buyuruyor
ki: Ebû Züra: Ben duydum İmam Ali Rıza (AS)’dan; İmam Ali Rıza (AS) buyurdu: Bana
haber verdi babam İmam Musa-i Kazım (AS), o duydu babası İmam Cafer-i Sadık
(AS)'dan, o duydu babası Muhammed Bakir (AS)'den, o duydu babası İmam Zeynelabidin
(AS)'den, o duydu babası Kerbela şehidi H.Z. Hüseyin (AS)'den, o duydu babası
Allah( CC)'ın Aslanı H.Z Ali (RA)'den, o duydu Peygamber H.Z. Muhammed (SAV), o
duydu Cebrail (AS), o duydu ALLAH (CC): "La ilahe illâllah kelimesi benim
kalemdir, öyleyse kim kaleme girerse azabımdan emanda kalır."
Yedinci
asıl Tam Teveccüh’tür: Yüzü ve gönlü tamamen Mevla’ya çevirmektir. Tüm dünyevi
zevklerden yüz çevirmektir. O Âşık O(C.C.)’ndan başka ne bir sevgili ister, ne
de ondan başka maksadı olur. Sadece Allah(C.C.)’ın rızasına taliptir.
Sekizinci
asıl Sabır’tır: Ki o nefsin sizi yolundan döndürme çabasına karşı gelmek ve
yolunda devamlı olmaktır. Adımlarını sabit tutarak etrafına bakmadan
Allah(C.C.)’ın cemalini görme arzusuyla İman ve irfan yolunda ilerlemektir.
Dokuzuncu
asıl Murakabe’dir: Ki o güç ve kuvveti terk etmektir. Güçlü ve üstün olmaktan
korkmak ve yüz çevirmektir. Her daim en güçlü olanın ve her şeye kadir olanın
Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve tevekkül etmektir.
Onuncu
asıl Rıza’dır: Ki o Allah(C.C.)’a kavuşturacak yolun en önemli adımıdır. Gelen
her kazanın, belanın ya da güzelliğin Allah(C.C.)’tan geldiğini bilmek,
kabullenmek ve sebebi Allah(C.C.)’tan gelen şeklinde aramaktır. Bir kaza
geldiğinde kazayı getirenin de Allah(C.C.), bir güzellikle karşılaşıldığında o
güzelliği verenin de Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve sorgusuz kabullenmektir.
Allah(C.C.)
herkese istediğini verendir. O çok cömerttir. Bela isteyene bela, güzellik
isteyene güzellik, mal-mülk isteyene mal-mülk, şöhret isteyene şöhret ve
kendisini isteyene de kendisini(rızası) verecek kadar cömerttir. Güzel isteyin
ki, güzel versin.
Allah(C.C.)’ın
dostuyum diyene kendi dostluğunu, Şeytan’ın dostuyum diyene Şeytan’ın
dostluğunu verir. Herkes yaşadığı hayata baksın! Kimle dost iseniz onu
istediğiniz için dostsunuzdur…
10.08.2010
Engin
DİNÇ
9 Ağustos 2012 Perşembe
Engin DİNÇ - Vicdanlı Olduğunu Sananlar
Herkes masumdur, herkes iyi
kalplidir, herkes yardımseverdir, herkes iyiyi düşünür… Madem bizler bu kadar
iyiyiz neden dünyayı kötülük kaplamış, neden hep kafamızı kaldırdığımızda
gökyüzü kapkaranlık… Şişko, göbekli fabrika patronlarının o bacalardan çıkarttıkları
hırsların karanlığı kaplamış gökyüzünü…
Dünyaya o kadar dalmışız ki bir
çiçeğe bile baktığımızda “Yaratan ne
güzel yaratmış.” Deyip geçmek yerine, kopartıp sevgilimize veriyor ve onun nefsanî
şehvetine katkıda bulunuyoruz. Herkes kendi nefsini alıp yargılamalıdır.
Gerçekten iyi miyim acaba? Düşünelim; hiç mi bir çocuk kapının önünde ses yapıyor
diye bağırıp kalbini kırmadık, hiç mi anne-babamıza ses yükseltmedik, hiç mi
sevgiliyi yanlış anlayıp kızmadık? Hiç miler o kadar uzuyor ki kendim bile
korkuyorum…
Düşünün ki; âlemdeki her şey
Allah(C.C.)’ı zikretmektedir. Bir ağaç, bir çiçek, bir hayvan… Sevgilinize
vermek için kopartıp öldürdüğünüz bir çiçeğin katili olduğunuz kadar, zikrini
de böldüğünüzü düşündünüz mü?
Sokak da sizden yemek istediği
için yaklaşan kedi veya köpeğe tekme atıp kovduğunuzda aç kalanların halini hiç
düşündünüz mü ya da aç kaldığınızda kendinizi?
Afrika gibi açlık ve sefalet ile
yaşam savaşı veren insanların olduğunu bile bile hiç ihtiyacın olmayan bir
elbiseye verdiğin parayı düşündün mü ya da “fazla
geldi yiyemiyorum.” Diyerek çöpe attığın yemeği? Kelam-ı Kadim olan
Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi 26-27. Ayetlerinde şöyle buyuruyor Rab’imiz: “Yakınlarına,
yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar
şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”
Çağımızın en meşhuru olmuştur
yardım dernekleri… Özellikle de Mübarek Ramazan ayında iki kat faaliyet
içindeler… Kafanızı kaldırıp baktığınızda medya da reklamlar, sokaklarda
afişler; “Afrika’ya yardım, fitrem
Afrika’ya, Afrika açlık çekiyor v.s…” hep düşünmüşümdür. Bu Afrika insanı
sadece Ramazan’da mı aç? İnşAllah öyledir ve yardım yapanların yaptığı
yardımlar ihtiyacı olanlara, gerçekten aç olanlara ulaşıyordur…
Yardım yapanlar demişken; birçok
insan eline telefon alıp bir mesaj atıyor ya da daha fazla geliri olanlar
hesaplara para yatırarak yapıyor yardımını(Allah(C.C.) onlardan razı olsun) ama
kimileri de var ki bunlar şu en başta bahsettiğimiz şişko, koca göbekli patronlar…
Medyaya baktığınızda hep gündemdedirler ve manşetler belli; “Şu şirketin patronu bu derneğe şu kadar
yardım yaptı, Şu hocamızda bilmem kaç bin Türk Lirası yardım geldi v.s…”
uzayıp giden bu manşetlerden sırf Allah(C.C.) rızası için samimiyet arıyorum
ama bulamıyorum. Pek de konuşmak istemiyorum zan olmasın diye ama gelin görün
ki göz önünde yapılan, medya da üstelik de yandaş medya da, yani şu hep onların
haberini veren, onları savunan, “o ne
derse doğrudur” diyen medyada yapılıyor olması da sanırım ortada zan
bırakmıyor…
İşte onlar asıl vicdansız
olanlar… Çünkü vicdan sömürüyorlar. İnsanların içlerindeki vicdan muhasebesinde
terazinin dengesini bozmayı amaçlıyorlar. Şahsi çıkarları için, reklam
giderlerini azaltmak için böyle davranıyorlar belki de… Halkımızın çok sevdiğim
tarafından yani saflığından faydalanıyorlar. Her şeyi güzel ve doğru düşünen
halkımız medyanın dediği ve yaptığı her şeyi doğru buluyor. Şunu hiç düşünen
yok! Her hangi bir ayda sevişme sahneleriyle dolu filmler verip kitleleri televizyon
başına mahkûm eden zihniyet Mübarek Ramazan ayında birden evliya kanalı olu
veriyor…
Vicdanlı olmak için; sevmek
gerekir her şey, herkesi sevmek gerekir, dostu da düşmanı da… Çünkü H.Z.
Muhammed(S.A.V.) sevmek konusunda şöyle buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan
Allah(C.C.)'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde
birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!"
(Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et'ime 45; İbni Mâce, Mukaddime 9) İmanlı olmak
için önce sevmek gerekir. İnsan sevdiğine gösteriş için iyi davranmaz,
gerçekten iyi olduğu için kalpten severek ve isteyerek iyilik yapar, iyi
davranır. Asla “Ben sana bu iyiliği
yaptım.” Dercesine davranmaz. Yaptığı iyiliği ve yardımı gösteriş yapmak
için yapmaz. Kişinin amacı daha az bir giderle reklam yapmak ve şirketinin
müşteri portföyünü arttırmak değil, Allah(C.C.)’ın rızası olmalıdır.
Vicdanlı olmak için; her şeyi
sevmeli ve onun gönlüne saygı göstermeliyiz bir karıncaya bile… Bir gün İmam-ı
Şüreyk(K.S.) sofranın üzerinde bir karınca görür. Onu eline alıp yere bırakır
ve takip etmeye başlar. Karınca yavaş yavaş yuvasına doğru gider. Tam üç
kilometre yol gittikten sonra yuvasına girer. İmam-ı Şüreyk(K.S.) her gün üç kilometre
yol yürüyerek o karıncanın yuvasının etrafına un bırakır. Görün ki; iyi bir
insan olmak için, gerçekten vicdan sahibi olmak için bir karıncanın gönlüne
dahi böylesine saygılı olmak gerekir.
İman için vicdanın, iyiliğin ve
Allah(C.C.) Aşkının kalbe yerleşmesi, orada katılaşması gerekir. Her dil ile
Müslüman’ım demek, Kelime-i Şahadet getirmek iman etmiş olmak demek değildir.
Bu konu hakkında Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 14. Ayetinde şöyle
denmektedir: “Bedeviler "iman ettik" dediler. De ki:
"Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyad ettik"
deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah(C.C.)'a ve
resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını
eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah(C.C.) gafûr ve rahîmdir
(mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).”
Vicdanı,
iyiliği, saflığı ve güzelliği tekrar tefekkür ediniz. Çünkü Allah(C.C.) Kelam-ı
Kadim’inde der ki “…Ne kadar az düşünüyorsunuz!” (Mümin Suresi 58. Ayet)
09.08.2012
Engin
DİNÇ
8 Ağustos 2012 Çarşamba
Engin DİNÇ - Dua ve Tövbe
İnsan ve kul olmanın en güzel
özelliğidir inanmak. İnsan inanmaya ihtiyaç duyar. Herkes kendince inançlar
sahibidir. Kimi; Müslüman, Hıristiyan veya Musevi’dir. Tanrı’nın varlık ve birliğine
inanırken kimi de; Budist, Maniheist, Totemist… İnanmak; aslında insanın nefsanî
duygularını zincire vurmasını sağlayan en güzel özelliktir.
Mukaddes ve son din olan İslam’da
da inanç ve ibadet büyük önem taşımaktadır. İbadetin en büyüğü de kulluğunun
farkında olup Allah(C.C.)’tan istemektir, yani dua etmektir.
Dua etmek, Allah(C.C.)’tan
ihtiyaç duyulanları istemek ve sonunda o isteklere karşılık bulmaktır. Duaya
karşılık öncelikle sabrın bir eseridir. Kalben edilen her duaya karşılık verilir.
Muhakkak ki Allah(C.C.) Muğnî (Zenginleştiren)’dir. Allah(C.C.) bizleri Ona
karşı dua ve ibadet etmemiz için var etmiştir. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı
Kerim’in A’raf Suresi 55. Ayette “Rabbinize için için yalvararak, başka
nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O(C.C.), haddi aşanları hiç
sevmez.” Demiştir. Allah(C.C.) yine Kur’an-ı Kerim’in A’raf Suresi
180.Ayetinde “En güzel isimler Allah(C.C.)'ındır, o halde bu isimlerle O(C.C.)'na
dua edin. O(C.C.)'nun isimleri konusunda haktan sapanları terk edin. Onlar
işlediklerinin cezasını çekeceklerdir.” Diyerek kendisine duada
bulunmayanların, sapkınlık yapıp başka şeylerden medet umanların cezasını
çekeceğini bildirmiştir.
Dua hususunda H.Z.
Muhammed(S.A.V.) bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur. “İnsanların en âcizi dua etmeyen,
en cimrisi de selam vermeyendir.” (Taberani)
Dua etmek, elleri açarak Rab’e
yalvarıcı olmak bir nevi onu övmektir. O(C.C.)’nun kudret sahibi ve çok
bağışlayıcı olduğunu O(C.C.)’na söylemektir. O(C.C.) övülmeyi çok sever,
övülmek ve övünmek ona hastır. Hiçbir kul kibir duygusuyla bulunduğu konum ve
işi gereği, güzelliği sebebiyle, zenginliği sebebiyle övünemez, kibirlenemez.
Bunları yapma hakkına sahip olan tek Allah(C.C.)’tır. Dua etmek şükretmektir.
Fakirlikte, zenginlikte şükür gerekir. Çünkü insanı fakirlikte güçlendiren,
zenginlikle sınav eden de Allah(C.C.)’tır. Allah(C.C.) kim olursa olsun
kendisine dua edilmesini, yalvarılmasını ister. Kişi zenginliğine güvenip de
Allah(C.C.)’tan yüz çevirirse Allah(C.C.) da ondan yüz çevirir. Bu konu
hakkında Resulullah(S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Kendisine iltica ile bir ricada
bulunan kimsenin ricasını kesip atanın duâ ve ricasını da Allah(C.C.) kesip
atar.” Resulullah(S.A.V.) her fırsatta dua ederdi. Öyle ki bir yağmur
yağıp gök gürlese “Aman ya rabbim kıyamet
mi kopacak.” Der ve gider namaz kılar, dua ederdi. O(S.A.V.)’nun ümmeti
olan bizlerde tıpkı O(S.A.V.)’nun yaptığı gibi her fırsatta Allah(C.C.)’a dua
edip, affı mağfiret dilemeliyiz.
Herkes günah işlemiştir ve
işleyecektir. Çünkü Allah(C.C.) bizleri sınamak için bize nefis ve o nefsi
vermiş ve o nefsi azdırmak içinde Şeytan’ı yaratmıştır. Şeytan fitneleriyle
nefsimizi azdırır ve bizi günaha sürüklemeye çalışır. Her daim günahkâr bir kul
olduğumuzu bilmeli ve tövbe etmeliyiz. Çünkü Allah(C.C.) bizleri günah işlediği
zaman tövbe edip Allah(C.C.)’ı analım diye yaratmıştır. H.Z. Muhammed(S.A.V.)
Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin
ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah(C.C.) sizi toptan helak eder;
günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret
ederdi." [Müslim, Tevbe 9, (2748).] Allah(C.C.) tövbe eden
kullarını çok sever ve çok sevinir. Bir Hadis-i Şerif de Peygamberimiz(S.A.V.)
şöyle buyurmuştur: "Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok,
Allahü teâlâ, kulunun tevbe etmesine sevinir."[Buhari]
Duacı ve tövbekâr olmak dileğiyle...
08.08.2012
Engin DİNÇ
6 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Mev'iza-i Diniye
Ey yolcu!
Her namazı son namazın gibi kıl.
Başını secdeye koyduğunda kaldırma ümidinde olma.
Her yemeğini son yemeğin gibi ye.
Bir sonraki lokmayı yutma ümidinde olma.
Her adımını son adımın gibi at.
Bir sonraki adımını atma ümidinde olma.
Her buluşmanın ardındaki vedayı son vedan gibi yap.
Bir daha buluşma ümidinde olma.
Her konuşmanı son konuşman gibi yap.
Bir sonraki kelimeyi kurma ümidinde olma.
Ey yolcu!
Yaşadığın anın farkında ol.
Geçmiş, gelecek kaygısında olma.
Her yer de Allah(C.C.) ile beraber ol.
Allah(C.C.)'ı zikretmeyi bırakıp gafil olma.
Adımlarını sabit tut, bastığın yerin farkında ol.
Başkalarının gittiği yollara bakıp oyalanan olma.
Her an Allah(C.C.) huzurunda olduğunun farkında ol.
Onun senin gördüğünü unutup da küfre giden olma.
Kötülükten, iyiliğe yolculuk halinde ol,
Kötülük ve kibir ile ölüp azap görenlerden olma.
