6 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Mev'iza-i Diniye
Ey yolcu!
Her namazı son namazın gibi kıl.
Başını secdeye koyduğunda kaldırma ümidinde olma.
Her yemeğini son yemeğin gibi ye.
Bir sonraki lokmayı yutma ümidinde olma.
Her adımını son adımın gibi at.
Bir sonraki adımını atma ümidinde olma.
Her buluşmanın ardındaki vedayı son vedan gibi yap.
Bir daha buluşma ümidinde olma.
Her konuşmanı son konuşman gibi yap.
Bir sonraki kelimeyi kurma ümidinde olma.
Ey yolcu!
Yaşadığın anın farkında ol.
Geçmiş, gelecek kaygısında olma.
Her yer de Allah(C.C.) ile beraber ol.
Allah(C.C.)'ı zikretmeyi bırakıp gafil olma.
Adımlarını sabit tut, bastığın yerin farkında ol.
Başkalarının gittiği yollara bakıp oyalanan olma.
Her an Allah(C.C.) huzurunda olduğunun farkında ol.
Onun senin gördüğünü unutup da küfre giden olma.
Kötülükten, iyiliğe yolculuk halinde ol,
Kötülük ve kibir ile ölüp azap görenlerden olma.
Halk içinde Hak ile ol,
Hak'ın varlığını unutanlardan olma.
Her an O(C.C.)'nu hatırlayanlardan ol,
O(C.C.)'nun nurundan eksik kalanlardan olma.
Niyeti Allah(C.C.) rızası olanlardan ol.
Dünya nimetlerine kapılıp helak olandan olma.
Kalbin ve bedeninle faniyetten uzak ol.
Beşeriyete kapılıp Allah(C.C.) cemalinden mahrum olandan olma.
06.08.2012
Engin DİNÇ
5 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Allah(C.C.) Rızası İçin Sevmek
Mukaddes, son ve hak din olan
İslam’ın temelinde sevgi ve hoşgörü yatmaktadır. Müslüman olan kişi, diğer
Müslüman bir kişiyi kendi kardeşi gibi sevmeli ve o şekilde yaklaşmalıdır. Çünkü
Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Suresi 10 Ayetinde: “Müminler
sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Allah(C.C.)'a karşı gelmekten sakının ki O(C.C.)'nun merhametine nail olasınız.”
Buyrulmuştur. İslam’ın temelinde barış ve kardeşlik yatmakta olup, düşmanlık ve
kin şeytanın insanları yolundan etmek için kullandığı bir oyundur. Unutmayalım
ki; korktuğumuz şeytanın bir iğneyi bile bir yerden alıp, diğer bir yere koymaya
gücü yetmezken; ona Allah(C.C.) tarafından verilmiş fitne özelliği ile halkları
birbirine düşman edebilir.
Kişi; sevgi ve hoşgörüyle dolu
olup her daim güler yüzlü olmalıdır. Kendisine karşı istenmeden veyahut kasten
yapılacak bir hakaret ve harekete karşı hoşgörülü olmalı, ona mütevazı bir
şekilde içinde kötülük olmadan, tamamen iyilikle karşılık vermelidir. Böyle
yapan bir kişi Allah(C.C.) katında da yüksek bir mertebe sahibi olur.
Müminlerin birbirini sevmesi
öylesine önem taşımaktadır ki; rahmet peygamberi H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu konu
hakkında şöyle bir Hadis-i Şerif buyurmuştur: "Canım kudret elinde olan
Allah(C.C.)'a yemin ederim ki sizler İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi
seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim,
îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9,
Edeb 11) Böylece Cennet’e girmenin yolunun İman etmekten, İman etmenin yolunun
da birbirini sevmekten geçtiğini açıkça belirtmiş ve şu Hadis-i Şerif’i de
buyurmuştur. “Bir kimse din kardeşini sevdiği zaman kendisini sevdiğini
ona bildirsin." (Ebû Davud, Edeb 112-113) Bir kişiyi sevdiğinizi ona
söyleyin. Çünkü Resulullah(S.A.V.) böyle yapardı. Birbirinizi nasıl seveceğini
de Hadis-i Şerif de “…Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey
söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” Diyerek belirtmiş ve
selamlaşmanın önemini vurgulamıştır. Selamlaşmak dinimizin en mukaddes
özelliğinden bir tanesidir. Peygamberimiz H.Z. Muhammed(S.A.V.) de selamlaşmaya
büyük önemle yaklaşmış; yolda yürürken gördüklerine selam vermiştir.
Selamlaşırken sarılmamış; karşısındakinin elini iki elinin arasına alarak selam
vermiştir. Resulullah(S.A.V.) sadece kendi yaşıtı ya da büyük olanlara değil,
çocuklara da selam vermiş ve onların başlarını okşamıştır. Selamlaşmak
hakkındaki Hadis-i Şerifler öylesine çoktur ki birkaç örnek vermek gerekirse:
“Müslüman’ın Müslüman
üzerindeki altı haktan biri de selam vermektir” (Müslim)
“Bir yere girerken
oradakilere selam vermek borç olduğu gibi, çıkarken de selam vermek borçtur.”
(Beyheki)
“Bir yere, bir meclise
giren oradakilere selam versin. Oradan kalkıp giderken yine selam versin.”
(Tirmizi)
“İnsanların en âcizi dua
etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir.” (Taberani)
Gördüğümüz gibi H.Z.
Muhammed(S.A.V.) selam vermeye çok büyük önem vermiş, selamlaşmayanı cimri
olarak görmüştür.
Nitekim şöyle denilmiştir:
“Allah rızası için bir mümin diğer bir mümini sevdiği zaman, Allah-u Teâlâ(C.C.)
kıyamet gününde o kimselere öyle kürsüler hazırlayacaktır ki, bütün insanların
hesapları bitinceye kadar o kürsülerde oturacaklardır.”
Hz. Ömer(R.A)’den rivayet edilen
bir Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber(S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.)’ın
bazı kulları vardır ki; onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler
ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler. Ashab-ı
Kiram: 'Onlar kimlerdir?' diye sordular. H.Z. Peygamber(S.A.V.) şöyle devam
etti: 'Onlar (aralarında) nesep ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı
halde birbirlerini Allah(C.C.) için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur
üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların
hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar.' ” (Ebu Davud)
Cennet’e girmenin İman etmekten,
İman etmenin sevmekten, sevmenin de selamlaşmaktan geçtiğini belirten
Peygamberimizin yolunda giden ümmeti olarak selamlaşmalı ve selamlaşmayı da
yaymalıyız.
Selamun Aleyküm kardeşlerim…
Engin DİNÇ
05.08.2012
Engin DİNÇ - Bir Çocuğun Hikâyesi
Bir
ufaklık varmış; 4-5 Yaşlarında bir erkek çocuğu. Ailesi çok fakir, öylesine
fakir ki her gece aç yatarmış, yatarmış da uyumak ne kelime... Küçük bir
gecekondu da otururmuş şerefsiz babası ve gariban anasıyla. Evin küçücük
bahçesinde patates yetiştirir onunla doyururmuş karnını. Bıldırcın yumurtalarını
çalar kızartırmış. Kimi zaman bahçedeki erik ağacının üstüne çıkar kırmızı
kırmızı erikleri toplar ama tadına bakamazmış bile. Bir iki kilo çıkarsa
satarmış ekmek parası...
