7 Ekim 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Eski Sevdalarım
Çok şey bıraktım eski sevdalarımda.
Mesela bir tanesi vardı;
Küçük kalpli, ördek bakışlıydı.
Ben; o giderken bir yana onu,
Bir yana silahımı bıraktım.
İlk intihar girişimim oldu; çocukluktu...
Bir tane daha vardı; Mavişti.
O gittiğinde alkolü bıraktım ben;
Anladım ki ikisi de zararlıydı.
Bir tane daha oldu; o da mavi gözlüydü.
Hani severdim renkli gözlüleri de...
O gittiğinde onda umutlarımı bıraktım...
Bir tanesi vardı ki...
Yeşilimdi.
O gittiğinde ben; sabrı, sevdayı, özlemi...
Daha neleri neleri bıraktım.
Sonra bir tane daha oldu,
Çok da üzülmedim o giderken,
Çok da koymadı bu bana,
Bir tek midye yemeği bıraktım.
Ya şimdi mi?
Var olmaz mı aşk adamıyım ben...
Bu sefer renkli değil gözleri, sarışın değil.
Esmer güzeli, kara gülüm o benim.
O gitmeden çok şey bıraktım.
Mesela; ondan başka her şeyi...
07/10/2012
Engin DİNÇ
1 Ekim 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Yorgunluk
Bir ağırlık var üstümde,
Bir yorgunluk!
Yılların yorgunluğu olacak değil ya bu yaşta diyorum,
Anların yorgunluğu diye susturuyor yüreğim.
Hangi anlar? diyorum.
Kırıldığım anlar! diyor.
Susuyorum...
01/10/2012
5 Eylül 2012 Çarşamba
Engin DİNÇ - Mafya-Devlet-Siyaset Bermuda'sı
Hiç ilgi alanıma girmeyen bir
konu hakkında yazıp yazmamak konusunda çok tereddütte kaldıktan sonra yazmaya
kadar verdim. Bir üçgenden bahsedeyim; Mafya, Devlet, Siyaset üçgeni tabir-i
caizse Bermuda…
Birkaç yıl önce “Türkiye
çeteden ve mafyadan temizlenecek. Bu operasyonlar sonucunda çete, mafya
kalmayacak.” Denerek başlatılan operasyonlar var. Aslına bakıldığında
amacın mafya yapılanmalarını çökerterek bir tehdit devleti olmaktan, kanunsuzluktan
çıkıp tam bir demokrasi ve hukuk devleti olmaya bir adım gibi görünse de öyle
olmuyor gibi…
Ülkemizde yıllardır tanınmış birçok
isim var mafya örgütlenmelerinin başında; Sedat Peker, Alaattin Çakıcı, Kürşat
Yılmaz ve niceleri…
Karadeniz ve Kürt mafyası olarak
iki gruptan oluşan bir mafya yapılanması var ülkemizde. Karadeniz mafyası
dediğimiz genel olarak Alaattin Çakıcı(Trabzon), Sedat Peker(Rize)
memleketleriyle anılıyor.
Hükümet bu kararı alıp mafyayı
yok etmeyi düşünürken ilk gözüne batan ismini zikrettiğimiz kişileri içeri
almıştır. Özellikle “Avrasya” ve “Kelebek” operasyonları ile Sedat Peker
alınıyor. İlk alındığında sandık ki Peker’i ilk gördükleri ağaca asacaklar o
kadar suç işlemiş birisi… Suçsuz değil ama asılacak kadar da değil…
Sedat Peker kimdir?
1971 Sakarya doğumlu olup aslen
Kafkas asıllı Rizeli bir ailenin en küçük çocuğudur. 6 kardeşin en küçük ve en
sakini olan Peker için küçükken “Ne kadar
sakin bir çocuk.” Denildiğini de kendisi belirtiyor. Lakabı “Köroğlu” olan Peker’e herkes “Reis” diyor. Reis lakabı genelde eski
Türk adetlerinden gelen ve liderlere onu yüceltme amacıyla verilen bir lakap…
Peker’in Reis olmasının aslında da Turanist olması yatıyor.
Suçları
-24 ve 25 Şubat 2004 tarihinde bir
şahsın kaçırılarak alıkonulması ve gasp amaçlı darp edilmesi.
-28 Nisan 2004 bir kişiye silah
teşhiri ile ölümle tehdit edilmesi.