Halk içinde Hak ile ol,
Hak'ın varlığını unutanlardan olma.
Her an O(C.C.)'nu hatırlayanlardan ol,
O(C.C.)'nun nurundan eksik kalanlardan olma.
Niyeti Allah(C.C.) rızası olanlardan ol.
Dünya nimetlerine kapılıp helak olandan olma.
Kalbin ve bedeninle faniyetten uzak ol.
Beşeriyete kapılıp Allah(C.C.) cemalinden mahrum olandan olma.
06.08.2012
Engin DİNÇ
5 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Allah(C.C.) Rızası İçin Sevmek
Mukaddes, son ve hak din olan
İslam’ın temelinde sevgi ve hoşgörü yatmaktadır. Müslüman olan kişi, diğer
Müslüman bir kişiyi kendi kardeşi gibi sevmeli ve o şekilde yaklaşmalıdır. Çünkü
Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 10 Ayetinde: “Müminler
sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Allah(C.C.)'a karşı gelmekten sakının ki O(C.C.)'nun merhametine nail olasınız.”
Buyrulmuştur. İslam’ın temelinde barış ve kardeşlik yatmakta olup, düşmanlık ve
kin şeytanın insanları yolundan etmek için kullandığı bir oyundur. Unutmayalım
ki; korktuğumuz şeytanın bir iğneyi bile bir yerden alıp, diğer bir yere koymaya
gücü yetmezken; ona Allah(C.C.) tarafından verilmiş fitne özelliği ile halkları
birbirine düşman edebilir.
Kişi; sevgi ve hoşgörüyle dolu
olup her daim güler yüzlü olmalıdır. Kendisine karşı istenmeden veyahut kasten
yapılacak bir hakaret ve harekete karşı hoşgörülü olmalı, ona mütevazı bir
şekilde içinde kötülük olmadan, tamamen iyilikle karşılık vermelidir. Böyle
yapan bir kişi Allah(C.C.) katında da yüksek bir mertebe sahibi olur.
Müminlerin birbirini sevmesi
öylesine önem taşımaktadır ki; rahmet peygamberi H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu konu
hakkında şöyle bir Hadis-i Şerif buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan
Allah(C.C.)'a yemin ederim ki sizler İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi
seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim,
îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9,
Edeb 11) Böylece Cennet’e girmenin yolunun İman etmekten, İman etmenin yolunun
da birbirini sevmekten geçtiğini açıkça belirtmiş ve şu Hadis-i Şerif’i de
buyurmuştur. “Bir kimse din kardeşini sevdiği zaman kendisini sevdiğini
ona bildirsin." (Ebû Davud, Edeb 112-113) Bir kişiyi sevdiğinizi ona
söyleyin. Çünkü Resulullah(S.A.V.) böyle yapardı. Birbirinizi nasıl seveceğini
de Hadis-i Şerif de “…Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey
söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” Diyerek belirtmiş ve
selamlaşmanın önemini vurgulamıştır. Selamlaşmak dinimizin en mukaddes
özelliğinden bir tanesidir. Peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) de selamlaşmaya
büyük önemle yaklaşmış; yolda yürürken gördüklerine selam vermiştir.
Selamlaşırken sarılmamış; karşısındakinin elini iki elinin arasına alarak selam
vermiştir. Resulullah(S.A.V.) sadece kendi yaşıtı ya da büyük olanlara değil,
çocuklara da selam vermiş ve onların başlarını okşamıştır. Selamlaşmak
hakkındaki Hadis-i Şerifler öylesine çoktur ki birkaç örnek vermek gerekirse:
“Müslüman’ın Müslüman
üzerindeki altı haktan biri de selam vermektir” (Müslim)
“Bir yere girerken
oradakilere selam vermek borç olduğu gibi, çıkarken de selam vermek borçtur.”
(Beyheki)
“Bir yere, bir meclise
giren oradakilere selam versin. Oradan kalkıp giderken yine selam versin.”
(Tirmizi)
“İnsanların en âcizi dua
etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir.” (Taberani)
Gördüğümüz gibi H.Z.
Muhammed(S.A.V.) selam vermeye çok büyük önem vermiş, selamlaşmayanı cimri
olarak görmüştür.
Nitekim şöyle denilmiştir:
“Allah rızası için bir mümin diğer bir mümini sevdiği zaman, Allah-u Teâlâ(C.C.)
kıyamet gününde o kimselere öyle kürsüler hazırlayacaktır ki, bütün insanların
hesapları bitinceye kadar o kürsülerde oturacaklardır.”
Hz. Ömer(R.A)’den rivayet edilen
bir Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber(S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.)’ın
bazı kulları vardır ki; onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler
ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler. Ashab-ı
Kiram: 'Onlar kimlerdir?' diye sordular. H.Z. Peygamber(S.A.V.) şöyle devam
etti: 'Onlar (aralarında) nesep ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı
halde birbirlerini Allah(C.C.) için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur
üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların
hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar.' ” (Ebu Davud)
Cennet’e girmenin İman etmekten,
İman etmenin sevmekten, sevmenin de selamlaşmaktan geçtiğini belirten
Peygamberimizin yolunda giden ümmeti olarak selamlaşmalı ve selamlaşmayı da
yaymalıyız.
Selamun Aleyküm kardeşlerim…
Engin DİNÇ
05.08.2012
Engin DİNÇ - Bir Çocuğun Hikâyesi
Bir
ufaklık varmış; 4-5 Yaşlarında bir erkek çocuğu. Ailesi çok fakir, öylesine
fakir ki her gece aç yatarmış, yatarmış da uyumak ne kelime... Küçük bir
gecekondu da otururmuş şerefsiz babası ve gariban anasıyla. Evin küçücük
bahçesinde patates yetiştirir onunla doyururmuş karnını. Bıldırcın yumurtalarını
çalar kızartırmış. Kimi zaman bahçedeki erik ağacının üstüne çıkar kırmızı
kırmızı erikleri toplar ama tadına bakamazmış bile. Bir iki kilo çıkarsa
satarmış ekmek parası...
Bir
arkadaşı olmamış hiç, bir kardeşi de yokmuş. Tek başına yaşamak, tek başına
savaşmak onun ki... Bir gün annesiyle doktora gitmiş. Doktor amcadan ilk o gün
duymuş kanser hastalığını. İlk o gün öğrenmiş ölüm kelimesini, ilk o gün içine
inanılmaz acılar girmiş. Evet, annesi kanser hastasıymış. Eve geldiğinde
şerefsiz babasından "ölürse ölsün" lafını duymuş. İlk o gün öğrenmiş
kini, nefreti. O gün anlamış savaş ne demektir...
Allah(C.C.) ne kadar yücedir ki kanseri yenmiş annesi. Yıllar geçiyor sessizce yalnız, küçük, fakir yüreği hafif hafif büyümekte. Ama o büyüdükçe azalmamış dertleri tersine çoğalmış. Dokuz yaşına geldiğinde tarifi zor bir hastalığa yakalanmış. O diri diri çürüyormuş, iç organları anlaşılamayan bir nedenden yok oluyor... Doktor amcaları annesine söylerken duymuş "pek umut bağlamayın, kızıp azarlamayın, kendi halinde yaşadığı kadar..." ilk o gün gülümsemiş ölüme. Yıllarca küçücük savaşçı yüreği hiç bir şeye yenilmemiş de bu hastalığa mı yenilecekti? Doktorlar perhiz uyguladılar bizim ufaklığa, sadece haşlanmış patates, kepekli ekmek ve su. Başka hiç bir şey yiyemez! Her gün annesinin ağlayışlarını görmek çıldırtmak üzeredir artık onu ve bir gün annesine gider şöyle der "anne ben öleceğim değil mi? Aç kalıyorum bu perhizle, kurtulmak istiyorum beni öldürür müsün?" annesi hıçkırıkla sarılır "suuusss!" diyebilir sadece. Ufaklık bu sefer "Anne o zaman bana her gün ufak bir kola alır mısın? Aç ölmek istemiyorum" annesi sımsıkı sarılır son defa sarılırcasına ve gidip bir kola getirir. Kola onun içmemesi gereken en önemli içecektir. Hastalığı nedeniyle bir damlası bile paramparça edebilecek haldedir. Annesine "seni seviyorum" der! Annesi ağlamaktadır ve lıkırdata lıkırdata içmeye başlar kolayı. Hiç bir şey olmamıştır daha, "acıktım" der yemek ister. Tıka basa yer "Ölmek mi hayır ulan hayır" diye haykırır.
