19 Şubat 2013 Salı

Engin DİNÇ - Para ne işe yarar?


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Para ile ilgili hep aynı soru sorulur: Para ne işe yarar?
- Para olmadan yaşanmaz.
-Neden?
-Parasız bir şey olmaz.
-Parayla sevgi satın alabilir misin?
-Hayır!

Bu diyalogların uzayıp gitmesi kadar sıkıcı bir şey yok. Para ile her şey alınabilir fakat sevgi, aşk, kardeşlik, ilahi aşk, satın alınamaz çünkü bunların hepsi manevidir. Maddi bir şey olan para ile maneviyat satın alamazsın. Para maddi yaşantımızı devam ettirmek için üretilmiş, akıl ve sosyal ihtiyaçların birleşiminden elde edilmiş bir araçtır. Para denilen kâğıt yâda metal bir madde ile başka bir madde satın alabilirsin. Örneğin; para ile ekmek alabilirsin çünkü ikisi de maddeseldir. Para ile organ satın alabilirsin çünkü beden maddeseldir. Fakat para vererek aşk satın alamazsın. Belki yalandan bir kişiyi elindeki parayla kendine yakın tutar ve sana tahammül etmesini sağlayabilirsin. Lakin Bunun adı da aşk değil çıkar ilişkisidir. Para bittiğinde aşk da otomatik olarak sona erecektir. Yine parayla iman satın alamazsın; Rabbimiz ile bir pazarlığa oturma imkânımız var mı? Yok değil mi… O vakit her şeyi kendisine karşılık gelen ile elde etmeye çalış.

Paranın satın alamayacağı şeyleri de yani maneviyatı, yani gerçek yaşamı; yine maneviyatla elde edebilirsin. Sevgi istiyorsan sevmelisin, aşk istiyorsan âşık olmalısın. İman istiyorsan, ibadet etmelisin.

Günümüz evliliklerine baktığımız zaman artık kadın-erkek ilişkilerinde saygı, hoşgörü, sadakat, sabır yerini; güzellik, şehvet, para, eğlenceye bırakmış. Kimse “sevdiğimle sıkıntı çekmek istiyorum” demiyor. Fakat “beni mutlu etsin yeter…” Şekilde sözleri çok duyuyoruz. Evlenecek çiftlerin kurduğu hayaller; ev, araba, tatil, iki çocuk, bir ev daha, ikinci araba, tatil, tatil, tatil… Bir lokma ekmeğe tama edip de şükür isteyene rastlamadım daha... Aslında sözü dillendiren çok var fakat bir de gönlüne nazarlı baktığınızda onun bir yalandan ibaret olduğu görmek hiç de zor değil. “Sevdiğim yanımda olsun açlığa da razıyım” deniliyor ama gerçekten iki gün aç yatılsa üçüncü gün buna katlanılmıyor. Evde yiyecek olmadığı zamana “Bugün de oruç tutarız.” Diyen Resulullah(S.A.V.)’ın ümmeti, bugün evlenmek için araba, ev, mal-mülk arar oldu.

 Ahir zaman…

Sen paraya-pula tama etme. Dünyalık nimetler isteğinde bulunma ki; Allah(C.C.) sana ahretlik nimetler nasip etsin. Dünyalık isteklerin sana dünyada yaşayabilmen için verilen maddi bedenin ihtiyaçlarını giderecek kadar olsun. Allah(C.C.) için ye, Allah(C.C.) için iç ve Allah(C.C.) için evlen. Fazlasını tüketmen senin için israftır. Ve Allah(C.C.) israf edeni sevmez.

“Ey âdemoğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O(C.C.), israf edenleri sevmez.” (A’raf/31)

Bu dünyaya geliş, gönderiliş amacını unutma. Senin tek amacın Allah(C.C.) rızasına nail olarak ahrete intikal etmek ve Allah(C.C.)’ın sana layık gördüğü mükâfatı almaktır.

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/56)

Dünyaya neden geldiğimizi, görevimizi unutarak dünyevi nimetler peşinde kendimizi helak ediyor, nefsimize zulmediyoruz. Allah(C.C.) rızasını kazanma arzusundan dirhem kalmazken, şeytana kulluk etmeye başlıyoruz. Gün gelip ilahi adalet kürsüsü kurulduğunda ve Rabbimizle yüz yüze geldiğimizde; “Nerede seni dünyaya sultan yapan paran, nerede çevrendeki adamların, nerede evlerin ve arabaların, kaç parayla kurtulursun azaptan?” diye sorulursa ne cevap vereceğiz?
Her şeyden önce gelen bir şey vardır: Allah(C.C.) rızası…

16.02.2013
Engin DİNÇ

16 Şubat 2013 Cumartesi

Engin DİNÇ - Yaradılış


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.

“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)

O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından daha yakındır.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf/16)

Allah-u Zülcelâl yarattıklarına kendi kudretini göstermek istemiştir. İşte bu sebepten dolayı ruhları yarattı, daha sonra onların sınava tabii tutulacağı; dünya âlemini yarattı. O(C.C.)’nun yaratma kudreti öyle geniştir ve büyüktür ki; dünya ve ahret dışında belki de bizim aklımızın almadığı, ilahi kitaplar ve peygamberler aracılığıyla bizlere bildirilmemiş milyarlarca âlemi yaratmıştır. Bizler bunu bilgisinde olamayız.