Bir
arkadaşı olmamış hiç, bir kardeşi de yokmuş. Tek başına yaşamak, tek başına
savaşmak onun ki... Bir gün annesiyle doktora gitmiş. Doktor amcadan ilk o gün
duymuş kanser hastalığını. İlk o gün öğrenmiş ölüm kelimesini, ilk o gün içine
inanılmaz acılar girmiş. Evet, annesi kanser hastasıymış. Eve geldiğinde
şerefsiz babasından "ölürse ölsün" lafını duymuş. İlk o gün öğrenmiş
kini, nefreti. O gün anlamış savaş ne demektir...
Allah(C.C.) ne kadar yücedir ki kanseri yenmiş annesi. Yıllar geçiyor sessizce yalnız, küçük, fakir yüreği hafif hafif büyümekte. Ama o büyüdükçe azalmamış dertleri tersine çoğalmış. Dokuz yaşına geldiğinde tarifi zor bir hastalığa yakalanmış. O diri diri çürüyormuş, iç organları anlaşılamayan bir nedenden yok oluyor... Doktor amcaları annesine söylerken duymuş "pek umut bağlamayın, kızıp azarlamayın, kendi halinde yaşadığı kadar..." ilk o gün gülümsemiş ölüme. Yıllarca küçücük savaşçı yüreği hiç bir şeye yenilmemiş de bu hastalığa mı yenilecekti? Doktorlar perhiz uyguladılar bizim ufaklığa, sadece haşlanmış patates, kepekli ekmek ve su. Başka hiç bir şey yiyemez! Her gün annesinin ağlayışlarını görmek çıldırtmak üzeredir artık onu ve bir gün annesine gider şöyle der "anne ben öleceğim değil mi? Aç kalıyorum bu perhizle, kurtulmak istiyorum beni öldürür müsün?" annesi hıçkırıkla sarılır "suuusss!" diyebilir sadece. Ufaklık bu sefer "Anne o zaman bana her gün ufak bir kola alır mısın? Aç ölmek istemiyorum" annesi sımsıkı sarılır son defa sarılırcasına ve gidip bir kola getirir. Kola onun içmemesi gereken en önemli içecektir. Hastalığı nedeniyle bir damlası bile paramparça edebilecek haldedir. Annesine "seni seviyorum" der! Annesi ağlamaktadır ve lıkırdata lıkırdata içmeye başlar kolayı. Hiç bir şey olmamıştır daha, "acıktım" der yemek ister. Tıka basa yer "Ölmek mi hayır ulan hayır" diye haykırır.
Doktora aylar sonra gittiğinde doktor şaşkındır. Bakakalır yüzüne, bizim ufaklık
anlatır doktora yaptıklarını "ölmeyeceğim dedim ve yedim" der. Aldığı
cevapsa "sen en büyük ilacı kullanmışsın AKIL"...
Aklıyla, beyin gücüyle ve iradesiyle ölümden kurtulur ufaklığımız. Zorlu
hayatında aştığı engeller saymakla bitmez. Her şeyin üzerinden yıllar geçmiştir.
Bu gün o şerefsiz babasından ayrılmış annesiyle tek başına yaşmaktadır. Bir
annesi, bir kedisi, bir de bilgisayarı... Kocaman binlerce insanın arasındadır
ama ıssız adada büyümüşçesine...
Sordum o çocuğa "neler gördün bu güne kadar?" Cevabı; Açlığı gördüm
ufacıktım, Kavga ve şerefsizliği gördüm ufacıktım, Yaşarken ölümü gördüm
ufacıktım, annemin gözyaşlarını gördüm ufacıktım. Aç insanlar gördüm, çöpten
ekmek yiyenleri gördüm, pazarlardan sebze-meyve toplayıp yiyenleri gördüm, aç
uyuyan insanlar gördüm. Göre göre büyüdüğüm kötülüğün içinde, damarlarıma,
iliklerime kadar işledi, hissettim acıyı, ızdırabı. Belki de bu yüzden
Kraljag’im bu gün… Bir Kral kadar korkusuz... Bir Jaguar kadar yırtıcı, güçlü ve
saldırgan…
Fakirleri gördüm, bir de zenginleri; parasını nasıl harcayacağını bilemeyen, her
yemeği beğenmeyen, Allah(C.C.) nedir bilmeyen, şevk ve eğlence düşkünü, kariyer
sahibi zenginleri gördüm, Kravatlı züppeler gördüm, kravatlı züppeler…
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Memlekete Son Söz
Evet, memleketime bunlar benim
son sözlerim. Gittiğim yok bir yere yine buradayım lakin belki de sonu
gelmeliydi bu sözlerin. Yıllarca ülkemizin geleceğinin hep iyi olmasını
istedik. Yanlış siyaset adamları ile yönetilip çocukluk yıllarımızı bir hiç
içerisinde açlık ve sefalet ile geçirdik. Belki de bu ülke için konuşma
hakkının en büyüğü bizde. Çok konuştum, hep anlatmaya ve dinletmeye
çalıştıklarım oldu. Kimisine göre ortalığı karıştıran birisi, kimine göre son
derece vatansever el üstünde tutulası oldum.
TEK BAŞINIZA YÜRÜYEMEDİĞİNİZ YOLDA KALABALIK HİÇ YÜRÜYEMEZSİNİZ
Artık susuyorum. Konuşup da
kimseye anlatamadığım derdimi söylemiyorum, susuyorum. Bundan sonra inandığım
gerçekler uğruna konuşmaktan ziyade çalışmayı, savaşmayı tercih ediyorum. Ben
bu yol da yürürken yalnızlığı tercih ediyorum ve tavsiye ediyorum ki herkes
böyle yapsın. Ülkenizi seviyorsanız önce kendinizi sevmelisiniz. Çünkü bu
ülkeyi var den de sizsiniz. Kendinize güveniniz yoksa eğer ezilmeye, yok
olmaya, sömürülmeye mahkûm olursunuz. Kendine güveni olmayan bir millete sahip
olan ülke de aynı şekilde birileri, tarafından sömürülmeye mahkûmdur.
BİR İNSANI İNSAN YAPAN KARAKTER, BİR MİLLETİ MİLLET YAPAN KÜLTÜRDÜR
Ülkeniz için savaşırken hiç bir
zaman inandığınız gerçeklerden vazgeçmeyin. Çünkü vazgeçer, değiştirir ve
değişirseniz siz tamamen bir kayıpsınızdır. İçinizdeki vatan sevdasını ortaya
çıkartmaktan hiç bir zaman çekinmemelisiniz. Çünkü bu ülke için savaşıp
hayatlarını verip kanlarını ülke topraklarına akıtanlar savaş meydanlarında nasıl
sevdiğini kocaman yürekleriyle göstermişlerdir. Eğer ki siz de bu insanların
torunlarıysanız göstermekten hiç bir zaman çekinmeyin. Türk ırkının bilinen ilk
devleti Büyük Hun İmparatorluğudur. Bu imparatorluktan sonra birçok devlet
kurmuş olan Türk halkı Anadolu topraklarında bin yıllık bir hâkimiyet kalesi
kurmuştur.
