19 Şubat 2013 Salı

Engin DİNÇ - Para ne işe yarar?


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Para ile ilgili hep aynı soru sorulur: Para ne işe yarar?
- Para olmadan yaşanmaz.
-Neden?
-Parasız bir şey olmaz.
-Parayla sevgi satın alabilir misin?
-Hayır!

Bu diyalogların uzayıp gitmesi kadar sıkıcı bir şey yok. Para ile her şey alınabilir fakat sevgi, aşk, kardeşlik, ilahi aşk, satın alınamaz çünkü bunların hepsi manevidir. Maddi bir şey olan para ile maneviyat satın alamazsın. Para maddi yaşantımızı devam ettirmek için üretilmiş, akıl ve sosyal ihtiyaçların birleşiminden elde edilmiş bir araçtır. Para denilen kâğıt yâda metal bir madde ile başka bir madde satın alabilirsin. Örneğin; para ile ekmek alabilirsin çünkü ikisi de maddeseldir. Para ile organ satın alabilirsin çünkü beden maddeseldir. Fakat para vererek aşk satın alamazsın. Belki yalandan bir kişiyi elindeki parayla kendine yakın tutar ve sana tahammül etmesini sağlayabilirsin. Lakin Bunun adı da aşk değil çıkar ilişkisidir. Para bittiğinde aşk da otomatik olarak sona erecektir. Yine parayla iman satın alamazsın; Rabbimiz ile bir pazarlığa oturma imkânımız var mı? Yok değil mi… O vakit her şeyi kendisine karşılık gelen ile elde etmeye çalış.

Paranın satın alamayacağı şeyleri de yani maneviyatı, yani gerçek yaşamı; yine maneviyatla elde edebilirsin. Sevgi istiyorsan sevmelisin, aşk istiyorsan âşık olmalısın. İman istiyorsan, ibadet etmelisin.

Günümüz evliliklerine baktığımız zaman artık kadın-erkek ilişkilerinde saygı, hoşgörü, sadakat, sabır yerini; güzellik, şehvet, para, eğlenceye bırakmış. Kimse “sevdiğimle sıkıntı çekmek istiyorum” demiyor. Fakat “beni mutlu etsin yeter…” Şekilde sözleri çok duyuyoruz. Evlenecek çiftlerin kurduğu hayaller; ev, araba, tatil, iki çocuk, bir ev daha, ikinci araba, tatil, tatil, tatil… Bir lokma ekmeğe tama edip de şükür isteyene rastlamadım daha... Aslında sözü dillendiren çok var fakat bir de gönlüne nazarlı baktığınızda onun bir yalandan ibaret olduğu görmek hiç de zor değil. “Sevdiğim yanımda olsun açlığa da razıyım” deniliyor ama gerçekten iki gün aç yatılsa üçüncü gün buna katlanılmıyor. Evde yiyecek olmadığı zamana “Bugün de oruç tutarız.” Diyen Resulullah(S.A.V.)’ın ümmeti, bugün evlenmek için araba, ev, mal-mülk arar oldu.

 Ahir zaman…

Sen paraya-pula tama etme. Dünyalık nimetler isteğinde bulunma ki; Allah(C.C.) sana ahretlik nimetler nasip etsin. Dünyalık isteklerin sana dünyada yaşayabilmen için verilen maddi bedenin ihtiyaçlarını giderecek kadar olsun. Allah(C.C.) için ye, Allah(C.C.) için iç ve Allah(C.C.) için evlen. Fazlasını tüketmen senin için israftır. Ve Allah(C.C.) israf edeni sevmez.

“Ey âdemoğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O(C.C.), israf edenleri sevmez.” (A’raf/31)

Bu dünyaya geliş, gönderiliş amacını unutma. Senin tek amacın Allah(C.C.) rızasına nail olarak ahrete intikal etmek ve Allah(C.C.)’ın sana layık gördüğü mükâfatı almaktır.