-2004 yılı içinde Balıkesir
Bengiler Köyü’nde faaliyet gösteren maden ocağının işletme ruhsatı sahibinin
ölümle tehdit edilerek, işyerine el konulması.
-Ümraniye de faaliyet gösteren
bir fabrikanın sahibinin 2003 yılı içinde ölümle tehdit edilerek, fabrika
hisselerinin ele geçirilmesi.
-Bir iş adamı ile Bulgar ortağı
arasındaki ihtilafın çıkar karşılığı çözülmesi, zorla para talep edilmesi.
-Sivas’ta 2003 yılında belediye
tarafından açılan altyapı ihalesine fesat karıştırılmaya teşebbüs edilmesi.
-İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
ait hayvanat bahçesinin ihalesine fesat karıştırılmaya teşebbüs edilmesi.
-Şile’de 28 Ağustos 2004 günü bir
şahsın kaçırılarak darp edilmesi.
-Kadıköy de 7 ağustos 2004 günü
bir kişinin darp edilmesi.
Suçlara bakıldığında canavar gibi
görünen bu adamın bir de iç yüzüne inelim şimdi… Son iki darp olayını
anlatalım. Bir tanesi sırtına Allah(C.C.) dövmesi yaptıran bir kişi diğeri ise
bir genç kıza tacizde bulunan bir pilavcı ki o pilavcının sorgulama videoları
hala internette dolaşır.
17 Ağustos 1999 günü devletin tüm
yardım ekiplerinden önce Adapazarı’na ulaşmış ve oraya “Sedat Peker Şirketler Grubu Aşevi” adında dev bir çadır kurmuştur.
Ayrıca adı: “Uyuşturucu ile mücadele eden baba.” Olarak da anılan Peker birçok
uyuşturucu grubu ile mücadele etmiş. Satıcıları darp etmiştir. Bir nevi
cezasını kendisi kesmiştir. Bu belki de adını herkesin bildiği bir filmin
başrol karakteri olmasını da sağlayan durumdur.
Ayrıca MİT ile de iç içe olduğu; birçok
devlet büyüğü ve gerek siyaset, gerek sanat, gerekse de spor dünyasından
yakınları olduğunu da kurduğu ozturkler.com internet sitesinin tanıtım
gecesindeki davetlilerinden anlıyoruz. O geceye başta Haluk Ulusoy, İbrahim
Tatlıses, Veli Küçük, olmak üzere Adnan Şenses, Seda Sayan, Gönül Yazar, Osman
Yağmurdereli gibi birçok kişi katılmıştır.
Operasyonlar
Karadeniz mafyasının başında olan
kişilerden Sedat Peker’in içeri alınmasıyla onlara rakip olan Kürt mafyası güç
kazanmaya başladı. Bu bir yarış ya da babadan oğla geçme sistemi gibidir. Yani
bir büyük gidince onun arkasındakiler büyük olur… İşte bunun hesabını
yapmayanlar bir büyüğü yok edeyim derken birçok ufak tefek ama büyümeye devam
eden mafya grupları doğmasına neden oldular. Bu durumda pek iç açıcı sonuçlar
doğurmuyor. Ayrıca Peker içeri alınarak yok edilemediği gibi toplumda kendisine
bir hayran çevresi edinerek daha da güçlendi…
Bir kişi futbolcu, sanatçı ve ya
siyasetçi ise elbet bir gün mafya ile yolu kesişir. Adil bir hukuk devleti
kurma çabasına girişilirken bir orakla ekin budamak gibi değil kökünden sökmek
gerekirdi. Yani sistemin bir bütün olarak değiştirilmesi gerekirdi. Ama
Karadeniz mafyasının güçlü yapısına yapılan vurgun Kürt mafyasının güç
kazanmasına neden oldu ve İstanbul’un neredeyse tamamı artık Kürt mafyası
kontrolü altında…
Nasıl mı?