“De ki: Rabbim bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.” (HUD/47)

Allah-u Teâlâ yarattığı ruhlara manevi, maddiyattan soyut bir kimlik vermiştir. Fakat sınava tabii tutmak istediği bu ruhları, maddiyat evrenine bu şekilde gönderse dahi, bu maddi âlemdeki hiçbir şeyden etkilenmeden kendisine tam bir itikat ile bağlı olacaklardı. Ruhu sınamak için gerekli olan şey ona bir maddiyat kazandırmaktı. İşte bu maddiyata “beden” adını verdi. Yarattığı ruhu, yarattığı diğer bir şey olan bedenin içerisine yerleştirdi. Lakin bu da yeterli olmayacaktı. Ruhun bedene bürünmüş olmasıyla sadece görüntüsünü maddileştirecekti ve o maddi beden manevi ruha bir engel olmayacak sadece madde âleminde yaşam sürmesini sağlayacaktı. İşte bunun için de o maddi bedene manevi engeller koyabilecek, ruhu yolundan çevirebilecek bazı engeller gerekliydi. Bunlardan bir tanesi; kendisine isyan eden şeytandı. Şeytanın da işini kolaylaştırmak için maddi bedene nefis, şehvet, kibir, gurur gibi manevi duygular ekledi. Çünkü maddiyat maddi olandan, maneviyat da manevi olandan etkilenecekti.

İşte bu andan sonra dünyevi yaşam başlayabilirdi. Fakat dünyevi yaşama başlamadan evvel yarattığı bu bedeni cennetinde küçük bir sınava tabii tuttu. Âdem ve Havva’ya bir meyveye yasak koyduğunu ve ondan yememelerini söyledi. İşte yarattığı şaheser olan beden, maneviyat karşısında ilk sınavını verirken yenilgi ile ayrıldı. Çünkü nefis ve şeytanın akıllıca oyunlarıyla o meyveyi yediler ve bu durum da onların dünyaya gönderilmelerine neden oldu.

İlk insan dünyaya maneviyattan, maddiyata gönderilerek Âdem adını aldı. Âdem; Âdemi kelimesinden gelmektedir ve “yok olmuş” manasına gelmektedir. Allah(C.C.) kendisinin emrine uymayarak, nefsine itaat eden ruha bir bedene bürümüş ve maddiyat âlemine göndermiştir. Bunu yapmasının amacı da o kendisine itaat etmeyen kuluna bir hak daha tanımaktır. Kim ki dünyevi sınavından geçerek, Allah(C.C.)’ın rızasına nail olursa, maneviyat; yani gerçek âlemde, yani ahrette mükâfatlandırılacaktır.

Ey âdemoğlu!

Hiçlik mertebesinin en üstünde madden bir Hiç olan fakat nefsine yenik düşerek, kendini maddiyat âleminin sultanı ilan eden kişi!

Kaybolmuş, kovulmuş bir âlemde sınava tabii tutulmakta ve bu sınavdan ve sınavın kolaylıklarından dahi farkında olmadan sınav süreni doldurmaktasın. Allah(C.C.) merhametlilerin en merhametlisidir.

“Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah(C.C.)’tan bağışlanma dilerse Allah(C.C.)’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisa/110)

O(C.C.) seni sınava tabii tutarken bu sınav sırasında kitap açmana izin vermiştir. Sınavı geçmeni sağlayacak, seni iki dünyanın da sultanı yapacak, Rabbinin affına mazhar edecek ve sana Allah(C.C.)’ın rızasını kazandıracak olan tek kitap; Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’dir. Allah(C.C.)’ın kelamı olan emirlerini, yasaklarını ve mubahlarını bizlere bildirdiği bu mübarek kitabı her an elimizde tutmalı, her daim içindekileri okumalı, her an Kur’an-ı Kerim ve onun hükümleriyle yaşamalıyız. Unutma ki; sınavın ne zaman biteceğini sadece Allah(C.C.) bilir.

“…Allah(C.C.) yaptıklarınızı görendir.” (Bakara/265)

“Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, üstelik zayıf ve küçük çocukları olsun böyle bir durumda iken ona bahçesine ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah(C.C.) ayetleri size böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara/266)

16.02.2013
Engin DİNÇ

5 Şubat 2013 Salı

Engin DİNÇ - Tehzib-i Ahlâk


Allah(C.C.) kaynaklı her ilahi dinin olduğu gibi dinimiz İslam’ın da var oluş amacı toplumlar arasında ahlâkı sağlamaktır. Bu konu hakkında peygamber efendimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ben, ancak mekâkim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”

Ahlâk kelimesi Hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın ruhundaki, “Huy” dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir. Her insanın bir huyu vardır, huylar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır. Aslında bu iyi ahlâk ve kötü ahlâk olarak da bahsedilebilir. Örneğin; Edep, tevazu, kerem, hoşgörü birer iyi ahlâkken, kibir, cimrilik, edepsizlik, sefahat, gıybet, yalan da birer kötü ahlâka örnektir. Güzel ahlâka: “Ahlâk-ı Hasene, Ahlâk-ı Hamide, Mehasin-i Ahlâk, Mekâkim-i Ahlâk” da denir. Güzel olmayan ahlâka da: “Ahlâk-ı Kabiha, Ahlâk-ı Zemîme, Mesavi-i Ahlâk, Rezail-i Ahlâk da denir.