Doktora aylar sonra gittiğinde doktor şaşkındır. Bakakalır yüzüne, bizim ufaklık
anlatır doktora yaptıklarını "ölmeyeceğim dedim ve yedim" der. Aldığı
cevapsa "sen en büyük ilacı kullanmışsın AKIL"...
Aklıyla, beyin gücüyle ve iradesiyle ölümden kurtulur ufaklığımız. Zorlu
hayatında aştığı engeller saymakla bitmez. Her şeyin üzerinden yıllar geçmiştir.
Bu gün o şerefsiz babasından ayrılmış annesiyle tek başına yaşmaktadır. Bir
annesi, bir kedisi, bir de bilgisayarı... Kocaman binlerce insanın arasındadır
ama ıssız adada büyümüşçesine...
Sordum o çocuğa "neler gördün bu güne kadar?" Cevabı; Açlığı gördüm
ufacıktım, Kavga ve şerefsizliği gördüm ufacıktım, Yaşarken ölümü gördüm
ufacıktım, annemin gözyaşlarını gördüm ufacıktım. Aç insanlar gördüm, çöpten
ekmek yiyenleri gördüm, pazarlardan sebze-meyve toplayıp yiyenleri gördüm, aç
uyuyan insanlar gördüm. Göre göre büyüdüğüm kötülüğün içinde, damarlarıma,
iliklerime kadar işledi, hissettim acıyı, ızdırabı. Belki de bu yüzden
Kraljag’im bu gün… Bir Kral kadar korkusuz... Bir Jaguar kadar yırtıcı, güçlü ve
saldırgan…
Fakirleri gördüm, bir de zenginleri; parasını nasıl harcayacağını bilemeyen, her
yemeği beğenmeyen, Allah(C.C.) nedir bilmeyen, şevk ve eğlence düşkünü, kariyer
sahibi zenginleri gördüm, Kravatlı züppeler gördüm, kravatlı züppeler…
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Memlekete Son Söz
Evet, memleketime bunlar benim
son sözlerim. Gittiğim yok bir yere yine buradayım lakin belki de sonu
gelmeliydi bu sözlerin. Yıllarca ülkemizin geleceğinin hep iyi olmasını
istedik. Yanlış siyaset adamları ile yönetilip çocukluk yıllarımızı bir hiç
içerisinde açlık ve sefalet ile geçirdik. Belki de bu ülke için konuşma
hakkının en büyüğü bizde. Çok konuştum, hep anlatmaya ve dinletmeye
çalıştıklarım oldu. Kimisine göre ortalığı karıştıran birisi, kimine göre son
derece vatansever el üstünde tutulası oldum.
TEK BAŞINIZA YÜRÜYEMEDİĞİNİZ YOLDA KALABALIK HİÇ YÜRÜYEMEZSİNİZ
Artık susuyorum. Konuşup da
kimseye anlatamadığım derdimi söylemiyorum, susuyorum. Bundan sonra inandığım
gerçekler uğruna konuşmaktan ziyade çalışmayı, savaşmayı tercih ediyorum. Ben
bu yol da yürürken yalnızlığı tercih ediyorum ve tavsiye ediyorum ki herkes
böyle yapsın. Ülkenizi seviyorsanız önce kendinizi sevmelisiniz. Çünkü bu
ülkeyi var den de sizsiniz. Kendinize güveniniz yoksa eğer ezilmeye, yok
olmaya, sömürülmeye mahkûm olursunuz. Kendine güveni olmayan bir millete sahip
olan ülke de aynı şekilde birileri, tarafından sömürülmeye mahkûmdur.
BİR İNSANI İNSAN YAPAN KARAKTER, BİR MİLLETİ MİLLET YAPAN KÜLTÜRDÜR
Ülkeniz için savaşırken hiç bir
zaman inandığınız gerçeklerden vazgeçmeyin. Çünkü vazgeçer, değiştirir ve
değişirseniz siz tamamen bir kayıpsınızdır. İçinizdeki vatan sevdasını ortaya
çıkartmaktan hiç bir zaman çekinmemelisiniz. Çünkü bu ülke için savaşıp
hayatlarını verip kanlarını ülke topraklarına akıtanlar savaş meydanlarında nasıl
sevdiğini kocaman yürekleriyle göstermişlerdir. Eğer ki siz de bu insanların
torunlarıysanız göstermekten hiç bir zaman çekinmeyin. Türk ırkının bilinen ilk
devleti Büyük Hun İmparatorluğudur. Bu imparatorluktan sonra birçok devlet
kurmuş olan Türk halkı Anadolu topraklarında bin yıllık bir hâkimiyet kalesi
kurmuştur.
Avrupa Hun Devleti, Selçuklu ve
Osmanlı Devleti dünyanın en büyük devletleri olmuş, üç kıtaya nam salmışlardır.
Eğer varlığınızı kaybetmek istemiyorsanız ırkınızı da kaybetmemelisiniz. Tüm Türk
kültürlerini unutmamalı, unuttuklarınızı hatırlamalı, hayatınızın her anında
yaşamalısınız. Millet olmanın başlıca temeli kültür olduğunu unutmamalısınız.
DİN YÜREKTE, DEVLET AKILDA VAR OLDUKÇA BÜYÜR
Din insanların ruhunu rahatlatan
inançlar bütünüdür. Dünya üzerinde yüzlerce ırk, onlarca din bulunmakta. Her
milletin diline, dinine, kültürüne saygılı olmalı, kendi dilinize, dininize ve
kültürünüze de sonsuz sahip çıkmalısınız. Sizin büyük bir toplum olmanızı
engellemek isteyenler sizi yok etmek için artık silah değil akıl
kullanmaktadırlar. Psikolojinizi etkileyecek en stratejik konuları bulup
kullanmaktan hiç çekinmezler. Bir insanın her şeyini unutturabilir,
değiştirebilirsiniz ama dinini değiştirmeniz ne kadar kolaydır? Evet, zor bir
soru olmadı cevabı çok açık ve net "çok zor" olur. Bu sebepten sizi
bu topraklardan çıkartmak isteyenler sizi ülkenin varlık ve bütünlüğüne karşı
kışkırtmak için gerektiğinde bir imam kılığında çıkmaktan hiç utanmaz ve
sıkılmazlar. En büyük örneğini Osmanlı Devleti’nde yaşamış bulunmaktayız.
Şeyhülislam kılığında ortaya çıkarak sahte, yalan dolan dolu, varlık ve
bütünlüğü kırıcı fetvalar çıkartan kişiler aslında Yahudi’ydiler, Masondular.
Bu gün de, yarın da bu kişiler var olacaklardır. Kimi zaman bir siyasetçi gibi,
kimi zaman din adamı gibi, kimi zaman yazar, kimi zaman gazeteci, kimi zaman da
bir arkadaşınız bile olabilirler. Onların varlık ve bütünlüğü bozucu
düşüncelerini hiç bir zaman kaile almamalısınız. Sonsuz sabır içerisinde onlar
hiç yaşamıyormuş gibi davranmalı, umursamamalısınız. İşte bu sayede dünyanın en
büyük güçleri; dünyayı yönetmek arzusunda olan Masonlar, Rotchildler, "Yeni Dünya Düzeni" kurmak
isteyenler ve niceleri sizin kılınıza zarar veremeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin varlığından rahatsız olan birçok Avrupa ülkesi olmasının yanı sıra
ülke içerisinde de rahatsız olanlar vardır. Sadece bağımsızlık arzusunda olan
azınlıklar değil, irticacılar ve rejim karşıtları da olacaktır. Tüm bunlara
karşı dimdik ayakta durmanız sizin tam bir vatansever olmanız demektir.