Lüks mekânlar, yüksek gelir
getiren yerler, cafeler, barlar, devlet daireleri, ihaleler bir dikkatle bakın
her şeyin başında Kürtler var… İş imkânına sahip olmaları torpilcilik ile bir
yer edinmiş olmaları şaşırılması gereken bir şey değil çünkü eskidende bu
işleri başkaları yapardı ve gelecekte de elbet böyle gidecek. Bir kişi gider
bir kişi gelir ama o iş devam eder…
Ama olayın farklı boyutu da var…
Karadeniz mafyası dediğimiz sağ
yönüne meyilli ülkücü gençlikten oluşurdu genel olarak… Ama Kürt mafyasında ise
bu durum yer yer farklılık gösteriyor. Kimisi sol meyilli iken kimisi de terör
örgütü çıkarlarına çalışıyor. İşte bu durum da çıkan sonuç da şöyle oluyor ki:
uygulanan siyaset vatansever gençliğin önünü keserken, terör faaliyetlerine
destek verici nitelikte olmuştur. Bu elbet istenerek yapılan bir şey değildir
ama yanlış hesaplar bu sonucu doğurdu.
Yani Kürt mafyasının kontrolünde
olan bir cafenin gelirinin o mafya grubu kadar terör örgütüne de gelir kaynağı
olması sonucu doğmuş oldu. Bu Kürt mafyası derken bir genellemedir o kişi, bu
kişi değil ve tabi hepsi de aynı değildir. Yani bir Kürt mafyası da illa terör
örgütüne para kaçırıyor anlamı çıkmasın. Ama genel olarak bu oldu ve bunu
gözlemlemek de çok zor değil. Şöyle elinize bir kamera alıp Eminönü,
Sultanahmet, Süleymaniye, Sirkeci, Gülhane, Kapalıçarşı bir gezin yeterli…
Düşünelim…
-Mafya yok edilmek isteniyordu birileri azaltılmaya çalışılırken
daha da çoğaldı birileri büyüdü mafya arttı.
-AKP’nin en büyük rakibi MHP’dir.
MHP’nin tabanı olan Ülkücüler güçsüzleştirilmeye çalışıldı. Peki, yerlerini kim
alıyor?
-Mafya ile ilişkili denerek
askerler içeri alındı, hukukçular içeri alındı. Peki, oralarda şimdi mafya yok
mu?
-Cezaları dolan mafya liderleri
teker teker tahliye oluyor. Onların arkasındaki hayran grubu artık daha fazla
ve daha güçlüler peki hepsi çıkarsa piyasanın düzeni ve huzuru nasıl olacak?
-Bundan sonraki 10 yılda kaç
mafya hesaplaşmasına daha rastlarız?
-Kaç mekân daha tekrar el
değiştirerek farklı mafya grupların kontrolüne girer?
-Hukuk devleti?
Engin DİNÇ
05.09.2012
25 Ağustos 2012 Cumartesi
Engin DİNÇ - Yandım Yar Yar Diyerek
Ağladım gidişine,
Düştüm yarin peşine,
Döndüm köpek leşine,
Yandım yar yar diyerek.
Sevdim bir hayırsızı,
Sevdalım kalp hırsızı,
Oldum gönül arsızı,
Yandım yar yar diyerek.
Gitti gecem gündüzüm,
Ezdi sevdan dümdüzüm,
Divaneyim, yolsuzum,
Yandım yar yar diyerek.
Vakit vardı beşine,
Gönül gider eşine,
Düştü beden peşine,
Yandım yar yar diyerek.
Göz pınarım kurudu,
Akan yaşım durudu,
Kalp adınla vurudu,
Yandım yar yar diyerek.
Sevdalım gülüşüne,
Hasretim öpüşüne,
İşveli bakışına
Yandım yar yar diyerek.
Gönül düştü ateşe,
Yarim minik akreşe,
Benzer Ay'a Güneş'e,
Yandım yar yar diyerek.
Yar tutuver elimden,
Adın düşmez dilimden,
Gönül dönmez yolundan,
Yandım yar yar diyerek.
Yar diyerek sar beni,
Yar koynuna al beni,
Yar kaybettim ben beni,
Yandım yar yar diyerek.
25.08.2012
Engin DİNÇ
7'li hece ölcüsü
X,X,X,A düzenli.