Avrupa Hun Devleti, Selçuklu ve
Osmanlı Devleti dünyanın en büyük devletleri olmuş, üç kıtaya nam salmışlardır.
Eğer varlığınızı kaybetmek istemiyorsanız ırkınızı da kaybetmemelisiniz. Tüm Türk
kültürlerini unutmamalı, unuttuklarınızı hatırlamalı, hayatınızın her anında
yaşamalısınız. Millet olmanın başlıca temeli kültür olduğunu unutmamalısınız.
DİN YÜREKTE, DEVLET AKILDA VAR OLDUKÇA BÜYÜR
Din insanların ruhunu rahatlatan
inançlar bütünüdür. Dünya üzerinde yüzlerce ırk, onlarca din bulunmakta. Her
milletin diline, dinine, kültürüne saygılı olmalı, kendi dilinize, dininize ve
kültürünüze de sonsuz sahip çıkmalısınız. Sizin büyük bir toplum olmanızı
engellemek isteyenler sizi yok etmek için artık silah değil akıl
kullanmaktadırlar. Psikolojinizi etkileyecek en stratejik konuları bulup
kullanmaktan hiç çekinmezler. Bir insanın her şeyini unutturabilir,
değiştirebilirsiniz ama dinini değiştirmeniz ne kadar kolaydır? Evet, zor bir
soru olmadı cevabı çok açık ve net "çok zor" olur. Bu sebepten sizi
bu topraklardan çıkartmak isteyenler sizi ülkenin varlık ve bütünlüğüne karşı
kışkırtmak için gerektiğinde bir imam kılığında çıkmaktan hiç utanmaz ve
sıkılmazlar. En büyük örneğini Osmanlı Devleti’nde yaşamış bulunmaktayız.
Şeyhülislam kılığında ortaya çıkarak sahte, yalan dolan dolu, varlık ve
bütünlüğü kırıcı fetvalar çıkartan kişiler aslında Yahudi’ydiler, Masondular.
Bu gün de, yarın da bu kişiler var olacaklardır. Kimi zaman bir siyasetçi gibi,
kimi zaman din adamı gibi, kimi zaman yazar, kimi zaman gazeteci, kimi zaman da
bir arkadaşınız bile olabilirler. Onların varlık ve bütünlüğü bozucu
düşüncelerini hiç bir zaman kaile almamalısınız. Sonsuz sabır içerisinde onlar
hiç yaşamıyormuş gibi davranmalı, umursamamalısınız. İşte bu sayede dünyanın en
büyük güçleri; dünyayı yönetmek arzusunda olan Masonlar, Rotchildler, "Yeni Dünya Düzeni" kurmak
isteyenler ve niceleri sizin kılınıza zarar veremeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin varlığından rahatsız olan birçok Avrupa ülkesi olmasının yanı sıra
ülke içerisinde de rahatsız olanlar vardır. Sadece bağımsızlık arzusunda olan
azınlıklar değil, irticacılar ve rejim karşıtları da olacaktır. Tüm bunlara
karşı dimdik ayakta durmanız sizin tam bir vatansever olmanız demektir.
Ülkenizin varlığını kırmak isteyenler yeri geldiğinde topraklara, yeri
geldiğinde atanıza, yeri geldiğinde dininize, yeri geldiğinde örf ve
adetlerinize laf edeceklerdir. Hiç bir şekilde bu insanların oyunlarına
gelmemeli, onların inadına göğsünüzü gere gere kültürünüzü yaşamlısınız.
Psikolojik harp denen bir konudan bahsetmek isterim. Bu konu: gururla
başarılarını izlediğimiz bordo berelilerin, devletimizin onur kaynağı Milli
İstihbarat Teşkilatı’nın da uzmanlarının eğitim aldığı son derece önemli bir
konudur. Her Türk’ün bu konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir.
Psikolojik savaşın anlamını bilenler kendilerini bu savaşta rahatça
koruyabilirler. Psikolojik savaş: Bireyin zihninde doğru bildiği şeyleri kırmak
amacıyla yapılan saldırıdır. Hiç bir silah kullanılmadan, kan dökülmeden
yapılan bu savaş en çok canı alan, büyük yıkım ve yok olmalara götüren bir
savaştır. Dünyada onlarca örneği bulunan bu savaşta kandırmanın sonu mutlak
galibiyettir. Doğru bildiklerinizi unutturmak isteyenler sizin psikolojinizi
etkilemek için sizin en can alıcı noktalarınızı seçerler. Dininizi kullanırlar,
değerlerinizi kullanırlar, kültürünüzü, gelenek ve göreneklerinizi hiç
çekinmeden kullanırlar. Yıllardır kahraman bildiğiniz dedelerinizi barbar diye,
zekâsıyla dünyaya korku saçan atanıza dinsiz diye, Müslümanlık diye bir din yok
o Muhammed’in uydurması diye ithamları kullanmaktan hiç çekinmez ve sizi
inandırdıkları anda da yok ederler.
VAR OL, BÜTÜN OL, BÜTÜN OLDUKÇA VATAN OL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde
birçok ırktan insanı yaşatmaktadır. Hangi ırktan, hangi mezhepten, hangi siyasi
görüşten olursa olsun sizi var edecek olan en önemli şeyiniz; Bayrak, Vatan
sınırları, İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe, milli birlik ve beraberlik duygusu
ve ezanınızdır. Psikolojik savaşla bu ülke de sağcı-solcu, alevi-Sünni,
Türk-Kürt, Laikçi-Şeriatçı ayrımları yapılmaya çalışıldı. Bu ayrımlardan
yararlanmak için gerektiğinde terör örgütleri kuruldu, gerektiğinde katliamlar
yapıldı. Bunlar ile beceremediler film yaptılar, dizi çektiler, internet
siteleri kurdular. Dün yapılanlar bundan sonra da yapılmaya devam edecektir.
Ülkesini gerçekten seven birey bu söylemlerden uzak duran, bu ayrımları asla
yapmayan, hiç bir zaman hayatının bir yerinde kullanmayan kişilerdir.
Peki, şimdi soruyorum ülkeni
seviyor musun? Cevabın evet ise; bütünlükten vazgeçme. Biz de seni seviyoruz
kardeşim. Kürt kardeşim, Laz kardeşim, Alevi kardeşim, Sünni kardeşim...
Cevabın hayır ise; nedenini bul. Türkiye’yi sevmiyorsan, atanı, vatanını, ırkını
sevmiyorsan bu ülkenin ekmeğini yeme, suyunu içme, çocuğunu bu vatanın
okullarında okutma biz sana yakışmayız, sende bize...