Ahlâk aslında bir ilimdir ve bu ilme ahlâk ilmi denilmektedir. Ahlâk ilmi iki ayrılır. Bunlar Nazarî Ahlâk ve Amelî Ahlâk’tır. Nazarî Ahlâk: “Ahlâk esaslarına ve kanunlarına ait görüşleri ve fikirleri gösterir.” Amelî Ahlâk ise: “Ahlâk ile ilgili görevlerin nelerden ibaret olduğunu gösterir.” İnsanların tam bir Ahlâk sahibi kul olabilmesi için bu iki ahlâka da ihtiyacı vardır. Ahlâkın nasıl bir kanuna sahip olduğunu bilmek gerekirken bu kanun ve kurallarla da amel içinde olmak gerekir. Böylesine kurallar çerçevesinde amel eden kişiler toplumda ve Allah(C.C.) nazarında ahlâklı olarak adlandırılmaktadır.

İman eden kişinin iyi bir ahlâka sahip olması gerekmektedir. Ahlâk diğer bir deyişle huy insanların var oluşlarından geliyor gibi görünen katı kurallar bütünü gibi görünse de değişebilmektedir. Bu sebepten toplumumuzda sıkça kullanılan: “Can çıkmadan, huy çıkmaz.” Sözü çok da doğru bir söz değildir. Her şey gibi huyda değişebilen bir şeydir. İyi yöne oldukça, kötü yöne doğru da değişebilir ki; biz tarihimize baktığımızda birçok âlimin son nefesini imansız olarak verdiğini görmüşüzdür. Bu huyun değişebilir olduğunun en büyük kanıtıdır. Ayrıca huy değişemez olsaydı; Allah(C.C.) Şeytan’a insanları yoldan çıkartmaya çalışması için izin görev ve izin vermezdi. Huylar değişmiyor olsaydı imanlı ve kâmil olan kişiler her daim öyle kalır ve öyle ölür, imansızlar ve dinsizler de dinsiz olarak ölürdü. Bu da bizim dünyaya asıl geliş amacımız olan hayat sınavının hiç olmadığını göstergesi olurdu. Oysa bizler hayata sınav için gönderildik ve bu sınavda kimi insanlar huylarını iyi yönde değiştirerek kurtuluşa erecek, kimileri de huylarını kötü yönde değiştirerek helak olacaktır. Kelam-ı Kadim olan kitabımız Kur’an-ı Kerimde de anlatıldığı gibi helak olan kavimlerin birçoğu ahlâksızlık sebebiyle helak olmuşlardır.

Mukaddes dinimiz İslam için ahlâkın önüme çok büyüktür. Peygamber efendimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) efendimiz hadis-i şerifinde bu önemi şöyle açıklamıştır: “Sizin imanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır.” Yine başka bir hadis-i şerif de şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ’ya kullarının en sevgilisi, ahlâkça en güzel olanıdır.” Peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) dualarında her daim ahlâklı bir kişi olmayı dilemiş ve şöyle dua etmiştir: “Allah(C.C.)’ım! Ben, sende sağlık, afiyet ve güzel ahlâk dilerim.”

İslam dini üzerine yaşamak, İslami kurallar ile yaşayarak amel etmek aslında ahlâklı olmanın ta kendisidir. Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de H.Z. Muhammed(S.A.V.) efendimize şöyle buyurmuştur: “Rabbinin lütfüyle, deli değilsin. Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez. Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin.” (Kalem/ 2,3,4) Bu ayeti kerime de Allah(C.C.) peygamber efendimizin yaşantısını, sünnetini ve Kur’an-ı Kerim’de ki emirlerine uymanın tam bir ahlâklı davranış olacağını bildirmiştir.
Ahlâk değişen, çirkinleşme ve güzelleşme özelliğine sahip olan bir şeydir. Ahlâkı değiştirmek mümkündür. Çirkin huyları güzel huylara çevirmeye: Tehzib-i Ahlâk” denilmektedir. Bizler de kendimizi sorguya çekmeli, kötü huylarımızın neler olduğunu bilmeli ve bu huylarımızdan en kısa zamanda tövbe ederek kurtulmalı. Kötü ahlâkımızı, güzel ve Allah(C.C.)’ın rızasına layık olacak ahlâk haline getirmeliyiz.

Büyük Yunan filozof Heraklitos’un dediği gibi: “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.”
“Kötü huylar mağlup edildikte, iyi huylar galip ve daim olurlar.” (E. DİNÇ)

05.02.2013
Engin DİNÇ

1 Şubat 2013 Cuma

Engin DİNÇ - Âlimlerin nazarında mertebeler


Âlimlerin nazarında mertebeler:

En alt derece olarak da anılan Mümin kişi: Normal bir kişi olarak tanımlanır iman ettiğini söyleyenlerin en büyük çoğunluğunu oluşturur. Oruç, Namaz ve Zekâtta tam anlamıyla ibadet gösteremezler. Sürekli isteme vardır. Dua ederler ve beşeri isteklerde bulunurlar. Onların nazarında yaşam vazgeçilmezdir. Ölümden çok korkarlar. Bilgi ve ilimleri ya hiç yoktur ya da çok azdır. Biraz ilmi olan da ilmiyle amel etmeyebilir.

Âlimler: Bu kimseler diğer müminlere göre daha sadıktırlar. Ayrıca ilim, fıkıh, Hadis, Kur’anı Kerim öğrenerek diğer insanları da etkilemek ve hak yola döndürmek amacındadırlar. İstekleri odur ki; tüm insanlar hak yola dönsün ve Allah(C.C.)’ın rızası için amel etsinler. Bu kişilerin en büyük özelliği de: yaptıkları söylediklerinden azdır.