Akreşe: Dişi tavşan
20 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Cevhere Ulaşmanın Yolu
Cevher o mukaddes ışık üzerine
kara bir bez örtülmüş, bir yığın pislik ve çamurla sarılmış, kalın derilerle
kaplanmış bekliyor. Onun ışığını görmemen gayet normal. Onun ışığını görmen
için derileri yırtmalı, o çamur ve pisliği kaldırmalı, kara bezi, kara örtüyü
kaldırmalı bunları yapabilmek için gayretli olmalısın. İşte o zaman o ışığın
aydınlığına ve nuruna kavuşacaksın. O cevher senin içinde gizlidir. O cevher, o
ışık Mevla’dır. Mevla’ya ulaşmak için kendi içine yolculuk etmelisin. O pislik
deriyi yırtmalı, çamurdan yapılmış kan, irin ve meni dolu bedeni geçmeli,
şeytan isinden kararmış kalbi kaldırmalı, o isten kurtulmalısın ki o cevhere, o
ışığa yani Mevla’ya kavuşabilesin.
O deriyi geçmek için; acizliğini
görmen gerek, kendini küçük görmen gerek, bir kediden, bir köpekten, bir
domuzdan alçak görmek gerek, bir karıncanın ayağı altında ezilebileceğini
bilmen gerek, öyle yaşaman gerek.
O çamuru kaldırmak için; nefsini
bilmen gerek, zavallı olduğunu bilmen gerek. Dünyaları karşısına diken bir
devlet adamı, bir komutan yüz binlerce kişiye sözünü geçirebilir ama şehveti
geldi mi, nefsi azdırdı mı on santimlik şeyine söz geçiremez. Bu acizliğin
farkında olmak gerek.
O örtüyü kaldırmak için;
acizliğini tam anlamıyla kabul ederek dua etmelisin, Mevla’ya yüzünü
dönmelisin, her acizliğe düştüğünde, her nefsine uyduğunda, tövbe etmelisin.
Hatta nefsin sana günah işletmediği zamanlarda bile tövbe etmelisin ki bilmeden
farkında olmadan günah işlemişsindir sen bilemez, sen göremezsin çünkü sen
acizlerin en acizisin. Çünkü sen zavallıların en zavallısısın.
Âlemde en üst mertebe Mevla’nın
ışığına kavuşmak, onun aydınlığı ile aydınlanmak, onun dostluğuna nail
olmaktır. Ne dünya nimetleri, ne ahret nimetleri O’nun ışığının aydınlığı
veremez. O’nun nurunun ve cemalinin güzelliğinde olmaz. O’nun cevherine, O’nun
ışığına kavuşan kişiler zavallı kişilerdir.
“Ben sıfır ibn sıfır ibn sıfırım.” Diyebilenlerdir. Kibirden uzak, kibrin
anlamını bile bilmeyen, bir karıncaya bile hürmet ve saygı gösteren kişilerdir.
Rab’lerinden O’nun rızası dışında isteği olmayan kişilerdir. O kişiler ki bolca
dua ederler ve derler ki: “Ya Rab’im bana
senin rızanı ve senin hayırlı gördüğünü ver. Sen bana seni nasip et, sen nasip
etmesen nefes alamam, sen nasip etmesen adım atamam, sen çok nasipkârsın bana
da nasip et.”
20.08.2012
Engin DİNÇ
19 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Adaletin Simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)
Kıtlık çekilmekteydi yemek yemek
isteyen H.Z. Ömer(R.A.)’ın önüne güzel güzel yemekler getirilince “Bunlar
da nedir böyle?” diye sordu. Bunun üzerine yemeği getiren oğlu “Açsın
günlerdir düzgün bir şey yemiyorsun, çok zayıf düştün baba…” dediğinde H.Z.
Ömer(R.A.) hışımla ayağa fırlar ve “Bunları halk yesin bana biraz ekmek ve yağ
getir. Halifeyim diye bana bunu yemek düşmez…” Diye buyurdu.
Adalet dediğimiz şey artık
günümüzde sıfır hatta sıfırında altında… Hırsızlık, soygunculuk, harama tama
etme almış başını gitmiş. Hiç kimse bir başkasının hakkını gözetmiyor. Karnını
doyurmak için hiç acımadan başka kişinin lokmasını elinden alabiliyor. Bunun en
büyük örneğini de yıllardır açlık ve sefaletle savaşan Afrika ülkelerini
gösterebiliriz. O ülkelerin bir kısmı açlık ve sefalet ile sürünürken bir kısmı
özellikle de yönetici kısmı lüks içinde bir yaşam sürüyorlar.