Ülkenizin varlığını kırmak isteyenler yeri geldiğinde topraklara, yeri
geldiğinde atanıza, yeri geldiğinde dininize, yeri geldiğinde örf ve
adetlerinize laf edeceklerdir. Hiç bir şekilde bu insanların oyunlarına
gelmemeli, onların inadına göğsünüzü gere gere kültürünüzü yaşamlısınız.
Psikolojik harp denen bir konudan bahsetmek isterim. Bu konu: gururla
başarılarını izlediğimiz bordo berelilerin, devletimizin onur kaynağı Milli
İstihbarat Teşkilatı’nın da uzmanlarının eğitim aldığı son derece önemli bir
konudur. Her Türk’ün bu konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir.
Psikolojik savaşın anlamını bilenler kendilerini bu savaşta rahatça
koruyabilirler. Psikolojik savaş: Bireyin zihninde doğru bildiği şeyleri kırmak
amacıyla yapılan saldırıdır. Hiç bir silah kullanılmadan, kan dökülmeden
yapılan bu savaş en çok canı alan, büyük yıkım ve yok olmalara götüren bir
savaştır. Dünyada onlarca örneği bulunan bu savaşta kandırmanın sonu mutlak
galibiyettir. Doğru bildiklerinizi unutturmak isteyenler sizin psikolojinizi
etkilemek için sizin en can alıcı noktalarınızı seçerler. Dininizi kullanırlar,
değerlerinizi kullanırlar, kültürünüzü, gelenek ve göreneklerinizi hiç
çekinmeden kullanırlar. Yıllardır kahraman bildiğiniz dedelerinizi barbar diye,
zekâsıyla dünyaya korku saçan atanıza dinsiz diye, Müslümanlık diye bir din yok
o Muhammed’in uydurması diye ithamları kullanmaktan hiç çekinmez ve sizi
inandırdıkları anda da yok ederler.
VAR OL, BÜTÜN OL, BÜTÜN OLDUKÇA VATAN OL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde
birçok ırktan insanı yaşatmaktadır. Hangi ırktan, hangi mezhepten, hangi siyasi
görüşten olursa olsun sizi var edecek olan en önemli şeyiniz; Bayrak, Vatan
sınırları, İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe, milli birlik ve beraberlik duygusu
ve ezanınızdır. Psikolojik savaşla bu ülke de sağcı-solcu, alevi-Sünni,
Türk-Kürt, Laikçi-Şeriatçı ayrımları yapılmaya çalışıldı. Bu ayrımlardan
yararlanmak için gerektiğinde terör örgütleri kuruldu, gerektiğinde katliamlar
yapıldı. Bunlar ile beceremediler film yaptılar, dizi çektiler, internet
siteleri kurdular. Dün yapılanlar bundan sonra da yapılmaya devam edecektir.
Ülkesini gerçekten seven birey bu söylemlerden uzak duran, bu ayrımları asla
yapmayan, hiç bir zaman hayatının bir yerinde kullanmayan kişilerdir.
Peki, şimdi soruyorum ülkeni
seviyor musun? Cevabın evet ise; bütünlükten vazgeçme. Biz de seni seviyoruz
kardeşim. Kürt kardeşim, Laz kardeşim, Alevi kardeşim, Sünni kardeşim...
Cevabın hayır ise; nedenini bul. Türkiye’yi sevmiyorsan, atanı, vatanını, ırkını
sevmiyorsan bu ülkenin ekmeğini yeme, suyunu içme, çocuğunu bu vatanın
okullarında okutma biz sana yakışmayız, sende bize...
Engin DİNÇ
3 Ağustos 2012 Cuma
Engin DİNÇ - İnsan Vav Şeklinde Doğar
Elbet görmüşsünüzdür ana rahmindeki
bir bebeğin fotoğrafını, Vav gibidir. İnsanı Allah(C.C.) Vav gibi yaratmıştır.
Oysa bizim nefsimiz üzerimizde o kadar etkilidir ki; doğup şöyle bir yürümeye
kalktığımızda tek derdimiz Elif olmak olur… Elif olma isteğimiz de hep
kendimizi kandırmaktan ibaret: “Elif gibi
düz, Elif gibi düzgün olmak istiyorum” diyoruz.
Oysa Elif düz ve diktir. Sadece
doğruluk ve dürüstlük simgesi midir? Hayır! Elif diktir; dik başlıdır, başı
yukarıdadır. Oysa mümine soluk baş gerekir. Solmuş bir gül gibi başı önde olmak
gerekir, yani Vav olmak gerekir. Allah(C.C.)’ın yarattığı gibi kalmak gerekir.
Biraz büyüyüp kendine güvenecek
kadar güçlendik mi; ana-babamıza dahi dik başlı, isyankâr oluyoruz. Başımıza
iki istemedik olay gelse bizi yaratarak bizi vücuda büründüren Rab’imizi bile
unutarak ona isyan ediyoruz. Birisi gelip bizim fikrimize karşı çıksa kötü
konuşmaktan, kalbini kırmaktan çekinmiyoruz. Oysa Allah(C.C.) "Hiç bir yerde bulunmam en çok müminin
gönlünde bulunurum.” Diyor. Biz ise bir kalbi içinde Allah(C.C.)’ın var
olup olmayacağını düşünmeden kırabiliyoruz. Ya o kırdığımız kalpte Allah(C.C.)
varsa?
Evet, Vav gibi olmalıdır insan.
Tıp ki Rab’inin onu yarattığı gibi kalmalıdır. Nefsin kölesi olmaktan
kurtulmalıdır. Elif gibi olacağım demekten vazgeçmelidir. Mümin olan başını her
şeye eğendir. Bir karıncanın gönlünün kırılmasından korkmalıdır. Oysa biz
arabamızla yolda bir kedi, köpek ezdiğimizde sanki canını biz vermişcesine
umursamadan basıp gidiyoruz, içimizde bir damla sızı bile olmuyor. Çünkü biz
Allah(C.C.)’ın yarattığı en üstün varlığız ya… Hayır! Biz en aciz varlık
olmalıyız. Bir eşekten daha aşağıda, bir karıncadan daha küçük olduğumuzu
hissederek yaşamalıyız.
Allah(C.C.)’ın dostluğuna talip
olanlar O(C.C)’nun yarattığı her şeye saygı ve sevgi gösterip, her şeye karşı
hoşgörülü olmalıdır. Bir gün İmam-ı Şüreyk(K.S.) sofranın üzerinde bir karınca
görür. Onu eline alıp yere bırakır ve takip etmeye başlar. Karınca yavaş yavaş
yuvasına doğru gider. Tam üç kilometre yol gittikten sonra yuvasına girer.
İmam-ı Şüreyk(K.S.) her gün üç kilometre yol yürüyerek o karıncanın yuvasının
etrafına un bırakır. Görün ki karınca gönlü bu kadar mukaddes ise
Allah(C.C.)’ın kullarının gönlü ne kadar mukaddestir.
Mümin olana Vav olmak yaraşır, Elif
olmak değil… Elif gibi doğruluk yaraşır ama Elif gibi dik başlı olmak yaraşmaz.
Mümin olan kul başı eğik olandır. Kendisine yapılacak her türlü hakarete karşı
tebessümle yaklaşacak kalbe sahip olandır. Güleç güzlü ve sevecen olandır.
Âlemdeki her şeyi kendisinden üstün bilendir. Mümin, Hoşgörülü ve tevazu da su
gibi olmalıdır. Açıkça Vav olmalıdır…
03.08.2012
Engin DİNÇ
2 Ağustos 2012 Perşembe
Engin DİNÇ - Yusuf ile Züleyha
H.Z. Yusuf(A.S.)’un babası H.Z.
Yakub(A.S.)’dur. Onun babası H.Z. İshak(A.S.) ve onun babası da
H.Z.İbrahim(A.S.)’dir.
H.Z. İbrahim(A.S.) soyundan gelen
H.Z. Yusuf(A.S.) babası H.Z. Yakub(A.S.)’un en sevdiği oğlu idi. Bu durumu
kendilerine yediremeyen kardeşleri onu bir kuyuya attılar ve babaları olan H.Z.
Yakub(A.S.)’a da “Yusuf’u kurt yedi.”