Arifler: En büyük özellikleri hiç bir şey dilemezler. Dünyevi lezzetlerden zevk almazlar. Bu kişiler az konuşur çok amel ederler. Amelleri söylediklerinden fazladır. Öğretme, insanları etkileme, çevre edinme derdinde değillerdir. Tek dertleri kendileridir. Sürekli kendileriyle savaşırlar. Onlar için dünya sadece iman edebilmek için vardır. Allah(C.C.) istemezse hiç bir şeyin sahibi olamayacağını bilirler ve dilleriyle dua ederek bir şey istemezler. Ne gelirse kabullenirler. İyi ve güzel olana şükür, kötü ve zor olana da sabır ederler ve tam bir samimiyet ile kabullenirler, şikâyetçi olmazlar.

Evliyalar, Veliler: Allah(C.C.) dost olanlar, peygamberin altında olan kimseler olarak da adlandırılırlar. Onlar için her şey Allah(C.C.) içindir. Ölüm, yokluk, fakirlik, acizlik, düşkünlük gibi korkuları yoktur. Dört büyük melekle dostturlar. Ölüm meleği gelip canını almak istediğinde bu kimselere sadece ricada bulunur. Dünyadan hiç bir şeye bakmazlar. Dünyadan ne kadar az yararlanırım diye bakarlar. Sürekli ibadetle zaman geçirirler. Mal, mülk, evlilik, eş çocuk, kariyer, şan, şöhret gibi dertleri yoktur. Onlar için Allah(C.C.) sevsin yeterlidir. O kimseler bir yere girdiğinde etrafa bir huzur yayılır, insanlar ona karşı sebepsiz tebessüm ederler hatta o kimseden ters bir davranış görseler bile kızamazlar. O kimseler de Allah(C.C.)'ın kızacağı şeyler hariç insanlara karşı kötü davranmazlar. Allah(C.C.) razı olmayacağına onlarda razı olmazlar. Kokuları hoştur insanları rahatsız etmez. Yüzleri parlak ve nurludur. Sesleri hafif, teveccühlü ve hafif tebessümlüdür. Karşısındakinin yaşı ister yedi olsun, ister yetmiş olsun her zaman aynı teveccüh ile yaklaşırlar. Yardıma ihtiyaç duyana yardım ederler. İnsanları hak yola çevirmek istediklerinde onlara vaaz, sohbet vermezler. Kendi amelleriyle göstererek öğretir ve imrendirirler. İbadetleri çok yoğun ve uzundur. Çoğu zaman Allah(C.C.)’ın izniyle uhrevi vasıflar kazanırlar. Bunlara örnek olarak; dileklerinin hemen kabul olması, bir kişiye baktığında karakteri hakkında bilgi sahibi olması, kalplerden geçenleri bilmeleri, bir kimsenin niyetini sezmeleri verilebilir.

Bu mertebeler dışında Nakşibendî tarikatının büyüklerinden olan Şah-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbabi’nin de eseri Mektubat da anlattığı mertebeler de vardır. Bu mertebelere ulaşmak için öncelikle samimiyet gerekir. Allah(C.C.) bizlere samimiyet nasip eder inşAllah…

01.02.2013
Engin DİNÇ

13 Ocak 2013 Pazar

Engin DİNÇ - Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum


Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum…

Bir kış günüydü; O yemeğe ekmek bulamadığımız dönemlerden bir tanesindeydi. Sokak da 500.000 TL bulmuştum. Milyarlar değerinde değil, o kadar zengin olmadım birden ama iki yumurta, bir ekmek alabilmiştik evimize; o gün çok mutlu olmuştum.

Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum…

Karton toplamak için her sabah ezanla sokaklara çıkardım. İnsanların iğrenerek baktıkları o çöpçü çocuklardan bir tanesiydim o zamanlar… Yine kurcalarken başkalarının artıklarını bir oyuncak bulmuştum. İlk oyuncağımdı… O gün çok mutlu olmuştum.

Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum…

Hiç arkadaşım olmamıştı benim, kimse arkadaş olmak istemezdi bir çöpçü çocukla… Bir sokak dibinde aç kalmış, sahipsiz bir yavru kedi buldum. İlk dostum, ilk arkadaşım, ilk sırdaşımdı. Beni seven bir dostum olmuştu: O gün çok mutlu olmuştum…

Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum…

Bir gecenin yarısındaydım yine… Bir poğaça almıştım elime köşede çöp yığını vardı ve içinde bir kadın bir küçük kız… O küçük sevimli kıza elimdeki poğaçaları verdiğimde bana bakıp da gülen ilk kızdı, ilk kez birisini mutlu edebilmiştim. O gün çok mutlu olmuştum…

Hiç unutamayacağım çünkü mutluyum…

Şuan öylesine mutluyum ki; bu gerçekleri hiç saklamayacak kadar geniş yüreğim. Evet, ben bir zamanla bir çöpçü çocuktum. Sokaklarda yatardım, çöp kurcalardım, insanlar iğrenerek bakardı. Ama hiçbir zaman harama tamah etmediğimi fark ettim. Şuan ki bir mutluluğumu hiç birine değişemiyorum. Çok mutluyum!