H.Z. Ömer(R.A.) Medine'de deve
pazarında gezerken çok iri ve besili develer gördü. Oradakilere sordu: "Bu
develer kimin?" Cevap
verdiler. "Ya! Ömer o develer senin oğlunundur." Bunun üzerine oğlunu yanına çağırdı ve dedi
ki: "Bu
develer neden böyle besili neden böyle kilolu?" Oğlu: "Baba
onlar otladı ve beslendiler bu yüzden kilolular..." H.Z.
Ömer(R.A.): "Bunları besleyen çobanlar bu develer H.Z. Ömer'in oğlunun deyip
çok besletti değil mi?” Oğlu: "Benim bir suçum yok baba..."
H.Z. Ömer(R.A.): “O develer satılacak ve sadece hakkın olanı alacaksın artan kısmı
müminler arasında pay edeceksin çünkü bu develer onların develerinin yemesi
gerekeni yemiştir..."
İşte o adaletin simgesi: H.Z. Ömer(R.A.)
Devletin yöneticisi ve
halifesiyken bile kendisine karşı bir öncelik sağlanmasını istememiş, kimsenin
hakkını göz dikmemiş, her kulun hakkını göz etmiştir. Gelin görün ki bu gün
ülkemizin başta yöneticileri yukarıdan aşağıya doğru nasıl bir damla hak yerim
diye bakıyor…
Vekillerin torpillerli,
referanslar, haksız kazanç, adaletsizlik, haksız ticaret v.s…
Çok görüyorum! Bir cemaate girip
de oradaki kişiler kanalıyla kamu görevlisi olmak için çabalayanı ya da terfi
alma çabasında olanı… Koltuk ve makam sevdası için o yeri hak edenlerin
haklarını gasp edenleri… Hele ki bunları yapanların “cemaatçiyim ben” demeleri yıkıyor beni… İslam’ı seçip Allah(C.C.)’a
ulaşmak için o yolda yürüdüğünü iddia ederek bir cübbe, bir sarık, bir çarşaf
giyerek elindeki tespihlerle Rab’i anarken bile sayının hesabını tutan ticaret
ehilleri yıkıyor beni…
Bu devirde bize bir sen lazımsın
Ya! Ömer(R.A.)… Torpil yapmayı, haram yemeyi, makamını rant için kullanmayı
bile helal sayanların yaşadığı bu devirde, senin gibi bir adalete ihtiyacımız
var Ya! Ömer(R.A.)…
Adaletin simgesi gözlerine bez
bağlanmış elinde bozuk teraziyle duran bir Yunan Tanrıçası değil sen olmalısın
Ya! Ömer(R.A.)…
H.Z. Ömer(R.A.)'in oğlu
hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi idi. Yahudi “Bakalım
halife kendi oğluna da Allah(C.C.)'ın emrini tatbik edecek mi?” diye, H.Z.
Ömer(R.A.)'in oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen
halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, yahudinin teşvikiyle kızına da zina
etti. Muradına eren Yahudi sokağa çıkıp: “Ömer'in oğlu benim kızıma zina etti, diye
bağırmaya başladı. “ Dedikodu her tarafa yayılıyordu. H.Z. Ömer(R.A.),
meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudinin kızına zina ettiğine
kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. H.Z. Ömer(R.A.): “Zina
eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım.” dedi ve seksen sopa
vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya
başladı. Diğer ashap: “Ya Ömer ağlama, şeriatın emridir.” diye
teselli etmeye başladıklarında O(R.A.) “Ben oğlum öldü diye ağlamıyorum. Ben sopayı
ona vururken acaba içime babalık merhameti doğdu da, yavaş vurdum mu diye
ağlıyorum. Eğer öyle oldu da, yarın Allah(C.C.) bana bunun hesabını sorarsa ne
cevap vereceğim diye ağlıyorum.” dedi.
19.08.2012
Engin DİNÇ
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Engin DİNÇ - Erkekler de Ağlar
Hep kültürümüze yerleştirilmeye
çalışılmış bir savaştır o söz: “Erkekler
ağlamaz…” Oysa ağlamak doğum anından itibaren başlar ve hep güzel şeyler
için ağlanır.
Erkekler ağlamaz: Her gece secde
başında ağlayarak Rab’inden af-ı mağfiret dileyen peygamberimiz H.Z.
Muhammed(S.A.V.) de erkek değil miydi?