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/56)

Dünyaya neden geldiğimizi, görevimizi unutarak dünyevi nimetler peşinde kendimizi helak ediyor, nefsimize zulmediyoruz. Allah(C.C.) rızasını kazanma arzusundan dirhem kalmazken, şeytana kulluk etmeye başlıyoruz. Gün gelip ilahi adalet kürsüsü kurulduğunda ve Rabbimizle yüz yüze geldiğimizde; “Nerede seni dünyaya sultan yapan paran, nerede çevrendeki adamların, nerede evlerin ve arabaların, kaç parayla kurtulursun azaptan?” diye sorulursa ne cevap vereceğiz?
Her şeyden önce gelen bir şey vardır: Allah(C.C.) rızası…

16.02.2013
Engin DİNÇ

16 Şubat 2013 Cumartesi

Engin DİNÇ - Yaradılış


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Allah-u Zülcelâl yarattıklarına kendi kudretini göstermek istemiştir. İşte bu sebepten dolayı ruhları yarattı, daha sonra onların sınava tabii tutulacağı; dünya âlemini yarattı. O(C.C.)’nun yaratma kudreti öyle geniştir ve büyüktür ki; dünya ve ahret dışında belki de bizim aklımızın almadığı, ilahi kitaplar ve peygamberler aracılığıyla bizlere bildirilmemiş milyarlarca âlemi yaratmıştır. Bizler bunu bilgisinde olamayız.

“De ki: Rabbim bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.” (HUD/47)

Allah-u Teâlâ yarattığı ruhlara manevi, maddiyattan soyut bir kimlik vermiştir. Fakat sınava tabii tutmak istediği bu ruhları, maddiyat evrenine bu şekilde gönderse dahi, bu maddi âlemdeki hiçbir şeyden etkilenmeden kendisine tam bir itikat ile bağlı olacaklardı. Ruhu sınamak için gerekli olan şey ona bir maddiyat kazandırmaktı. İşte bu maddiyata “beden” adını verdi. Yarattığı ruhu, yarattığı diğer bir şey olan bedenin içerisine yerleştirdi. Lakin bu da yeterli olmayacaktı. Ruhun bedene bürünmüş olmasıyla sadece görüntüsünü maddileştirecekti ve o maddi beden manevi ruha bir engel olmayacak sadece madde âleminde yaşam sürmesini sağlayacaktı. İşte bunun için de o maddi bedene manevi engeller koyabilecek, ruhu yolundan çevirebilecek bazı engeller gerekliydi. Bunlardan bir tanesi; kendisine isyan eden şeytandı. Şeytanın da işini kolaylaştırmak için maddi bedene nefis, şehvet, kibir, gurur gibi manevi duygular ekledi. Çünkü maddiyat maddi olandan, maneviyat da manevi olandan etkilenecekti.

İşte bu andan sonra dünyevi yaşam başlayabilirdi. Fakat dünyevi yaşama başlamadan evvel yarattığı bu bedeni cennetinde küçük bir sınava tabii tuttu. Âdem ve Havva’ya bir meyveye yasak koyduğunu ve ondan yememelerini söyledi. İşte yarattığı şaheser olan beden, maneviyat karşısında ilk sınavını verirken yenilgi ile ayrıldı. Çünkü nefis ve şeytanın akıllıca oyunlarıyla o meyveyi yediler ve bu durum da onların dünyaya gönderilmelerine neden oldu.

İlk insan dünyaya maneviyattan, maddiyata gönderilerek Âdem adını aldı. Âdem; Âdemi kelimesinden gelmektedir ve “yok olmuş” manasına gelmektedir. Allah(C.C.) kendisinin emrine uymayarak, nefsine itaat eden ruha bir bedene bürümüş ve maddiyat âlemine göndermiştir. Bunu yapmasının amacı da o kendisine itaat etmeyen kuluna bir hak daha tanımaktır. Kim ki dünyevi sınavından geçerek, Allah(C.C.)’ın rızasına nail olursa, maneviyat; yani gerçek âlemde, yani ahrette mükâfatlandırılacaktır.