Dediler…
Oysa bir yalan ile çekememezlikten
katletmeye çalıştıkları kardeşleri H.Z. Yusuf(A.S.), Allah(C.C.)’ın seçtiği bir
kuldur. Daha 12 yaşında iken rüyasında on bir yıldızın, güneşin ve ayın
kendisine secde ettiğini görmüştür.
Kuyuya atılarak katledilmek
istenen H.Z. Yusuf(A.S.)’u yoldan geçen bir kervan görmüş ve çıkarmış daha
sonra da Mısır’a, köle pazarına götürüp onu satmışlardır. Onu devrin Mısır Maliye Bakanı olan Kıtfir
satın almıştır. O öylesine güzel bir erkektir ki bir bakan kadın bir daha dönüp
bakardı. Onun en meşhur yanı da güzelliği ve rüya tabirleridir. Onun bu
güzelliğine Kıtfir’in eşi olan Züleyha’da tutulmuştur.
Züleyha’nın H.Z. Yusuf(A.S.)’a
karşı hissettiği aşk öylesine büyük ve tarifsizdir ki. Evli bir kadın olmasına
rağmen hiç kimseden utanmaz ve çekinmez H.Z. Yusuf(A.S.)’a olan aşkını
söylemekten… Öylesine gözünü bürümüştür ki H.Z. Yusuf(A.S.)’un aşkı; sahip
olduğu 70 deve yükü mücevher ve gerdanlığı; H.Z. Yusuf(A.S.)’tan bir haber
getirene verebilir. Bu sevdaya
karşılıksız değildir H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalıdır fakat Züleyha’nın evli
olmasından dolayı ona karşılık vermez ve aşkını kalbine gömer. O gömdükçe
Züleyha herkese haykırmaktadır aşkını… Öyle ki Züleyha’nın bu durumu artık
Mısır’da insanların diline düşmüştür. Bunun üzerine Züleyha Mısırlı kadınları bir
yemeğe davet eder. Meyve ikramı yaptığı sırada H.Z. Yusuf(A.S.)’u yanına
çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un güzelliğini gören kadınlar heyecandan ellerindeki
meyve bıçaklarıyla parmaklarını keserler. İşte bunun üzerine Züleyha “Bu benim âşık olduğumdur.” Der. Oradaki
kadınlarda bu durum karşısında Züleyha’ya haklılığını söylemişlerdir.
Fakat kadının âşık olanından
fenası yoktur, bu gerçek o zamanlarda aynıymış ki Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’a
bir iftira atmıştır. Bir gün Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’u sudan bir sebeple
odasına çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.) Züleyha’nın şehvetle ona yaklaştığını görünce
“Rab’im bana istememeyi, istemeyi nasip
et.” Diye dua eder ve arkasını dönüp gitmek istersen Züleyha arkasından
gelir ve gömleğinden çeker. Gömleği sırtından yırtılır. Bunu yanında birkaç
adamıyla beraber gören Kıtfir çok sinirlenir. Öfkesiyle davranacakken; bir
evliya zat’ın adil bir teklifini kabul eder. O zat demiştir ki: “Eğer gömlek önden yırtılmışsa H.Z.
Yusuf(A.S.) suçludur; yok eğer arkadan yırtılmışsa H.Z. Yusuf(A.S.) suçsuzdur.”
Bakarlar ki gömlek arkadan yırtılmıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un suçsuz olduğu
ve bunu yapan Züleyha olduğunu anlar. Fakat itibarını kaybetmekten korktuğu
için H.Z. Yusuf(A.S.)’u zindana attırır.
Zindan da tam 7 yıl kalmak
zorunda kalır H.Z. Yusuf(A.S.)… Bir gün dönemin Mısır Firavun’u Reyyan İbn
Velid gördüğü bir rüyayı ülkenin en iyi tabircisi olan H.Z. Yusuf(A.S.)’a
anlatması üzerine, bu rüyanın tabirini yapmasıyla zindandan çıkarılmıştır. Rüya
da; Yedi semiz ineğin, yedi zayıf ineği yediğini ve bir tek gövde de yedi güzel
olgun başağı, yedi kuru başağın yediğini görmüştür. H.Z. Yusuf(A.S.) da bu
rüyanın tabirini: 7 yıl bolluk olacak, ondan sonra da 7 yıl kıtlık olacak ve
sonra 15 yıl bolluk içinde olunacak olarak yorumlamıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’ın
dedikleriyle birebir çıkmıştır. Bunun üzerine Firavun H.Z. Yusuf(A.S.)’u
zindandan çıkararak hayatını kaybeden Kıtfir’in yerine getirmiş ve Mısır’a
Maliye Bakanı yapmıştır ve bu arada H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalısı Züleyha ile
evlenmiştir. En büyük sevdaya sahip olan Züleyha da yıllar sonra H.Z.
Yusuf(A.S.)’a kavuşmuştur…
H.Z. Yusuf(A.S.) tam 110 yıl
yaşamış ve ölümünden sonra H.Z. İbrahim(A.S.)’inde mezarının bulunduğu
Halilürrahman’a defnedilmiştir. H.Z. Yusuf(A.S.)’un naşını bir mermer tabut içerisinde
H.Z. Musa(A.S.) oraya götürmüştür.
02.08.2012
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Kelimat-ı Kudsiye
Ey yolcu! Yola çıkıyorsun.
Allah(C.C.) yolunu açık ede, kalbini mutmain tuta. Bil ki yol, azıksız olmaz,
usulsüz olmaz, erkânsız olmaz. Ey yolcu! Allah(C.C.) dostlarının yaktığı
kandiller aydınlatsın yolunu... Ayaklarını sağlam bas ki, nefesini sağlam kılasın.
İşte sana yolun büyüklerinden; Abdülhalık-i
Gücdevani(K.S.) ve Şah-ı Nakşibend(K.S.) hazretlerinin yola diktiği on
bir kandil, on bir kutsal kelime…
1- Vukuf-u Zamani: Ey yolcu! Yaşadığın anın farkında ol. Çünkü
farkında olursan, yolda aklını şeytan çelemez. Yaptığın işin, attığın adımın
muhasebesini yap ki nefsinin esiri olma.
Denen odur ki: Kişi geçmiş veya
gelecek kaygısından uzak olmalıdır. Çünkü geçmiş zaten geçmiştir ve geçmişte ne
yaşanmışsa Allah(C.C.) öyle nasip etmiştir. Gelecek ise yine sadece
Allah(C.C.)’ın bilgisindedir, O(C.C.) ne nasip edecekse o yaşanacaktır. O zaman
biz yaşadığımız her anı dolu dolu, ibadet dolu yaşayalım ve şükür içinde
olalım.
2- Vukuf-u Adedi: Ey yolcu!
Zikirde sayıya riayet et. Çünkü bu yolun yolcusu Allah(C.C.)’ı üç gün anmasa
kalbi hastalanır, derdi dermansızlaşır. Allah(C.C.)’ı anmaya gafletsiz ve ara
vermeden devam edersen kalbin mutmain olan kalplerden olur.
Denen odur ki: Maksat elimize
tespih alıp saymak değil çünkü âlemleri yaratarak bizlere sayısını bilmediğimiz
nimeti sunan Rab’imizin adını anarken saymak, ibadet de pazarlık yapmaya
çalışmak, ne adi bir haldir. Oysa saymak devamlılık getirmektir. Saymak zikirde
devamlı olmak, ara vermeden devam etmektir.
3- Vukuf-i Kalbi: Ey yolcu!
Kalbinin hallerini bil. Bil ki; kalp ikidir. Biri kalb-i Hayvani, biri Kalb-i
İnsanidir. Biri bir et parçası, diğeri iki dünya mutluluğunun anahtarıdır.
Denen odur ki: Kalpte iki özellik
vardır. Bu her özelliğe bir isim verilmiştir. İlk kalp olan Kalb-i Hayvani et
parçasından ibaret olan kalptir. Kan pompalamaya yarayan organdır. İkinci kalp
olan kalb-i İnsani ise bize asıl lazım olan kalptir. O kalpte sevmek, mutlu
olmak, itaat etmek gibi duygular vardır. Kalp neye meylederse ona gider. Eğer
kalp kadın, para, şöhrete meylederse onlara, Allah(C.C.)’a ve O(C.C.)’nun rızasına
meylederse ona gider. Allah(C.C.) herkese istediğini bahşeder.