Resulullah(S.A.V.) bir gece zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde idi. Gece
yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah(C.C.)’a
yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmü Seleme, Resulullah(S.A.V.)’ı yatağında
görmeyince kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah(S.A.V.) evin
karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah(C.C.)’a
şöyle yalvarıp yakarıyor:
“Allah(C.C.)’ım! Bağışladığın
nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların bana gülme vesilesi kılma,
kıskançları bana musallat etme. Allah(C.C.)’ım!
Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme. Allah(C.C.)’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an
kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten (beladan) koru.”
Ümmü Seleme, Resululla(S.A.V.)’in bu durumunu görünce ağlayarak kendi yerine
döndü. Resulullah(S.A.V.) Ümmü Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip
ağlamasının sebebini sordu.
Ümmü Seleme şöyle dedi:
“Ya Resulullah! Senin ağlaman
beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah(C.C.) katında olan onca büyük
makam ve yakınlığınıza rağmen Allah(C.C.)’tan böyle korkuyorsunuz, Allah(C.C.)’tan
bir an bile sizi kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim
halimize!”
Resulullah(S.A.V.) onun sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Nasıl korkmayayım, nasıl
ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkiime
güveneyim! Oysaki Allah-u Teâlâ(C.C.), Hz. Yunus(A.S.)’u bir an kendi haline
bıraktı ve onun başına gelmemesi gereken şey geldi!”
Evet, erkekler de ağlar. Herkes
kadar erkekler de ağlar. Lakin ne için ağladığı çok önemlidir. Bir kızın terk
edip gitmesiyle arkasından ağlayan bir kişi değildir erkek… Her gece sabahlara
kadar secde başında ellerini göğe açıp Rab’ine yalvaran kişinin adıdır… Ümmeti
olduğu peygamber’in yolunda giden kişinin adıdır erkek…
Erkekler de ağlar… Kim demişse
erkek ağlamaz diye; işte odur vatanımın milli ve kültürel değerlerine zarar
vermek isteyen kişi…
Gözündeki yaşı dökmeyi düşüklük,
adilik, zayıflık saymak ne kadar da yanlış... Her zaman güçlü olduğunu gösterme
çabasına girişen erkek nefsi, başına ne iş gelirse gelsin gözyaşı dökmeme
çabası içine girer oysa yapabildiği en büyük roldür. Bir sıkıntı anında güçlü
olup ağlamayan erkek o günün gecesinde yatağa girdiğinde hıçkırıklara boğulan
kişidir… Peki ya kibirden, küçük görülme korkusundan dolayı duygusunu
yaşayamayan kişi erkek midir?
H.Z. Peygamber(S.A.V.) eşinin
görmesinden bile çekinmemiş ellerini semaya açıp gözyaşı dökerek Rab’i önünde
ne kadar aciz olduğunu göstermiştir. Mümin kul en acizdir, acizlerin acizidir. Her
daim gözünde yaş gerektir, acizliğinin, zayıflığının, muhtaçlığının farkında
olmalı ve ellerini açıp yalvarmaktan uzak olmamalıdır. Muhakkak ki “Nefsini
bilen Rab’ini bilir.” Çünkü nefsinin ne kadar aciz olduğunu bilen Rab’inin de
ne kadar bağışlayıcı ne kadar fedakâr olduğunu bilir. Bu konuda H.Z. Ali(R.A.)
şöyle buyuruyor: “Allah(C.C.)’ımı isteklerimin
olmamasıyla bildim.”
18.08.2012
Engin DİNÇ
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Bunları Biliyor Musun?
Ey Yolcu!
Biliyor musun kendini? Kim ve ne için var olduğunu, dünyanın ne için var olduğu, diğer canlı ve mahlûkatın neden var edildiğinden haberdar mısın?
Soruyorum bir tanesine cevap verebilir misin?
-100.000.000(Yüz Milyon)x12 defa her nefesinde hayatının bağışlandığını biliyor muydun?
-Kirpiklerin olmasa kör olacağını biliyor musun?
-Burun denen organın -40 derece de nefes alsan bile onu bir saniye de 36,5 dereceye getirdiğini biliyor musun?
- Kursak deliğinin beş santim altında tiroit bezi bulunur. Bu bez biraz az salgılasa fıçı gibi olur, biraz fazla salgılasa şemsiye teli gibi kalırsın. Peki ya o hiç olmasa nasıl olurdun düşünüyor musun?