Ey âdemoğlu!

Hiçlik mertebesinin en üstünde madden bir Hiç olan fakat nefsine yenik düşerek, kendini maddiyat âleminin sultanı ilan eden kişi!

Kaybolmuş, kovulmuş bir âlemde sınava tabii tutulmakta ve bu sınavdan ve sınavın kolaylıklarından dahi farkında olmadan sınav süreni doldurmaktasın. Allah(C.C.) merhametlilerin en merhametlisidir.

“Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah(C.C.)’tan bağışlanma dilerse Allah(C.C.)’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisa/110)

O(C.C.) seni sınava tabii tutarken bu sınav sırasında kitap açmana izin vermiştir. Sınavı geçmeni sağlayacak, seni iki dünyanın da sultanı yapacak, Rabbinin affına mazhar edecek ve sana Allah(C.C.)’ın rızasını kazandıracak olan tek kitap; Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’dir. Allah(C.C.)’ın kelamı olan emirlerini, yasaklarını ve mubahlarını bizlere bildirdiği bu mübarek kitabı her an elimizde tutmalı, her daim içindekileri okumalı, her an Kur’an-ı Kerim ve onun hükümleriyle yaşamalıyız. Unutma ki; sınavın ne zaman biteceğini sadece Allah(C.C.) bilir.

“…Allah(C.C.) yaptıklarınızı görendir.” (Bakara/265)

“Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, üstelik zayıf ve küçük çocukları olsun böyle bir durumda iken ona bahçesine ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah(C.C.) ayetleri size böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara/266)

16.02.2013
Engin DİNÇ

5 Şubat 2013 Salı

Engin DİNÇ - Tehzib-i Ahlâk


Allah(C.C.) kaynaklı her ilahi dinin olduğu gibi dinimiz İslam’ın da var oluş amacı toplumlar arasında ahlâkı sağlamaktır. Bu konu hakkında peygamber efendimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ben, ancak mekâkim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”

Ahlâk kelimesi Hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın ruhundaki, “Huy” dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir. Her insanın bir huyu vardır, huylar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır. Aslında bu iyi ahlâk ve kötü ahlâk olarak da bahsedilebilir. Örneğin; Edep, tevazu, kerem, hoşgörü birer iyi ahlâkken, kibir, cimrilik, edepsizlik, sefahat, gıybet, yalan da birer kötü ahlâka örnektir. Güzel ahlâka: “Ahlâk-ı Hasene, Ahlâk-ı Hamide, Mehasin-i Ahlâk, Mekâkim-i Ahlâk” da denir. Güzel olmayan ahlâka da: “Ahlâk-ı Kabiha, Ahlâk-ı Zemîme, Mesavi-i Ahlâk, Rezail-i Ahlâk da denir.

Ahlâk aslında bir ilimdir ve bu ilme ahlâk ilmi denilmektedir. Ahlâk ilmi iki ayrılır. Bunlar Nazarî Ahlâk ve Amelî Ahlâk’tır. Nazarî Ahlâk: “Ahlâk esaslarına ve kanunlarına ait görüşleri ve fikirleri gösterir.” Amelî Ahlâk ise: “Ahlâk ile ilgili görevlerin nelerden ibaret olduğunu gösterir.” İnsanların tam bir Ahlâk sahibi kul olabilmesi için bu iki ahlâka da ihtiyacı vardır. Ahlâkın nasıl bir kanuna sahip olduğunu bilmek gerekirken bu kanun ve kurallarla da amel içinde olmak gerekir. Böylesine kurallar çerçevesinde amel eden kişiler toplumda ve Allah(C.C.) nazarında ahlâklı olarak adlandırılmaktadır.