“Hiç unutmam bir kere mutlu olmuştum…” Sözünün sahibi Soner ARSLANER’e sevgilerimle…

17 Kasım 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Unutkanlık ve Önlemleri


Gündelik yaşantımızda en çok karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de unutkanlıktır. Gündelik yaşamın stresi, iş yoğunluğu, ekonomik ve ailevi sorunlarda unutkanlığı tetikleyen etkenlerdir.

Neleri unuturuz?

Her şeyi unutabiliriz. Bir eşyayı koyduğumuz yeri, yakın arkadaşımızın adını, yapmamız gereken işleri, hatta birçok kişi “Eve gittiğimde internetten unutkanlığın önlemlerini öğreneyim.” Diyerek eve geldiğinde yapacağını unutmuş ve daha sonra hatırlayarak bu sayfaya ulaşmıştır.

Neden unutuyoruz?

Unutkanlık ileriki yaşlarda yani 40-50 yaşları üzerindeki kişilerde Alzheimer denilen hastalığın başlangıç aşaması olarak düşünülebilir. Eğer yaşınız daha genç ve unutuyorsanız fakat unuttuğunuz şeyleri birkaç dakika sonra hatırlayabiliyorsanız çok da sorun yok demektir. Ama hiç yok anlamına gelmez. Psikiyatri uzmanı Dr. Hakan Atalay; genç yaşlarda, yani 40-50’li yaşlardan önce kalıcı ve günlük hayatı etkileyen unutkanlıklar yaşanıyorsa; beraberinde keyifsizlik, moralsizlik, konsantrasyon eksikliği, işten kaçınma hali gibi diğer belirtiler varsa, organik bir şey olma ihtimalinin çok daha düşük olduğunu, kişinin depresyonda olabileceğini belirtiyor.

Depresyon Unutkanlaştırabilir

Yaşanılan ani bir olay, trafik kazası, ani üzüntü hali de kişilerde unutkanlığa neden olabilir. Bunun asıl nedeni beynin bir savunma mekanizması geliştirerek yaşadığı olayın zihindeki etkisini azaltarak olayı unutma çabasına girmesidir. Zihin bu savunma mekanizmasını harekete geçirdiği zaman yaşanmış kötü olayın yanı sıra gündelik yaşantıdaki anlarda unutulabilir. Bu sebepten kişi kendisini her zaman depresif olaylara hazırlıklı tutmalı ve olduğunca bu olaylardan uzak durmalıdır.

Travma Sonucu Unutkanlık

Herhangi bir kaza veya hastalık sonucu da unutkanlık olabilir. Bu durumlarda profesyonel yardımlar almak gereklidir. Unutkanlığa neden olan olayın detayına kadar öğrenilmeli ve bu şekilde önlemlerle kişi rehabilite edilmelidir.

Ruhsal Nedenlerden Kaynaklanan Unutkanlık

Gündelik yaşantımızda ailevi sorunlar, birlikte olduğumuz kişilerle aramızdaki bağlar da unutkanlığa neden olan ve dikkat dağınıklığına neden olan etkenlerdendir. İki sevgili arasındaki sorunlar da kişilere unutkanlık olarak dönebilir. Bu durumlarda kişilerin öfkeden uzak durarak yaşanan olayı büyütmeden kısa ve tez çözüm yollarına gitmesi gerekmektedir.

Uykusuzluk Sonucu Unutkanlık

Sağlıklı bir kişinin ortalama 8 saatini uyku ile geçirmesi gerekmektedir. Düzenli ve tam zamanında bir uyku gerekir. Uykusuzluk hakkında Dr. Atalay, “Örneğin uykusuzluk bile konsantrasyon bozukluğu yapabilir ve bu da unutkanlığa yol açar. Kalıcı olursa ve günlük hayatı etkilerse müdahale etmek gerekir” diyor.

Hafızayı Güçlendirme Yolları

Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl ve Dr. Ender Saraç; hafızayı güçlendirmek ve unutkanlığı önlemek için sağlıklı beslenme ve bol su içme, düzenli uyku ve spor, bulmaca çözme, kitap okuma ve müzik dinlemeyi önermektedirler. Zihni açık ve canlı tutmak için her sabah düzenli spor yapmak, düzenli uyku ve kitap okumak yeterlidir. Sağlıklı beslenmenin ve bol su içmek de vücut dengesinin ayarlanmasını sağlayarak unutkanlığın önüne geçecektir. Psikolojiyi rahat tutmak da unutkanlığın önüne geçecektir. Bunun için önerim sözsüz; klasik müzik veya ney dinlemek, karakteri yansıtan kitaplar okumak, asitli ve kafeinli içeceklerden uzak durmak, kahvaltıyı düzenli olarak yapmak ve meyve suyu tüketmektir.

“Unutma ki; hayatta kendinden daha değerli bir şey yoktur.” (E. DİNÇ)

17/11/2012
Engin DİNÇ

11 Kasım 2012 Pazar

Engin DNÇ - Ev alma komşu al


Ey acizler acizi, ey zavallıların en zavallısı; İnsan! Bir amel işleyip de mükâfatını beklemek ne büyük hatadır…
Bizler namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyoruz. Fakat bunları yapmamızın amacı emirleri yerine getirmek ve Allah(C.C.)’ın rızasını kazanmak olmuyor çoğu zaman… Çünkü eğer böyle olsaydı bizlerde itikat sağlam olurdu, kaya gibi...