Engin DİNÇ
3 Ağustos 2012 Cuma
Engin DİNÇ - İnsan Vav Şeklinde Doğar
Elbet görmüşsünüzdür ana rahmindeki
bir bebeğin fotoğrafını, Vav gibidir. İnsanı Allah(C.C.) Vav gibi yaratmıştır.
Oysa bizim nefsimiz üzerimizde o kadar etkilidir ki; doğup şöyle bir yürümeye
kalktığımızda tek derdimiz Elif olmak olur… Elif olma isteğimiz de hep
kendimizi kandırmaktan ibaret: “Elif gibi
düz, Elif gibi düzgün olmak istiyorum” diyoruz.
Oysa Elif düz ve diktir. Sadece
doğruluk ve dürüstlük simgesi midir? Hayır! Elif diktir; dik başlıdır, başı
yukarıdadır. Oysa mümine soluk baş gerekir. Solmuş bir gül gibi başı önde olmak
gerekir, yani Vav olmak gerekir. Allah(C.C.)’ın yarattığı gibi kalmak gerekir.
Biraz büyüyüp kendine güvenecek
kadar güçlendik mi; ana-babamıza dahi dik başlı, isyankâr oluyoruz. Başımıza
iki istemedik olay gelse bizi yaratarak bizi vücuda büründüren Rab’imizi bile
unutarak ona isyan ediyoruz. Birisi gelip bizim fikrimize karşı çıksa kötü
konuşmaktan, kalbini kırmaktan çekinmiyoruz. Oysa Allah(C.C.) "Hiç bir yerde bulunmam en çok müminin
gönlünde bulunurum.” Diyor. Biz ise bir kalbi içinde Allah(C.C.)’ın var
olup olmayacağını düşünmeden kırabiliyoruz. Ya o kırdığımız kalpte Allah(C.C.)
varsa?
Evet, Vav gibi olmalıdır insan.
Tıp ki Rab’inin onu yarattığı gibi kalmalıdır. Nefsin kölesi olmaktan
kurtulmalıdır. Elif gibi olacağım demekten vazgeçmelidir. Mümin olan başını her
şeye eğendir. Bir karıncanın gönlünün kırılmasından korkmalıdır. Oysa biz
arabamızla yolda bir kedi, köpek ezdiğimizde sanki canını biz vermişcesine
umursamadan basıp gidiyoruz, içimizde bir damla sızı bile olmuyor. Çünkü biz
Allah(C.C.)’ın yarattığı en üstün varlığız ya… Hayır! Biz en aciz varlık
olmalıyız. Bir eşekten daha aşağıda, bir karıncadan daha küçük olduğumuzu
hissederek yaşamalıyız.
Allah(C.C.)’ın dostluğuna talip
olanlar O(C.C)’nun yarattığı her şeye saygı ve sevgi gösterip, her şeye karşı
hoşgörülü olmalıdır. Bir gün İmam-ı Şüreyk(K.S.) sofranın üzerinde bir karınca
görür. Onu eline alıp yere bırakır ve takip etmeye başlar. Karınca yavaş yavaş
yuvasına doğru gider. Tam üç kilometre yol gittikten sonra yuvasına girer.
İmam-ı Şüreyk(K.S.) her gün üç kilometre yol yürüyerek o karıncanın yuvasının
etrafına un bırakır. Görün ki karınca gönlü bu kadar mukaddes ise
Allah(C.C.)’ın kullarının gönlü ne kadar mukaddestir.
Mümin olana Vav olmak yaraşır, Elif
olmak değil… Elif gibi doğruluk yaraşır ama Elif gibi dik başlı olmak yaraşmaz.
Mümin olan kul başı eğik olandır. Kendisine yapılacak her türlü hakarete karşı
tebessümle yaklaşacak kalbe sahip olandır. Güleç güzlü ve sevecen olandır.
Âlemdeki her şeyi kendisinden üstün bilendir. Mümin, Hoşgörülü ve tevazu da su
gibi olmalıdır. Açıkça Vav olmalıdır…
03.08.2012
Engin DİNÇ
2 Ağustos 2012 Perşembe
Engin DİNÇ - Yusuf ile Züleyha
H.Z. Yusuf(A.S.)’un babası H.Z.
Yakub(A.S.)’dur. Onun babası H.Z. İshak(A.S.) ve onun babası da
H.Z.İbrahim(A.S.)’dir.
H.Z. İbrahim(A.S.) soyundan gelen
H.Z. Yusuf(A.S.) babası H.Z. Yakub(A.S.)’un en sevdiği oğlu idi. Bu durumu
kendilerine yediremeyen kardeşleri onu bir kuyuya attılar ve babaları olan H.Z.
Yakub(A.S.)’a da “Yusuf’u kurt yedi.”
Dediler…
Oysa bir yalan ile çekememezlikten
katletmeye çalıştıkları kardeşleri H.Z. Yusuf(A.S.), Allah(C.C.)’ın seçtiği bir
kuldur. Daha 12 yaşında iken rüyasında on bir yıldızın, güneşin ve ayın
kendisine secde ettiğini görmüştür.
Kuyuya atılarak katledilmek
istenen H.Z. Yusuf(A.S.)’u yoldan geçen bir kervan görmüş ve çıkarmış daha
sonra da Mısır’a, köle pazarına götürüp onu satmışlardır. Onu devrin Mısır Maliye Bakanı olan Kıtfir
satın almıştır. O öylesine güzel bir erkektir ki bir bakan kadın bir daha dönüp
bakardı. Onun en meşhur yanı da güzelliği ve rüya tabirleridir. Onun bu
güzelliğine Kıtfir’in eşi olan Züleyha’da tutulmuştur.
Züleyha’nın H.Z. Yusuf(A.S.)’a
karşı hissettiği aşk öylesine büyük ve tarifsizdir ki. Evli bir kadın olmasına
rağmen hiç kimseden utanmaz ve çekinmez H.Z. Yusuf(A.S.)’a olan aşkını
söylemekten… Öylesine gözünü bürümüştür ki H.Z. Yusuf(A.S.)’un aşkı; sahip
olduğu 70 deve yükü mücevher ve gerdanlığı; H.Z. Yusuf(A.S.)’tan bir haber
getirene verebilir. Bu sevdaya
karşılıksız değildir H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalıdır fakat Züleyha’nın evli
olmasından dolayı ona karşılık vermez ve aşkını kalbine gömer. O gömdükçe
Züleyha herkese haykırmaktadır aşkını… Öyle ki Züleyha’nın bu durumu artık
Mısır’da insanların diline düşmüştür. Bunun üzerine Züleyha Mısırlı kadınları bir
yemeğe davet eder. Meyve ikramı yaptığı sırada H.Z. Yusuf(A.S.)’u yanına
çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un güzelliğini gören kadınlar heyecandan ellerindeki
meyve bıçaklarıyla parmaklarını keserler. İşte bunun üzerine Züleyha “Bu benim âşık olduğumdur.” Der. Oradaki
kadınlarda bu durum karşısında Züleyha’ya haklılığını söylemişlerdir.