- Bir kadının yumurtasını 10.000 defa büyütsen bir toplu iğnenin başı kadarken yine ondan 35.000 kaç küçük olan spermin birleşmesiyle senin meydana geldiğinin farkında mısın?
- O döllenen yumurta hücresi ikiye katlanarak milyar hücre sayısına gelerek seni oluşturuyor ama o katlanma sırasında mikronda bir kayma olsa dilin göbeğinden çıkardı bunu biliyor musun?
- Söyle bakalım âlemin en büyük varlığı; sana dünyayı tek tapu yapsak aklını verebilir misin?
- En büyük teknolojileri, bilimsel imkânları verelim bir insana can verme gücüne sahip ol ve toprağı bir çamur haline getirip insan yap ve can ver… Allah(C.C.) sana “Kulum insana can verdin, topraktan insan yaptın da kendi toprağınla yapsana…”derse ne cevap verebilirsin?
“Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız.” (Mü-minûn Suresi 12. Ayet)
“O(C.C.)'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri: Sizi topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.” (Rûm Suresi 20. Ayet)
“Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı ilkin çamurdan yarattı.” (Secde Suresi 7. Ayet)
“İnsanı bir parça sudan yaratıp da soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale haline getiren de O(C.C.)’dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkân Suresi 54. Ayet)
Ey kibirli insan sen âlemlerin en gelişmiş varlığısın, en büyüğü, en güçlüsü ve en akıllısısın öyle mi? Peki, madem bir balina gibi dalsana, bir kartal gibi kilometre yukarıdan uçup bir tavşanı görsene…
- Bir uçakla 2.000 metre de uçarsın kış günü orada sıcaklık -30 derece iken bir leyleğin 6.000 metrede uçabildiğini biliyor musun?
- Bir bukalemun gibi hiçbir kimyasal kullanmadan derinin rengini değiştirebiliyor musun?
- Sana DNA diye bir zincir verildiğini ve âlemde bir benzerinin olmadığını biliyor muydun?
- Yemek yerken çeneni üç farklı yöne aşağı, sağa ve sola doğru hareket ettirmesen geviş getiremeyeceğini biliyor musun?
H.Z. Ali(R.A.) diyor ki: “Derdin kendindendir bilmiyorsun derman yine sendedir görmüyorsun koskoca âlem içine yerleştirilmiş sen kendini hala küçük bir şey zannediyorsun."
Sen ne olduğunun farkında bile değilsin oysa H.Z. Muhammed(S.AV.) buyuruyor ki: “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Kişi ne olduğunu bilirse onu bir yaratanın nasıl da mükemmel yarattığını bilir.
Ateistler Allah(C.C.) yok(Tövbe Hâşâ), Darwin teorisi bir gerçek diyorlar…
-Soruyorum onlara da; terzi iğnesiz olur mu, okul öğretmensiz olur mu, mahalle muhtarsız olur mu?
E! Olmaz…
-O zaman kâinat Rab’siz olur mu?
-İnsanlar maymundan geldi diyorsunuz; şimdi ki maymunlar niye insan olmadı hallerinden memnun mu kalmışlar? Dünya da o kadar tür varken fiziksel özelliği en benzeri olan maymundan geldiğine inanıyorsun da çamurdan yapıldığına mı inanmıyorsun? Madem maymundan geldin o maymun kimden geldi ya?
Âlemler mukaddes bir düzenle yaratılmıştır. Aklınızın alıp gözünüzün gördüğünden fazlası daha fazla türler vardır âlemde…
Öyleyse âlemleri yaratan Rab’in bu kadar nimet için senden bir teşekkür beklemez mi? Bekliyor elbet ve diyor ki: “Sana 24 saatlik bir gün veriyorum sadece bir saatini bana ibadetle geçir. 23 saatin dünyalık hayatına kalsın ve bana ayırdığın o bir saatin hatırına diğer 23 saati de ibadetle geçirmişsin gibi sevaplandırayım.” Allah(C.C.) rızası için, Cennet sevgisi ve Cehennem korkusu olmaksızın sadece Allah(C.C.)’ın rızası için, sabah iki farz iki sünnet, öğlen dört sünnet dört farz iki sünnet, ikindi dört sünnet, dört farz, akşam üç farz, iki sünnet, yatsı dört sünnet, dört farz, iki sünnet, üç rekât da vitr kıl. Toplamında bir saatini bile almayacak bu ibadet ile Allah(C.C.)’a sana verdiği nimetler için ve kudretinin büyüklüğü için bir teşekkür sunmuş olursun.