İman eden kişinin iyi bir ahlâka sahip olması gerekmektedir. Ahlâk diğer bir deyişle huy insanların var oluşlarından geliyor gibi görünen katı kurallar bütünü gibi görünse de değişebilmektedir. Bu sebepten toplumumuzda sıkça kullanılan: “Can çıkmadan, huy çıkmaz.” Sözü çok da doğru bir söz değildir. Her şey gibi huyda değişebilen bir şeydir. İyi yöne oldukça, kötü yöne doğru da değişebilir ki; biz tarihimize baktığımızda birçok âlimin son nefesini imansız olarak verdiğini görmüşüzdür. Bu huyun değişebilir olduğunun en büyük kanıtıdır. Ayrıca huy değişemez olsaydı; Allah(C.C.) Şeytan’a insanları yoldan çıkartmaya çalışması için izin görev ve izin vermezdi. Huylar değişmiyor olsaydı imanlı ve kâmil olan kişiler her daim öyle kalır ve öyle ölür, imansızlar ve dinsizler de dinsiz olarak ölürdü. Bu da bizim dünyaya asıl geliş amacımız olan hayat sınavının hiç olmadığını göstergesi olurdu. Oysa bizler hayata sınav için gönderildik ve bu sınavda kimi insanlar huylarını iyi yönde değiştirerek kurtuluşa erecek, kimileri de huylarını kötü yönde değiştirerek helak olacaktır. Kelam-ı Kadim olan kitabımız Kur’an-ı Kerimde de anlatıldığı gibi helak olan kavimlerin birçoğu ahlâksızlık sebebiyle helak olmuşlardır.

Mukaddes dinimiz İslam için ahlâkın önüme çok büyüktür. Peygamber efendimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) efendimiz hadis-i şerifinde bu önemi şöyle açıklamıştır: “Sizin imanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır.” Yine başka bir hadis-i şerif de şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ’ya kullarının en sevgilisi, ahlâkça en güzel olanıdır.” Peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) dualarında her daim ahlâklı bir kişi olmayı dilemiş ve şöyle dua etmiştir: “Allah(C.C.)’ım! Ben, sende sağlık, afiyet ve güzel ahlâk dilerim.”

İslam dini üzerine yaşamak, İslami kurallar ile yaşayarak amel etmek aslında ahlâklı olmanın ta kendisidir. Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de H.Z. Muhammed(S.A.V.) efendimize şöyle buyurmuştur: “Rabbinin lütfüyle, deli değilsin. Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez. Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin.” (Kalem/ 2,3,4) Bu ayeti kerime de Allah(C.C.) peygamber efendimizin yaşantısını, sünnetini ve Kur’an-ı Kerim’de ki emirlerine uymanın tam bir ahlâklı davranış olacağını bildirmiştir.
Ahlâk değişen, çirkinleşme ve güzelleşme özelliğine sahip olan bir şeydir. Ahlâkı değiştirmek mümkündür. Çirkin huyları güzel huylara çevirmeye: Tehzib-i Ahlâk” denilmektedir. Bizler de kendimizi sorguya çekmeli, kötü huylarımızın neler olduğunu bilmeli ve bu huylarımızdan en kısa zamanda tövbe ederek kurtulmalı. Kötü ahlâkımızı, güzel ve Allah(C.C.)’ın rızasına layık olacak ahlâk haline getirmeliyiz.

Büyük Yunan filozof Heraklitos’un dediği gibi: “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.”
“Kötü huylar mağlup edildikte, iyi huylar galip ve daim olurlar.” (E. DİNÇ)

05.02.2013
Engin DİNÇ

1 Şubat 2013 Cuma

Engin DİNÇ - Âlimlerin nazarında mertebeler


Âlimlerin nazarında mertebeler:

En alt derece olarak da anılan Mümin kişi: Normal bir kişi olarak tanımlanır iman ettiğini söyleyenlerin en büyük çoğunluğunu oluşturur. Oruç, Namaz ve Zekâtta tam anlamıyla ibadet gösteremezler. Sürekli isteme vardır. Dua ederler ve beşeri isteklerde bulunurlar. Onların nazarında yaşam vazgeçilmezdir. Ölümden çok korkarlar. Bilgi ve ilimleri ya hiç yoktur ya da çok azdır. Biraz ilmi olan da ilmiyle amel etmeyebilir.