Fakat kadının âşık olanından
fenası yoktur, bu gerçek o zamanlarda aynıymış ki Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’a
bir iftira atmıştır. Bir gün Züleyha H.Z. Yusuf(A.S.)’u sudan bir sebeple
odasına çağırır. H.Z. Yusuf(A.S.) Züleyha’nın şehvetle ona yaklaştığını görünce
“Rab’im bana istememeyi, istemeyi nasip
et.” Diye dua eder ve arkasını dönüp gitmek istersen Züleyha arkasından
gelir ve gömleğinden çeker. Gömleği sırtından yırtılır. Bunu yanında birkaç
adamıyla beraber gören Kıtfir çok sinirlenir. Öfkesiyle davranacakken; bir
evliya zat’ın adil bir teklifini kabul eder. O zat demiştir ki: “Eğer gömlek önden yırtılmışsa H.Z.
Yusuf(A.S.) suçludur; yok eğer arkadan yırtılmışsa H.Z. Yusuf(A.S.) suçsuzdur.”
Bakarlar ki gömlek arkadan yırtılmıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’un suçsuz olduğu
ve bunu yapan Züleyha olduğunu anlar. Fakat itibarını kaybetmekten korktuğu
için H.Z. Yusuf(A.S.)’u zindana attırır.
Zindan da tam 7 yıl kalmak
zorunda kalır H.Z. Yusuf(A.S.)… Bir gün dönemin Mısır Firavun’u Reyyan İbn
Velid gördüğü bir rüyayı ülkenin en iyi tabircisi olan H.Z. Yusuf(A.S.)’a
anlatması üzerine, bu rüyanın tabirini yapmasıyla zindandan çıkarılmıştır. Rüya
da; Yedi semiz ineğin, yedi zayıf ineği yediğini ve bir tek gövde de yedi güzel
olgun başağı, yedi kuru başağın yediğini görmüştür. H.Z. Yusuf(A.S.) da bu
rüyanın tabirini: 7 yıl bolluk olacak, ondan sonra da 7 yıl kıtlık olacak ve
sonra 15 yıl bolluk içinde olunacak olarak yorumlamıştır. H.Z. Yusuf(A.S.)’ın
dedikleriyle birebir çıkmıştır. Bunun üzerine Firavun H.Z. Yusuf(A.S.)’u
zindandan çıkararak hayatını kaybeden Kıtfir’in yerine getirmiş ve Mısır’a
Maliye Bakanı yapmıştır ve bu arada H.Z. Yusuf(A.S.) da sevdalısı Züleyha ile
evlenmiştir. En büyük sevdaya sahip olan Züleyha da yıllar sonra H.Z.
Yusuf(A.S.)’a kavuşmuştur…
H.Z. Yusuf(A.S.) tam 110 yıl
yaşamış ve ölümünden sonra H.Z. İbrahim(A.S.)’inde mezarının bulunduğu
Halilürrahman’a defnedilmiştir. H.Z. Yusuf(A.S.)’un naşını bir mermer tabut içerisinde
H.Z. Musa(A.S.) oraya götürmüştür.
02.08.2012
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Kelimat-ı Kudsiye
Ey yolcu! Yola çıkıyorsun.
Allah(C.C.) yolunu açık ede, kalbini mutmain tuta. Bil ki yol, azıksız olmaz,
usulsüz olmaz, erkânsız olmaz. Ey yolcu! Allah(C.C.) dostlarının yaktığı
kandiller aydınlatsın yolunu... Ayaklarını sağlam bas ki, nefesini sağlam kılasın.
İşte sana yolun büyüklerinden; Abdülhalık-i
Gücdevani(K.S.) ve Şah-ı Nakşibend(K.S.) hazretlerinin yola diktiği on
bir kandil, on bir kutsal kelime…
1- Vukuf-u Zamani: Ey yolcu! Yaşadığın anın farkında ol. Çünkü
farkında olursan, yolda aklını şeytan çelemez. Yaptığın işin, attığın adımın
muhasebesini yap ki nefsinin esiri olma.
Denen odur ki: Kişi geçmiş veya
gelecek kaygısından uzak olmalıdır. Çünkü geçmiş zaten geçmiştir ve geçmişte ne
yaşanmışsa Allah(C.C.) öyle nasip etmiştir. Gelecek ise yine sadece
Allah(C.C.)’ın bilgisindedir, O(C.C.) ne nasip edecekse o yaşanacaktır. O zaman
biz yaşadığımız her anı dolu dolu, ibadet dolu yaşayalım ve şükür içinde
olalım.
2- Vukuf-u Adedi: Ey yolcu!
Zikirde sayıya riayet et. Çünkü bu yolun yolcusu Allah(C.C.)’ı üç gün anmasa
kalbi hastalanır, derdi dermansızlaşır. Allah(C.C.)’ı anmaya gafletsiz ve ara
vermeden devam edersen kalbin mutmain olan kalplerden olur.
Denen odur ki: Maksat elimize
tespih alıp saymak değil çünkü âlemleri yaratarak bizlere sayısını bilmediğimiz
nimeti sunan Rab’imizin adını anarken saymak, ibadet de pazarlık yapmaya
çalışmak, ne adi bir haldir. Oysa saymak devamlılık getirmektir. Saymak zikirde
devamlı olmak, ara vermeden devam etmektir.
3- Vukuf-i Kalbi: Ey yolcu!
Kalbinin hallerini bil. Bil ki; kalp ikidir. Biri kalb-i Hayvani, biri Kalb-i
İnsanidir. Biri bir et parçası, diğeri iki dünya mutluluğunun anahtarıdır.
Denen odur ki: Kalpte iki özellik
vardır. Bu her özelliğe bir isim verilmiştir. İlk kalp olan Kalb-i Hayvani et
parçasından ibaret olan kalptir. Kan pompalamaya yarayan organdır. İkinci kalp
olan kalb-i İnsani ise bize asıl lazım olan kalptir. O kalpte sevmek, mutlu
olmak, itaat etmek gibi duygular vardır. Kalp neye meylederse ona gider. Eğer
kalp kadın, para, şöhrete meylederse onlara, Allah(C.C.)’a ve O(C.C.)’nun rızasına
meylederse ona gider. Allah(C.C.) herkese istediğini bahşeder.
4- Nazar Ber Kadem: Ey yolcu!
Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun, öteki geride kalsın.
Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar gitsin dilediği yere,
sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf ile güzaf.
Denen odur ki: Kişi kendi imanını
kurtarmadan kahramanlık peşinde koşmamalıdır. Başkalarını yola çekiştirirken,
dinsizleri ve kâfirleri imana getirirken kendi hikmetini kaybetmemelidir. Senin
yolundayken çıkanlarda olabilir, senin yoluna girenlerde... Doğru bilen de
olabilir, yanlış bilen de... Doğruyu söyle ama illa da zorla öğretmeye
çabalama. Bırak gitsin kendi yolunu bulsun. Çünkü Allah(C.C.) her insana
düşünsün diye vermiştir aklı…
5- Hüş Der Dem: Ey yolcu! Her an Allah(C.C.)’ın huzurunda
olduğunu bil. Kalbin yeni doğmuş bir bebek gibidir. Ona ne öğretirsen onu öğrenir.