Türbanla başını kapatıp da dar elbiseler giyen kadın, Ramazan ayını oruçlu geçirip de bayramın ilk günü kerhaneye zinaya giden adam… İşte ben bu kişilerden söz ediyorum, bu kişiler biziz; bizim içimizdeler, varlar…

Peşinci aciz insan bir ibadeti bile yerine getirdiğinde hemen karşılık bekliyor, hemen duaları kabul olsun istiyor, hem de hep faniyet dolu o duaları… El açıp da “Allah(C.C.)’ım bana ev ver, araba ver, sağlık-sıhhat ver, eş ver, koca ver…” demeyen kaçımız var?

İşte bizler ne kadar da dünya kokuyoruz…

Oysa itikat sahibi bir Müslüman ellerini açıp dua ettiğinde; “Rabbim sen bana hayırlı olan neyse onu ver. Muhakkak ki ben nasibimden fazlasına sahip değilim, sahip olamam.” Demelidir. Dünyalık ya da ahretlik bir istekte bulunmak Allah(C.C.)’a dost olmayı isteyen birisi için uygun değildir. O Allah(C.C.) dostunun tek dileği vardır ki o Allah(C.C)’ın rızasını kazanmaktır.

Allah(C.C.) dostları; Sıddıklar. Asla dünyalık ve ahretlik dilekte bulunmazlar. Onlar için dünya bir “Hiç”tir. Cennet onlar için bir harabe, Cehennemse kül yığınından ibarettir. Ne Cennet’e girmek için çırpınır ne de Cehennem korkusu güderler. Onların tek istekleri Allah(C.C.)’ın rızasını alarak ahrete intikal ettiklerinde sadece O(C.C.)’nun cemaline mazhar olmaktır.

Bu konu hakkında Abdülkadir Geylânî şöyle buyuruyor: “Ev alma, komşu al.”

Günümüzde bir ev sahibi olmak isteyen kişinin önce mahallede kimler yaşıyor baksın diye söylenilen bu söz asıl anlamını kaybettirilmiş. Oysa Abdülkadir Geylânî el Fethu’r Rabbânî adlı eserinde yer alan sohbetlerinde bu sözü kullanarak bizlere şöyle öğütler veriyor: “Bir amel işleyip karşılığını istersen mükâfatın yaratılmış ve geçici şey olur. Sırf Allah(C.C.) rızası için işlediğin amellerin karşılığı ise O(C.C.)’na yakın olman ve cemalini seyretmendir. Öyleyse sen, hiçbir amelin için bir karşılık bekleme. Dünya, ahret ve Allah(C.C.)’ın dışındaki bütün şeyler O(C.C.)’nun yanında nedir ki? Sen nimeti değil, nimet vereni iste. Ev alma, komşu al. Her şeyden önce var olan, her şeyi var kılan ve her şeyden sonra var olacak olan O(C.C.)’dur.”

11.11.2012
Engin DİNÇ

7 Kasım 2012 Çarşamba

Engin DİNÇ - Lâşey


O(C.C.) vardır diyemeyiz, aynı zamanda O(C.C.) yoktur da diyemeyiz. Çünkü her şey zıttı ile bilinir. O(C.C.) yok olmaz ki var olsun, var olmadı ki yok olsun. İnsan bu dünyada bir varlığa sahip olduğu için yok olma özelliğine de sahiptir. Hatta bu âlem de var olmuştur ve var olma özelliğine sahip olduğu içindir yok olma özelliğine de sahiptir. Fakat Allah(C.C.) bu özelliklerin her birinden münezzehtir. O(C.C.) bir bedene, fiziğe, kan ve irine sahip değildir, böyle bir fiziğe sahip olmadığı içindir ki yok olmaz. Oysa insan başta olmak üzere tüm âlem bir fiziğe sahiptir. İnsan, hayvan, ağaç, kaya, su v.s. her bir maddenin bir fizyolojisi vardır. Fakat Allah(C.C.) böyle bir fiziğin ötesindedir. O(C.C.) böyle bir fizikten münezzehtir. Böyle bir fiziğe kıyasla O’nun fiziği bu âlemde yoktur.

Öyle ki; yaşadığımız hayat bir lâşeydir. Yani bir Hiç’tir. Çünkü asıl olan âlemin yani ahretin ya da Rabbul âlemin var olduğu ve hayatta olduğu o âlemin bir gölgesidir. Tıpkı öyle ki akşam yolda yürürken arkanızdan vuran ışık yere sizin benzeriniz bir gölgeyi yansıtır. O gölge nasıl cansız, tensiz olmasına rağmen hareket halindedir. İşte yaşadığımız âlemde gerçek âlemin bir yansımasıdır; cansız, manasız ve asıl yaşamdan uzaktır fakat hareketli...

Allah(C.C.) insanı yaratıp Cennet’e koyduktan sonra bir sınava tabi tutmuş ve insanoğlu bu sınavdan başarısızlıkla çıkmıştır. Bunun üzerine yaşadığımız âlemi yaratmış ve insanı bu âleme göndermiştir ki bu bir nevi cezadır. Keza Hakk’ın yanında bir yaşam sürebilecekken sınavdan başarısız olmuş bu âleme gönderilmiştir. Öyle ki Allah(C.C.) ilk yarattığı insana Âdem ismini vermiştir. Ademî; olmayan, yokluk demektir. İşte Allah(C.C.) insana nasıl bir hiç olduğunu bildirmek için ona Âdem yani olmayan, yok olmuş olan adını vermiştir. Ahretten, Cennetten dünyaya göndererek bir yokun içine atmıştır vefasız insanı... O'na âdem demiş, yok ettiğini bildirmiştir. İnsan ölüp, ahrete kavuştuğunda var olacaktır. Yaşadığımızı sandığımız bu dünya da bir lâşeydir(Hiç), tıpkı bizler gibi.