Âlimler: Bu kimseler diğer müminlere göre daha sadıktırlar. Ayrıca ilim, fıkıh, Hadis, Kur’anı Kerim öğrenerek diğer insanları da etkilemek ve hak yola döndürmek amacındadırlar. İstekleri odur ki; tüm insanlar hak yola dönsün ve Allah(C.C.)’ın rızası için amel etsinler. Bu kişilerin en büyük özelliği de: yaptıkları söylediklerinden azdır.

Arifler: En büyük özellikleri hiç bir şey dilemezler. Dünyevi lezzetlerden zevk almazlar. Bu kişiler az konuşur çok amel ederler. Amelleri söylediklerinden fazladır. Öğretme, insanları etkileme, çevre edinme derdinde değillerdir. Tek dertleri kendileridir. Sürekli kendileriyle savaşırlar. Onlar için dünya sadece iman edebilmek için vardır. Allah(C.C.) istemezse hiç bir şeyin sahibi olamayacağını bilirler ve dilleriyle dua ederek bir şey istemezler. Ne gelirse kabullenirler. İyi ve güzel olana şükür, kötü ve zor olana da sabır ederler ve tam bir samimiyet ile kabullenirler, şikâyetçi olmazlar.

Evliyalar, Veliler: Allah(C.C.) dost olanlar, peygamberin altında olan kimseler olarak da adlandırılırlar. Onlar için her şey Allah(C.C.) içindir. Ölüm, yokluk, fakirlik, acizlik, düşkünlük gibi korkuları yoktur. Dört büyük melekle dostturlar. Ölüm meleği gelip canını almak istediğinde bu kimselere sadece ricada bulunur. Dünyadan hiç bir şeye bakmazlar. Dünyadan ne kadar az yararlanırım diye bakarlar. Sürekli ibadetle zaman geçirirler. Mal, mülk, evlilik, eş çocuk, kariyer, şan, şöhret gibi dertleri yoktur. Onlar için Allah(C.C.) sevsin yeterlidir. O kimseler bir yere girdiğinde etrafa bir huzur yayılır, insanlar ona karşı sebepsiz tebessüm ederler hatta o kimseden ters bir davranış görseler bile kızamazlar. O kimseler de Allah(C.C.)'ın kızacağı şeyler hariç insanlara karşı kötü davranmazlar. Allah(C.C.) razı olmayacağına onlarda razı olmazlar. Kokuları hoştur insanları rahatsız etmez. Yüzleri parlak ve nurludur. Sesleri hafif, teveccühlü ve hafif tebessümlüdür. Karşısındakinin yaşı ister yedi olsun, ister yetmiş olsun her zaman aynı teveccüh ile yaklaşırlar. Yardıma ihtiyaç duyana yardım ederler. İnsanları hak yola çevirmek istediklerinde onlara vaaz, sohbet vermezler. Kendi amelleriyle göstererek öğretir ve imrendirirler. İbadetleri çok yoğun ve uzundur. Çoğu zaman Allah(C.C.)’ın izniyle uhrevi vasıflar kazanırlar. Bunlara örnek olarak; dileklerinin hemen kabul olması, bir kişiye baktığında karakteri hakkında bilgi sahibi olması, kalplerden geçenleri bilmeleri, bir kimsenin niyetini sezmeleri verilebilir.

Bu mertebeler dışında Nakşibendî tarikatının büyüklerinden olan Şah-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbabi’nin de eseri Mektubat da anlattığı mertebeler de vardır. Bu mertebelere ulaşmak için öncelikle samimiyet gerekir. Allah(C.C.) bizlere samimiyet nasip eder inşAllah…

01.02.2013
Engin DİNÇ