Allah(C.C.)’ı, zikri öğret kalbine ki hep onunla olasın. Yolda hep O(C.C.)’nu an
ki yolun sonunda selamete O(C.C.) eriştirsin seni.
Denen odur ki: Allah(C.C.) her
zaman ve her yerdedir. Her an onun huzurunda olduğunu bil. Diline, eline,
kıyafetine dikkat et. O(C.C.)’nun karşısına çıkıyor olduğunu unutma. Pişmanlık
hissedeceğin, O(C.C.)’nun huzurunda başını eğdirecek şeyler yapma. Yaptıkların
için tövbe et. Çünkü O(C.C.) tövbekâr kullarını çok sever. Kalp ne öğretilirse
onu bilir. Ona Allah(C.C.)’ı öğret, öğret ki O(C.C.)’ndan başkasını bilmesin.
6- Sefer Der Vatan: Ey yolcu!
Kötülükten iyiliğe doğru yolculuk halinde ol. Tövbeyi dilinden kalbine indir
ki, kötülük seni gördüğünde yönünü değiştirsin. İyilik uzaktaysa da gelsin,
bulsun seni.
Denen odur ki: İyiliği kendine
kıble edin. Yüzünü hep iyiliğe dön. Sana kötülük edene bile iyilik et ki
Allah(C.C.) sana güzel hikmetler versin. Kalbinden her an tövbe et, yaptığın ve
yapacağın tüm hatalardan dolayı af dile.
7- Halvet Der Encümen: Ey
yolcu! Halk içinde hak ile ol. Çarşıda-Pazar da, evde-sokak da, her dem, her
an, kalbin Allah(C.C.)’ı zikirle meşgul olsun.
Denen odur ki: Allah(C.C.) her yerdedir.
Her zaman O(C.C.)’nunla beraber ol. O(C.C.)’nun varlığını aklından hiç çıkarma.
Alışveriş yaparken, yemek yerken, yolda yürürken, sohbet ederken hep aklında
O(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun.
8- Yâd-ı Kerd: Ey yolcu! Her
an Allah(C.C.)’ı hatırla. Çünkü Allah(C.C.)’ı anmazsan O(C.C.)’nun nuru değil,
şeytanın isi, kurumu gelir.
Denen odur ki: Her zaman aklında,
kalbinde Allah(.C.C) olsun. O(C.C.)nu her daim hatırla. Çünkü şeytan bir anlık
O(C.C.)’nu aklından veya kalbinden çıkarmanı beklemektedir. Çıkardığın anda
fitnelerini kalbine yerleştirir. O zaman da ALLAH(C.C.)’ın nurundan mahrum
olursun. O(C.C.)’nun nur verdiklerini görmez misin? Elleri, yüzleri
bembeyazdır. Çünkü onların kalbinde sadece Allah(C.C.) vardır.
9- Baz-ı Keşt: Ey yolcu! Maksadın
Allah(C.C.) ve O(C.C.)’nun rızası olsun. Çünkü niyetin hayr olursa, akıbetinde
hayr olur. Ve dersen ki “Yarabbi isteğim sensin ve maksadım da senin rızandır.”
Dilinin bağı çözülür, kalbinin kiri dökülür.
Denen odur ki: Her işin başında
önce Allah(C.C.)’ın rızasını iste. O(C.C.)’na kavuşmayı ve onun rızasını almış
olarak ebedi hayata göçmeyi dile. Çünkü Allah(C.C.)’ın rızası O(C.C.)’nun
Cennet’inden bile güzeldir.
10- Nigah-ı Daşt: Ey yolcu!
Kalbini masivadan koru. Eğer kalbini yabancı şeylerin istilasına açık tutarsan
yürüdüğün yolun bir manası kalmaz.
Denen odur ki: Eğer
Allah(C.C.)’ın dostluğunu ve rızasını istiyorsan kalbini dünyevi nimetlerden
uzak tut. Gözün ve gönlünde Rab’in ve O(C.C.)’nun rızası olsun.
11- Yad-ı Daşt: Ey yolcu! Her
an Allah(C.C.)’ın seni gördüğünü bil. Çünkü ancak böyle olursa yoldan geri dönülmez.
Çünkü “Geri dönenler yalnızca yoldayken dönenlerdir, kavuşanlar geri dönmez.“ Denilmiştir.
Ve denilmiştir ki “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”
Denen odur ki: Allah(C.C.)’ın
seni her zaman ve her yerde gördüğünü bil. Senin yaptığın iyi ya da kötü
amellerden haberdar olduğunu bil. O(C.C.)’nun dostluğunu kazanmak için düştüğün
bu yolda önüne çıkacak engellerden korkma. Yoluna dosdoğru devam et. O(C.C.)’na
kavuşamayanlar sadece yoldan geri dönenler, vazgeçenlerdir. Unutma ki herkes
ölümü tadacaktır. Lakin ölen tendir, ruhun ebedi âleme göçecektir. Eğer yoluna
daim olmuşsan ve dönmemişsen ebedi âlemde Allah(C.C.) seni dostları zümresine
katmaya naildir.
02.08.2012
Engin DİNÇ
1 Ağustos 2012 Çarşamba
Engin DİNÇ - Fakirliğin Simgesidir Türban
Aslında örtünmenin simgesidir
türban… Kimilerine göre bir bez parçasından ibaret kimilerine göre son derece
değerli bir simge; ya da gerçekleri söylemekten çekinenlerin moda dediği şeydir
türban…
İslam’da kadınlar için örtünme
emri geldiğinden bu yana git gide zayıflayan ve modasallaşan bir yapıyla
değişime uğrayan türbana bir de farklı bir gözden, farklı bir açından bakalım:
Türk filmleri…
Evet, türbana Türk filmlerinden
bakalım. O yıllardır ülkemiz üzerinde emelleri olanların bizim zihniyetimize
nakış nakış işlemeye çalıştıkları politikalarında kullandıkları bir simge
olarak bakalım türbana…
Türk filmlerinde dikkatinizi
çeken bir şey oldu mu hiç? Zengin bir ailenin kadınları açık, makyajlı,
süslü-püslüdür. Fakat bir de fakir kadın tiplemesi yapılacaksa hemen başına bir
türban üzerine bir basma etek geçirilir. Filmde bir aile zenginken kadınları
açık-saçıktır fakat şirketi iflas edip battığında hemen salaş bir mahallede bir
gecekondu evine yerleşirler, kadınlarının başına bir türban bağlanır. Sadece
fakir olan mıdır türbanı giyen? Ya da türban fakirlik simgesiymiş gibi bizlere
gösterilip sanki türban giyen fakir, aciz, zavallı gibi mi gösterilmiştir?
Evet, maalesef yıllardır bizim
ülkemizde Kur’an-ı Kerim okumanın suç sayıldığı, okuyanın cezaevlerinde işkence
gördüğü dönemlerde türbanda kadının bir örtünme değeri olmasından çıkarılmak
için medya kullanılmış; türban giyen bir zavallı, bir aciz gibi gösterilmiştir.