4- Nazar Ber Kadem: Ey yolcu!
Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun, öteki geride kalsın.
Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar gitsin dilediği yere,
sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf ile güzaf.
Denen odur ki: Kişi kendi imanını
kurtarmadan kahramanlık peşinde koşmamalıdır. Başkalarını yola çekiştirirken,
dinsizleri ve kâfirleri imana getirirken kendi hikmetini kaybetmemelidir. Senin
yolundayken çıkanlarda olabilir, senin yoluna girenlerde... Doğru bilen de
olabilir, yanlış bilen de... Doğruyu söyle ama illa da zorla öğretmeye
çabalama. Bırak gitsin kendi yolunu bulsun. Çünkü Allah(C.C.) her insana
düşünsün diye vermiştir aklı…
5- Hüş Der Dem: Ey yolcu! Her an Allah(C.C.)’ın huzurunda
olduğunu bil. Kalbin yeni doğmuş bir bebek gibidir. Ona ne öğretirsen onu öğrenir.
Allah(C.C.)’ı, zikri öğret kalbine ki hep onunla olasın. Yolda hep O(C.C.)’nu an
ki yolun sonunda selamete O(C.C.) eriştirsin seni.
Denen odur ki: Allah(C.C.) her
zaman ve her yerdedir. Her an onun huzurunda olduğunu bil. Diline, eline,
kıyafetine dikkat et. O(C.C.)’nun karşısına çıkıyor olduğunu unutma. Pişmanlık
hissedeceğin, O(C.C.)’nun huzurunda başını eğdirecek şeyler yapma. Yaptıkların
için tövbe et. Çünkü O(C.C.) tövbekâr kullarını çok sever. Kalp ne öğretilirse
onu bilir. Ona Allah(C.C.)’ı öğret, öğret ki O(C.C.)’ndan başkasını bilmesin.
6- Sefer Der Vatan: Ey yolcu!
Kötülükten iyiliğe doğru yolculuk halinde ol. Tövbeyi dilinden kalbine indir
ki, kötülük seni gördüğünde yönünü değiştirsin. İyilik uzaktaysa da gelsin,
bulsun seni.
Denen odur ki: İyiliği kendine
kıble edin. Yüzünü hep iyiliğe dön. Sana kötülük edene bile iyilik et ki
Allah(C.C.) sana güzel hikmetler versin. Kalbinden her an tövbe et, yaptığın ve
yapacağın tüm hatalardan dolayı af dile.
7- Halvet Der Encümen: Ey
yolcu! Halk içinde hak ile ol. Çarşıda-Pazar da, evde-sokak da, her dem, her
an, kalbin Allah(C.C.)’ı zikirle meşgul olsun.
Denen odur ki: Allah(C.C.) her yerdedir.
Her zaman O(C.C.)’nunla beraber ol. O(C.C.)’nun varlığını aklından hiç çıkarma.
Alışveriş yaparken, yemek yerken, yolda yürürken, sohbet ederken hep aklında
O(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun.
8- Yâd-ı Kerd: Ey yolcu! Her
an Allah(C.C.)’ı hatırla. Çünkü Allah(C.C.)’ı anmazsan O(C.C.)’nun nuru değil,
şeytanın isi, kurumu gelir.
Denen odur ki: Her zaman aklında,
kalbinde Allah(.C.C) olsun. O(C.C.)nu her daim hatırla. Çünkü şeytan bir anlık
O(C.C.)’nu aklından veya kalbinden çıkarmanı beklemektedir. Çıkardığın anda
fitnelerini kalbine yerleştirir. O zaman da ALLAH(C.C.)’ın nurundan mahrum
olursun. O(C.C.)’nun nur verdiklerini görmez misin? Elleri, yüzleri
bembeyazdır. Çünkü onların kalbinde sadece Allah(C.C.) vardır.
9- Baz-ı Keşt: Ey yolcu! Maksadın
Allah(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun. Çünkü niyetin hayr olursa, akıbetinde
hayr olur. Ve dersen ki “Yarabbi isteğim sensin ve maksadım da senin rızandır.”
Dilinin bağı çözülür, kalbinin kiri dökülür.
Denen odur ki: Her işin başında
önce Allah(C.C.)’ın rızasını iste. O(C.C.)’na kavuşmayı ve onun rızasını almış
olarak ebedi hayata göçmeyi dile. Çünkü Allah(C.C.)’ın rızası O(C.C.)’nun
Cennet’inden bile güzeldir.
10- Nigah-ı Daşt: Ey yolcu!
Kalbini masivadan koru. Eğer kalbini yabancı şeylerin istilasına açık tutarsan
yürüdüğün yolun bir manası kalmaz.
Denen odur ki: Eğer
Allah(C.C.)’ın dostluğunu ve rızasını istiyorsan kalbini dünyevi nimetlerden
uzak tut. Gözün ve gönlünde Rab’in ve O(C.C.)’nun rızası olsun.
11- Yad-ı Daşt: Ey yolcu! Her
an Allah(C.C.)’ın seni gördüğünü bil. Çünkü ancak böyle olursa yoldan geri dönülmez.
Çünkü “Geri dönenler yalnızca yoldayken dönenlerdir, kavuşanlar geri dönmez.“ Denilmiştir.
Ve denilmiştir ki “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”
Denen odur ki: Allah(C.C.)’ın
seni her zaman ve her yerde gördüğünü bil. Senin yaptığın iyi ya da kötü
amellerden haberdar olduğunu bil. O(C.C.)’nun dostluğunu kazanmak için düştüğün
bu yolda önüne çıkacak engellerden korkma. Yoluna dosdoğru devam et. O(C.C.)’na
kavuşamayanlar sadece yoldan geri dönenler, vazgeçenlerdir. Unutma ki herkes
ölümü tadacaktır. Lakin ölen tendir, ruhun ebedi âleme göçecektir. Eğer yoluna
daim olmuşsan ve dönmemişsen ebedi âlemde Allah(C.C.) seni dostları zümresine
katmaya naildir.
02.08.2012
Engin DİNÇ
1 Ağustos 2012 Çarşamba
Engin DİNÇ - Fakirliğin Simgesidir Türban
Aslında örtünmenin simgesidir
türban… Kimilerine göre bir bez parçasından ibaret kimilerine göre son derece
değerli bir simge; ya da gerçekleri söylemekten çekinenlerin moda dediği şeydir
türban…
İslam’da kadınlar için örtünme
emri geldiğinden bu yana git gide zayıflayan ve modasallaşan bir yapıyla
değişime uğrayan türbana bir de farklı bir gözden, farklı bir açından bakalım:
Türk filmleri…
Evet, türbana Türk filmlerinden
bakalım. O yıllardır ülkemiz üzerinde emelleri olanların bizim zihniyetimize
nakış nakış işlemeye çalıştıkları politikalarında kullandıkları bir simge
olarak bakalım türbana…
Türk filmlerinde dikkatinizi
çeken bir şey oldu mu hiç? Zengin bir ailenin kadınları açık, makyajlı,
süslü-püslüdür. Fakat bir de fakir kadın tiplemesi yapılacaksa hemen başına bir
türban üzerine bir basma etek geçirilir. Filmde bir aile zenginken kadınları
açık-saçıktır fakat şirketi iflas edip battığında hemen salaş bir mahallede bir
gecekondu evine yerleşirler, kadınlarının başına bir türban bağlanır. Sadece
fakir olan mıdır türbanı giyen? Ya da türban fakirlik simgesiymiş gibi bizlere
gösterilip sanki türban giyen fakir, aciz, zavallı gibi mi gösterilmiştir?
Evet, maalesef yıllardır bizim
ülkemizde Kur’an-ı Kerim okumanın suç sayıldığı, okuyanın cezaevlerinde işkence
gördüğü dönemlerde türbanda kadının bir örtünme değeri olmasından çıkarılmak
için medya kullanılmış; türban giyen bir zavallı, bir aciz gibi gösterilmiştir.