Allah(C.C.) aklımızın sınırları içerisine sıkıştırılamayacak kadar geniş, büyük, affedici ve kudret sahibidir. Tek bir hücremizi dahi kendimiz kontrol altında tutamazken O(C.C.) âlemdeki her şeyin yönetimini elinde tutar.
O(C.C) âlimdir. Düşünün ki her yarattığı insan farklı bir DNA yapısına sahiptir. Hiçbir insan birbirine benzemez, aynısı yaratılmamıştır. Dünya üzerinde yaşayan insan sayısının 7.000.000.000 olduğunu varsayarsak tam 7.000.000.000 bilinmeyenli denklemi kurma özelliği sadece âlemleri, cinleri ve bizleri yaratarak ruhundan ruh üfleyen Allah(C.C.)’a aittir.

Yarattığı âlemde hiçbir şey O’nun tarifini yapamaz. Kimse müsaadesini almadıkça O’nu hayal edemez. Öyle ki aklımızda bir fiziğe yerleştirmeye çalıştığımız, kimi insanların varlığına inanmadığı, hatta kimilerinin küfür bile ettiği Rab’imiz izin vermese bunların hiç biri yapılamaz.

O(C.C.) münezzehtir. Tüm hayal ve sınırlardan münezzehtir.

07/11/2012
Engin DİNÇ

20 Ekim 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Peşin olanı seviyoruz


Annene de ki: "Beni ateşe at..." kıyabilir mi sana? Ona o merhameti veren Allah(C.C.) seni cehenneme atar mı? Rabb’imiz kendinden olanın bir gölgesini dünyaya yansıtmıştır. Anneye verilen merhametin akıl sınırlarına sığmayan büyüklükte Rabb’imizde olmasa her günahın cezasını dünyada o saniyede çekerdik, işte o zaman bir tane günah işleyen olmazdı. Çünkü insan peşin olanı sever. Mükâfatında, azametinde peşin olanından etkilenir, peşin olanını ister.

Peşincidir insanoğlu; dört rekât namaz kılmaya üşenen insana desek ki: “Beş saat aralıksız namaz kılana ev hediye, araba hediye ediyoruz.” İşte bir de o zaman bakın… O dört rekât namaz kılamayanlar aralıksız, durmaksızın namaz kılarlar. İspatıdır denilenin; insan peşin olanı sever.

İnsanların peşini sevdiğini Rabb’imiz Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in İnsân Suresi 27. Ayette şöyle buyuruyor: “Şu insanlar bu peşin dünya hayatını arzulayıp, önlerinde kendilerini bekleyen o ağır günü ihmal ediyorlar.”

Peşinci olmazsa insan işte o zaman kurtuluşa ermiş olacaktır. Peşinci oldukça dünyada zevk, şan-şöhret içerisinde yaşayarak zenginlik içerisinde bir ömür geçirecektir. Allah(C.C.) istediğine verir, istediğinden ise kısıtlar. O(C.C.)’nun bir kâfiri bu dünya da zengin etmiş olması bizleri aldatmasın. Çünkü onlar bu dünya da zenginliği, zevki yaşayacak olup ahrette azap göreceklerdir. Allah(C.C.) secde edip, oruç tutanı, zekât veren ve kendisi için kurban keseni sever. Cennette o kimseler için köşkler vaat etmiştir.

Allah(C.C.) peşinci olmayanlar için, kendisine samimiyetle bağlı olan kulları için buyurmuştur ki: “Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler. Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler. Onlar boş şeylerden uzak dururlar. Onlar zekâtı ifa ederler. Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar! O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar. Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar. "İşte varis olanlar, ebedi kalacakları Firdevs cennetine varis olanlar onlardır onlar."” (Mü’minûn Suresi 1-11 Ayetler)

Tam bir samimiyet ile Hakk’a gerçek bir kul olmayı Rabb’imiz Allah(C.C.) bizlere de nasip etsin İnşAllah…
Allah(C.C.) ahrette zenginlik vereceği biz insanlardan bir tek isteği vardır. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi 238. Ayette buyuruyor ki: “Namazlara, hele salât-ı vustaya dikkat edin ve kalkıp huşû ile Allah(C.C.)'ın divanında durun.”

20.10.2012
Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Acz-Mendî



Aciziz…

Rabbin yarattıkları içerisinde hem en acizi hem de en isyankârı bizleriz, biz insanlar… “Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler.”(Rahmân Suresi 6. Ayet) Yaratılanların her biri vazifesini tam olarak yerine getiriyorken biz insanoğlu Allah(C.C.)’a karşı gelmekten hiç de korkmuyoruz. Oysa Rabb’imiz Kur’an-ı Kerim de bize şöyle buyuruyor: “Sizler ne yerde, ne gökte Allah(C.C.)'ın hâkimiyetinin dışına kaçarak kurtulamazsınız. Sizi Allah(C.C.)'tan başka ne koruyan, ne de size yardım eden bulunur.” (Ankebût Suresi 22. Ayet) Allah-u Teâlâ’nın ayetleriyle bizleri uyarmasına rağmen biz onun azabından korkmuyoruz, çünkü o bizim her hatamızı görüp bilmesine rağmen bizlere karşı çok merhametli davranıyor ve bizler için tövbe kapısını daima açık tutuyor. Ceza vermekten sakınıp, tövbe etmemiz için bizim hakaretlerimize, küfürlerimize karşı sabırla yaklaşıyor.