Türban giymek güçsüzlük gösterisi olmuştur. Bu fikirlerin sahipleri bugün
Florida’da, Hawaii’de yalılarında yaşıyor, bu fikirleri bizim ülkemizde
uygulayan patronlarımız da yavaş yavaş cezaevi yüzü görmeye başladılar.
Elindeki mermi atan demire güvenerek silahla baskı kurduktan sonra psikolojik
olarak yıpratmak için de filmlerde bu sahneleri kullananlar yavaş yavaş hak
ettiklerini buluyorlar. Ve! Dikkatinizi çekiyor mu onların yasakladıkları,
yaktıkları Kur’an-ı Kerim bugün dev salonlarda okunuyor. En yüksek tepelerden
haykırılıyor. Çünkü Kelam-ı Kadim olan
Kur’an-I Kerim’in Saff Suresi 8. Ayette şöyle buyurur: “Onlar Allah'ın nûrunu
ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de,
Allah nûrunu tamamlayacak.” Onlar ne yapmak isterlerse istesinler
Allah(C.C.) varlığını ispatlıyor…
Türban bir fakirlik simgesidir:
kibirde fakir, hoşgörüde zengin olanların simgesidir. İsyan da fakir, tefviz de
zengin olanların simgesidir. Türk filmlerindeki zenginlikten fakirliğe düşmüş
kadınların değil…
Engin DİNÇ
01.08.2012
Engin DİNÇ - Psikolojik Savaş İstihbaratı
Psikolojik savaş, her Türk vatandaşının son derece özen göstermesi ve bilmesi gereken, adı soyadı gibi ezberinde tutup bir an aklından çıkartmaması gereken ve savaşa savunma geliştirmesi gereken bir konudur. Her kim “ülkemi seviyorum” diyorsa ona sorun “Psikolojik savaş ne demektir?” Eğer bir fikri yoksa vatan sevdasından şüphe edilebilir.
Psikolojik savaş, kısa ve öz tanımıyla düşmanı silahsız öldürmektir.
Psikolojik savaş, bir kitleyi veya milleti öz kültür ve ananesinden uzak tutup iç mihraklar oluşturarak gönül bağıyla bağlı olduğu vatan, namus, bayrak, devlet, ata, kültür, şeref gibi unsurları ortadan kaldırmak amacıyla açılan ve kişiyi hiçbir fiziksel şekilde etkilemeden ele geçirme taktiğidir.
Ülkemiz stratejik ve coğrafi konumu gereği dünyanın birçok ülkesi tarafından yaşanması ve sahip olunması gereken topraklar üzerinde bulunmaktadır. Kahraman ordumuzu silahlı mücadele ile yok edemeyeceğini anlayan dış güçler. 2. Dünya savaşından sonra silahlı mücadeleyi bırakmış psikolojik savaş ile vatandaşın ülkeye olan bağlılığını kırarak daha kolay müdahalelerle topraklarımızı ele geçirmeyi amaçlamış ve hala amaçlamaktadır. Bu psikolojik savaşların başlıcaları 60 ve 80’lerde askeri müdahale ve darbe ile sonuçlanmıştır. Her darbe girişimi ülkemizin gelişimini 50 yıl kadar geriye götürmüş bu sayede Avrupa ülkeleri bizden daha hızlı gelişim yaşamış ve ekonomilerini 2. Dünya savaşından çıkmış olmalarına rağmen bizden daha hızlı şekilde toparlayarak güçlenmişlerdir.
Her Türk birey ülkesinin bekası için bu saldırıları önceden fark edebilmeli, bunlara karşı önlemler geliştirmeli ve yakınlarını da bu konularda uyarmalıdır. Aksi takdirde düşmanlar amaçlarına ulaşır ve ülkemizi kendi ellerimizle yok ederiz.
Ülkemiz de psikolojik savaş nasıl uygulandı, uygulanabilir?
-Ülkemiz üzerinde emelleri olanlar bir zamanlar bu ülke de sağcı-solcu ayrımını ortaya attı ve farklı görüşteki binlerce insanı birbirine düşürdü. Son derece istenmez sonuçlarla karşılaştık ve biz o savaşlardan yenik çıktık.
-Ülkemizi bu strateji ile yıkamayan güçler bu sefer ikinci planı devreye koydu ve ülke de eşitsizlik olduğundan Hıristiyan ve Ermeni vatandaşların zarar gördüğünü öne attı, özellikle “Ermeni Soykırımı” adını verdikleri uyduruk hikâyeleri dünyaya kabul ettirmeyi amaçladılar. Bunlar belgesiz, kanıtsız ama düşmanların müttefikleri tarafından kabul gören tasarılar oldu.
-Ülkemizin yüzyıllardır düşmanlığını güden komşu ülke Yunanistan psikolojik savaş’ı bir milli savaş olarak kabul etmiştir. Yunan yazar ve siyaset adamı; Andreas DENDRİNOS Ellada Sipha (Yunanistan Uyan) adında bir psikolojik harp kitabı yazmış ve kitap da Türkiye’yi en büyük düşman ilan ederek psikolojik zaaflarını açıklamıştır. Yunan başbakanı Andreas PAPANDREU tarafından 1983 yılında KSEA (Yunanistan savunma ve dış politika konseyi)’ya sunulmuş ve kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu günden itibaren de PKK terör örgütü faaliyetlerine başlamıştır. Ekonomik sıkıntı içerisine giren Yunanistan terör örgütünü desteklemeyi örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası kesmiş ve örgütü desteklemeye İsrail, Rusya, Lübnan, Ürdün, Suriye gibi ülkeler devam etmiştir. Ülke de PKK gibi terör örgütlerinin yanı sıra sözde devrimci ve dinci gruplar da kurulmuştur.
-Ülkemizi dünya kamuoyunda gözden düşürmek, turizmi baltalamak, ticareti baltalamak amacıyla yarı uyduruk, yarı abartı gazete başlıkları atılarak medya aracılığıyla karalama politikası izlenmektedir. Örneğin; “Türk Holiganlar İngiliz taraftarı öldürdü”, “Türk garson İrlandalı turistleri doğradı” , “Barbar Türkler”… Bu başlıkları daha fazla çoğaltabiliriz.
- Uyduruk din yaratma çabası; İslam dininin temel kanun ve ilkelerini çeşitli sözde din adamı sıfatındaki kişiler aracılıyla değiştirmeyi, halkın kafasını karıştırmayı amaçlamış ve bunları uygulamaya koymuşlardır. Hatta ülke içerisinde tamamen resmi bir kuruluş olan Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası Derneği ve benzeri dernekleri kurmuşlardır.
Söz konusu örnekleri çoğaltmak mümkün her birey bu örneklerin neler olabileceğini ancak düşünerek anlayabilir çünkü savaşın adı üstünde; psikolojik savaştır.
Bunlara karşı dikkatli olmanın ve savunmada olmanın yolu da düşünmekten geçer. Her birey bu saldırılara maruz kaldığında yenilmemek için bunlara karşı dikkat etmeli ve her zaman tetikte olmalıdır.