Türban giymek güçsüzlük gösterisi olmuştur. Bu fikirlerin sahipleri bugün
Florida’da, Hawaii’de yalılarında yaşıyor, bu fikirleri bizim ülkemizde
uygulayan patronlarımız da yavaş yavaş cezaevi yüzü görmeye başladılar.
Elindeki mermi atan demire güvenerek silahla baskı kurduktan sonra psikolojik
olarak yıpratmak için de filmlerde bu sahneleri kullananlar yavaş yavaş hak
ettiklerini buluyorlar. Ve! Dikkatinizi çekiyor mu onların yasakladıkları,
yaktıkları Kur’an-ı Kerim bugün dev salonlarda okunuyor. En yüksek tepelerden
haykırılıyor. Çünkü Kelam-ı Kadim olan
Kur’an-I Kerim’in Saff Suresi 8. Ayette şöyle buyurur: “Onlar Allah'ın nûrunu
ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de,
Allah nûrunu tamamlayacak.” Onlar ne yapmak isterlerse istesinler
Allah(C.C.) varlığını ispatlıyor…
Türban bir fakirlik simgesidir:
kibirde fakir, hoşgörüde zengin olanların simgesidir. İsyan da fakir, tefviz de
zengin olanların simgesidir. Türk filmlerindeki zenginlikten fakirliğe düşmüş
kadınların değil…
Engin DİNÇ
01.08.2012
Engin DİNÇ - Psikolojik Savaş İstihbaratı
Psikolojik savaş, her Türk vatandaşının son derece özen göstermesi ve bilmesi gereken, adı soyadı gibi ezberinde tutup bir an aklından çıkartmaması gereken ve savaşa savunma geliştirmesi gereken bir konudur. Her kim “ülkemi seviyorum” diyorsa ona sorun “Psikolojik savaş ne demektir?” Eğer bir fikri yoksa vatan sevdasından şüphe edilebilir.
Psikolojik savaş, kısa ve öz tanımıyla düşmanı silahsız öldürmektir.
Psikolojik savaş, bir kitleyi veya milleti öz kültür ve ananesinden uzak tutup iç mihraklar oluşturarak gönül bağıyla bağlı olduğu vatan, namus, bayrak, devlet, ata, kültür, şeref gibi unsurları ortadan kaldırmak amacıyla açılan ve kişiyi hiçbir fiziksel şekilde etkilemeden ele geçirme taktiğidir.
Ülkemiz stratejik ve coğrafi konumu gereği dünyanın birçok ülkesi tarafından yaşanması ve sahip olunması gereken topraklar üzerinde bulunmaktadır. Kahraman ordumuzu silahlı mücadele ile yok edemeyeceğini anlayan dış güçler. 2. Dünya savaşından sonra silahlı mücadeleyi bırakmış psikolojik savaş ile vatandaşın ülkeye olan bağlılığını kırarak daha kolay müdahalelerle topraklarımızı ele geçirmeyi amaçlamış ve hala amaçlamaktadır. Bu psikolojik savaşların başlıcaları 60 ve 80’lerde askeri müdahale ve darbe ile sonuçlanmıştır. Her darbe girişimi ülkemizin gelişimini 50 yıl kadar geriye götürmüş bu sayede Avrupa ülkeleri bizden daha hızlı gelişim yaşamış ve ekonomilerini 2. Dünya savaşından çıkmış olmalarına rağmen bizden daha hızlı şekilde toparlayarak güçlenmişlerdir.
Her Türk birey ülkesinin bekası için bu saldırıları önceden fark edebilmeli, bunlara karşı önlemler geliştirmeli ve yakınlarını da bu konularda uyarmalıdır. Aksi takdirde düşmanlar amaçlarına ulaşır ve ülkemizi kendi ellerimizle yok ederiz.
Ülkemiz de psikolojik savaş nasıl uygulandı, uygulanabilir?
-Ülkemiz üzerinde emelleri olanlar bir zamanlar bu ülke de sağcı-solcu ayrımını ortaya attı ve farklı görüşteki binlerce insanı birbirine düşürdü. Son derece istenmez sonuçlarla karşılaştık ve biz o savaşlardan yenik çıktık.
-Ülkemizi bu strateji ile yıkamayan güçler bu sefer ikinci planı devreye koydu ve ülke de eşitsizlik olduğundan Hıristiyan ve Ermeni vatandaşların zarar gördüğünü öne attı, özellikle “Ermeni Soykırımı” adını verdikleri uyduruk hikâyeleri dünyaya kabul ettirmeyi amaçladılar. Bunlar belgesiz, kanıtsız ama düşmanların müttefikleri tarafından kabul gören tasarılar oldu.
-Ülkemizin yüzyıllardır düşmanlığını güden komşu ülke Yunanistan psikolojik savaş’ı bir milli savaş olarak kabul etmiştir. Yunan yazar ve siyaset adamı; Andreas DENDRİNOS Ellada Sipha (Yunanistan Uyan) adında bir psikolojik harp kitabı yazmış ve kitap da Türkiye’yi en büyük düşman ilan ederek psikolojik zaaflarını açıklamıştır. Yunan başbakanı Andreas PAPANDREU tarafından 1983 yılında KSEA (Yunanistan savunma ve dış politika konseyi)’ya sunulmuş ve kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu günden itibaren de PKK terör örgütü faaliyetlerine başlamıştır. Ekonomik sıkıntı içerisine giren Yunanistan terör örgütünü desteklemeyi örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası kesmiş ve örgütü desteklemeye İsrail, Rusya, Lübnan, Ürdün, Suriye gibi ülkeler devam etmiştir. Ülke de PKK gibi terör örgütlerinin yanı sıra sözde devrimci ve dinci gruplar da kurulmuştur.
-Ülkemizi dünya kamuoyunda gözden düşürmek, turizmi baltalamak, ticareti baltalamak amacıyla yarı uyduruk, yarı abartı gazete başlıkları atılarak medya aracılığıyla karalama politikası izlenmektedir. Örneğin; “Türk Holiganlar İngiliz taraftarı öldürdü”, “Türk garson İrlandalı turistleri doğradı” , “Barbar Türkler”… Bu başlıkları daha fazla çoğaltabiliriz.
- Uyduruk din yaratma çabası; İslam dininin temel kanun ve ilkelerini çeşitli sözde din adamı sıfatındaki kişiler aracılıyla değiştirmeyi, halkın kafasını karıştırmayı amaçlamış ve bunları uygulamaya koymuşlardır. Hatta ülke içerisinde tamamen resmi bir kuruluş olan Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası Derneği ve benzeri dernekleri kurmuşlardır.
Söz konusu örnekleri çoğaltmak mümkün her birey bu örneklerin neler olabileceğini ancak düşünerek anlayabilir çünkü savaşın adı üstünde; psikolojik savaştır.
Bunlara karşı dikkatli olmanın ve savunmada olmanın yolu da düşünmekten geçer. Her birey bu saldırılara maruz kaldığında yenilmemek için bunlara karşı dikkat etmeli ve her zaman tetikte olmalıdır.
Psikolojik savaştan korunma ve savunma
-Ana varlığını, geldiği toprakları, ırkını, örfünü ve âdetini unutmamak ve korumak.
-Kültürünü korumak ve yaşatmak.
-Bayrağını korumak saygı, duymak ve saygıyı yaşatmak.
-Milliyetçi duygudan uzaklaşmadan milli birlik ve beraberlik içerisinde olmak.
-Ülke hakkında bir karalama politikası izlendiğini fark ettiği anda tüm varlığıyla devletini ve milletini canından aziz bilerek savunmak.
-Her siyaset adamı, din adamı, sporcu ve gazetecinin söylediği sözlere sorgulamadan güvenmemek ve inanmamak.
- Özellikle yabancı uyruklu olmak üzere her hangi biriyle sohbet anında polis ve asker gibi kolluk kuvvetlerini övmek son derece bağlı olduğunu bildirmek.
Her birey kendi savunma tekniklerini düşünerek geliştirebilir. Ülkenin varlık ve bütünlüğünü korumak zeki insanların asli görevidir.
22.08.2011
ENGİN DİNÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)