Oysa Allah(C.C.) öylesine güçlü ve büyüktür ki onun gücünün ve büyüklüğü bizim aklımızın almayacağı kadar, hayallerimize sığmayacak kadardır. Onu tüm sınırlardan ve çerçevelerden tenzih ederim…
Kıyamet alameti olarak bildirilenler günümüzde teker teker gerçekleşmektedir. Buna rağmen Rabb’in varlığını kabul etmeyenler, Darwin teorilerine inanıp da Hâkk’a hakaret edenlerin sayısını gördükçe Rabb’in merhametinin ne de geniş olduğunu, ne engin olduğunu görüyorum, gördükçe de bir kez daha âşık oluyorum O(C.C)’na…

Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini reddederek, Allah(C.C.)’ın varlığını inkâr edenler. İşte onlar büyük cezaları hak edeceklerdir. Çünkü Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Sebe’ Suresi 5. Ayette buyuruyor ki: “Âyetlerimize karşı koymak için çalışanlara, hükmümüzden kurtulacaklarını sananlara, iğrenç ve gayet acı bir azap vardır.”

Kâfirlerin oyunlarına gelmeyen, kalpleriyle Allah(C.C.)’ın varlığını tasdik edenler için ise; “Kendilerine ilim nasib edilenler, sana indirilen kitabın, Rabbin tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğunu ve o mutlak kudret sahibi, bütün güzel övgülere lâyık olan Allah(C.C.)'ın yolunu gösterdiğini bilirler.” (Sebe’ Suresi 6. Ayet) buyrulmuştur. İşte o kişiler ki onlar Allah(C.C.)’ın dostlarıdır. Onlar için hiçbir azap, hiçbir bela yoktur. O kimseler; az yer, az içer, az uyur çokça secde ederler. Rabb’lerinin ne kadar büyük ve güçlü olduğunu tefekkür eder; her hayaline geleni yakıştıramaz hayallerinden bile daha güçlü daha kudretli olduğunu bilerek tövbe ederler. O kişiler ki onlar sıddıktır. Her zaman ve her yerde Allah(C.C.)’ın onları gördüğünü bilir ve öyle yaşarlar. Allah(C.C.)’ın gazabını da merhametini de bilirler. Merhametine sığınır, gazabından korkarlar. Bizler de ellerimizi her açtığımızda Rabb’imizden o Allah(C.C.) dostlarından olmak için dua etmeliyiz. Çünkü her şeyin nasipçisi Allah(C.C.)’tır.

Tefekkür(düşünmek) tüm sırların anahtarıdır, bilinmeyen her gerçeğin yol göstericisidir. Bolca tefekkür etmek gerekir. Rabb’imiz Mü’min Suresi 58. Ayette buyuruyor ki: “Görmeyenle gören bir olmaz. İman edip makbul ve güzel işler yapanlarla hep kötülük yapanlar da bir olmaz. Ne de az düşünüyorsunuz!” Ayet!-i kelime de buyuruyor ki: “Ne de az düşünüyorsunuz!” İşte Rabb’imiz Allah(C.C.) insanoğlunun ne kadar vefasız olduğunu, ne kadar az düşündüğünü yakınarak belirtiyor. Düşünün ki; Allah(C.C.) âlemleri yaratmış, dünyalar oluşturmuş, havayı, suyu, toprağı yaratmıştır. Hepsini rengârenk ve çeşit çeşit yaratmıştır ki farklılıklar Hakk’ın mukaddes nizamının bir göstergesidir. Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim’inde buyuruyor ki: “O'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır” (Rûm Suresi 22. Ayet)

Hala Darwin teorileri peşinde koşanlar… Sizler inanıp da İman etmeyerek kazanan değil, kaybeden oluyorsunuz. Sizlere can veren Rabb’inizin sizin inanmanıza ihtiyacı olmamasına rağmen sizler için yiyecek, giyerek ve yakacak veriyor. Oysa düşünün ki su olmasa ne kadar yaşayabilirsin. Tüm âlemin pozitif bilimler ile aydınlatılacağını düşünmeniz ne de yanlış. Gözle görülebilen hakkında fikir sahibi olabilirsin lakin hiç düşünmez misin ki gözle görünmeyen güçler de vardır. Düşün ki icatlar geliştirdiğiniz aklınızda görünmemektedir. Bu güzel, bu büyük nizamı sunan da yine Rabb’imizdir. Bedenimizdeki her hücremiz vazifesini tam olarak yerine getirmektedir. Parmağımız kesildiği zaman siz hiçbir şey yapmasak da iyileşebiliyor. Bu Hakk’ın mukaddes nizamındandır. Oysa Allah(C.C.) tek bir hücrenin yönetimini bize bıraksa; tüm besinlerinden, ihtiyaçlarına kadar bizim karşılamamızı istese ne kadar yapabilirdik?

Hakk’ın karşısında ne de aciziz oysa biz ne kadar da az düşünüyoruz!

20.10.2012
Engin DİNÇ