Psikolojik savaştan korunma ve savunma
-Ana varlığını, geldiği toprakları, ırkını, örfünü ve âdetini unutmamak ve korumak.
-Kültürünü korumak ve yaşatmak.
-Bayrağını korumak saygı, duymak ve saygıyı yaşatmak.
-Milliyetçi duygudan uzaklaşmadan milli birlik ve beraberlik içerisinde olmak.
-Ülke hakkında bir karalama politikası izlendiğini fark ettiği anda tüm varlığıyla devletini ve milletini canından aziz bilerek savunmak.
-Her siyaset adamı, din adamı, sporcu ve gazetecinin söylediği sözlere sorgulamadan güvenmemek ve inanmamak.
- Özellikle yabancı uyruklu olmak üzere her hangi biriyle sohbet anında polis ve asker gibi kolluk kuvvetlerini övmek son derece bağlı olduğunu bildirmek.
Her birey kendi savunma tekniklerini düşünerek geliştirebilir. Ülkenin varlık ve bütünlüğünü korumak zeki insanların asli görevidir.
22.08.2011
ENGİN DİNÇ
31 Temmuz 2012 Salı
Engin DİNÇ - Açlığın Fazileti
Aç kalmak çok faziletli bir
iştir. Çünkü aç kalarak sadece mide azgınlığını değil, şehveti azgınlığı da
engellemiş oluruz. Ayrıca aç kalarak açlık ve susuzluk çekenin halini de anlarız.
Allah(C.C.) hikmet sahibi yapmak
istediği, dostluğunu vermek istediği biz kullarına aç kalmamızı emretmiştir. Yerken de nasıl yememiz gerektiğini, edeb ve
adabını bize anlatmıştır. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in A’râf Suresi 31.
Ayetinde şöyle buyurmuştur: “…Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü
Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.”
O(C.C.) bir Hadis-i Kutsi de şu
şekilde buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! Ben şeref ve yüksekliği itaat
etmeye verdim. İnsanlar onu sultanların kapısında arıyorlar, nasıl bulacaklar?
İlmi açlıkta takdir ettim. İnsanlar onu çok yemekte arıyorlar, nasıl
bulacaklar? Gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda bulundurdum. İnsanlar onu
derin uykuda arıyorlar, nasıl bulacaklar? Ey âdemoğlu! İlim ve ameli tok
karınla, gönül parlaklığını derin uykuyla, hikmet ve inceliği çok konuşmasıyla;
ülfet ve dostluğu insanlarla iç içe bulunmakla ve nihayet benim sevgimi dünya
sevgisiyle dolmuş olarak, nasıl isteyebilirsin? Öyleyse, ilim ve ameli açlıkta,
gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda, hikmet ve inceliği sükûtta, dostluğumu
ve bana kavuşmayı uzlette, sevgimi ve hoşnutluğumu dünyayı terk etmekte ara… Ey
âdemoğlu! Oruç banadır ve onun karşılığını ben veririm. Oruçluya iki sevinç
var; iftar edeceği ve bana kavuşacağı an…”
Allah(C.C.) sahip olmak
istediğimiz her şeyi nasıl elde edeceğimizi açıkça bildirmiştir. İman eden bir
insan nurlu bir cemal isterse onun yapması gereken; gece namaza kalkmak ve
bolca dua etmektir. Allah(C.C.)’ın sevgisini ve dostluğu isteyen bir mümin
dünya nimetlerinden yüz çevirmeli, eş-dost, mal-mülk, kariyer gibi isteklerde
bulunmamalı, her işinde önce Allah(C.C.)’ın rızasını düşünmelidir.
H.Z. Muhammed(S.A.V.) çok yemenin
zararlı olduğunu her zaman vurgulamış ve ümmetine karınlarını nasıl doyurmasını
bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap
doldurmamıştır. Oysa ona, bedenini güçlendirip olgunlaştıracak üç beş lokma yeter.
Eğer kim yemek şehvetine tutulur, karnını doldurmak isterse; hiç olmazsa üçte
birini yemeklere, üçte birini içeceklere, üçte birini de kendisine tahsis
etsin.” Yine en kötü kişinin tok karnına yemek yeme arzusunda olanlar
olduğunu söyleyerek şu Hadis-i Şerif de buyurmuştur ki: “Tok yemek hem hastalık hem de
haramdır.”
Bizler H.Z. Muhammed(S.A.V.)
yoluna düşmüş, onun yolundan giden ümmeti olarak onun gibi yaşama konusunda son
derece aciziz. Çünkü O(S.A.V.) yeri geldiğinde yırtık çarığını diker öyle
giyerdi, kıyametlerinin söküklerini diker, yırtıklarını yamardı. Evi süpürür,
eşine yardım ederdi. Oysa bizler günümüzün Siyonist sömürü halkasının bir
parçası olarak kültür ve inancımızı şöyle bir köşeye itip lafa gelince “inanıyorum, peygamberimi seviyorum…”
diyerek bilhassa kendimizi kandırıyoruz. Son derece merak ediyorum bu gün kaç
kişi kendi ayakkabısı açıldığında bu daha giyilir düşüncesiyle diktirip tekrar
gidiyor? Geçtim eski kıyafeti giymeyi ya da değerlendirmeyi, kaçımız sökük
dikmesini biliyoruz kaçımız elimize iğne-iplik aldık? Oysa dikiş dikmek
sünnettir…
Aç kalmak bu sebepten
faziletlidir işte… Aç kalmak sadece karnını boş bırakmak değil, nefsini de boş
bırakmaktır. Karnının açlığını unutmak için lüks mağazalara girip hiç de
ihtiyacımız olmayan kıyafetleri alıp dolap doldurmak sonra da bunları en fazla
bir defa giyip çöpe atmak bizim kültür ve adabımıza aykırı davranışlardır.
Almayın, giymeyin, yemeyin, gezmeyin demiyorum… Ama Allah(C.C.) diyor ki : “…Yiyiniz,
içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.” H.Z.
Ömer(R.A.) günde bir öğün yer ve on bir lokma ile yetinirdi. Kişi her şeyin
seviyesini bilmeli, aşırısına kaçmanın nefsanî şehvetten başka bir şey
olmadığını bilmelidir. Unutmayalım ki yaşadığımız dünyada bizlerin bir günlük
giyerek attığımızı, yemeyip beğenmeyip çöpe döktüğümüzü bulamayanlar var.
Onların olma nedeni ise Allah(C.C.)’ ın bize ibret olsun diye bırakmasıdır.
Çünkü O(C.C.) istese bir günde onları bizden zengin yapma kudretine sahiptir. Muhakkak
ki O(C.C.) Kadir olandır.
“Bana zayıf olduğumu söyleyip de kilolu, kaslı koca isteyenler. Siz
sevişirken kaslı kolların sizi sarmasını düşünüp nefisinizi azdıra durun. Ben
Afrika’da ki çocukları gördükçe elma göbeğimden bile utanıyorum” (E. DİNÇ)
Engin DİNÇ
31.07.2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)