Çok zor sanma dediğimi; şuan kalk abdest al ve iki rekât tövbe namazı kıldıktan sonra pişman olduğunu Allah(C.C.)’a söyle… Kırk gün zorlanacaksın sabret ondan sonra her duan kabul olacak, her sıkıntın geçecek, kalbine ferahlık yüzüne güzellik gelecek. Çünkü Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 9. Ayetinde şöyle buyurmuştur: “Allah(C.C.) iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vâd etmiştir.”
Âlemdeki her şeyi her sorunun cevabını Kur’an-ı Kerim cevaplar. Her sorunuzun cevabını onda arayın ve o cevapları Allah(C.C.)’ın cevabı olduğunu bilerek sorgusuz kabullenin çünkü Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi 10. Ayetinde: “Kâfir olup âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler.” Demiştir.
Ve! Hayatınızın merkezine koymanız gereken Ayet-i Kelime olan Mümin Suresi 58. Ayeti asla unutmayın: “… Ne kadar az düşünüyorsunuz?”
13.08.2012
Engin DİNÇ
12 Ağustos 2012 Pazar
Engin DİNÇ - Sözde Müslüman'ız
Evet!
Ben Müslüman olduğumda 20
yaşındaydım!
Ağır konuşacağım bu sefer,
alınırım, darılırım dersen hiç yaklaşma şimdiden… Konumuz İman’ın sözdeliği…
Evet, yanlış yazmadım sözde Müslümanlar konumuz yani birazda özeleştiri yaparak
gideceğim konunun devamında. Biz; sözde Müslümanlar…
"Ben yaydan fırlayan okum... Kalbe girerken taşları kırar,
duvarları yıkar, canları yakarım..." (E. DİNÇ)
Kendi sözümle başlıyorum ki
bilesiniz ne kadar ağır konulara daldığımı… Müslüman olmak için ilk gereken
nedir? Kelime-i Şahadet getirmek. Heh! ben Kelime-i Şahadet getirdim şimdi
Müslüman oldum mu? Evet oldun… Ama lafta oldun…
Müslüman yani İslam olmanın şartı
kaçtı hatırlayalım. Beş değil mi; Kelime-i Şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç
tutmak, zekât vermek, hacca gitmek. Biz ne yaptık daha birincisini yaptık yani
Kelime-i Şahadet getirdik. Biz burada bırakırsak ancak 5’in 1’ini alırız…
Bu konu hakkında Kur’an-ı
Kerim’in Hucurât Suresi 14. Ayetinde şöyle denmektedir: “Bedeviler "iman ettik"
dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyat
ettik" deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer
Allah(C.C.)'a ve resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını
eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah(C.C.) gafûr ve rahîmdir
(mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).”
İşte Kelam-ı Kadimde de söylediği
gibi sadece Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olunmuyor. Onun için namaz da
gerekiyor, oruç tutmak gerekiyor, bunlar kadar zekât da gerekiyor, imkânı
oldukça hacca gitmek gerekiyor. Oysa biz kolay olayını yapıp işin içinden
çıkıyoruz. Tamamen samimiyetsiz bir Müslümanlık bizimkisi…
Soruyorum;
-Kaçımız 5 vakit namaz kılıyor?
-Kaçımız oruç tutuyor. Ramazan’ı
aksatmadan ve Pazartesi-Perşembe günlerini oruçlu geçiriyor?
-Kaçımız malının kırk da birini zekât
veriyor?
-Kaçımız Hac ziyareti için
dileklerde bulunuyoruz? Bu biraz maddiyat ve biraz da kısmet olduğu için ılımlı
yaklaşıyorum…
Şimdi buraya kadar okuyan “Sen kendine bak başkalarının İman’ı sana mı
kaldı?” diyecek… O kılkuyruk tipler çok malum… Bana kalmadı hemen kafanı
kaldır yukarıdaki ayeti oku… Allah(C.C.) diyor ben onun sözünü söylüyorum
sorgulama yetkin varsa onu sorgula…
Bir de bazı cemaatler kahramanlık
peşine düşüp Hıristiyanları Müslüman yapma peşinde değiller mi? Ah! Ne sövüyorum,
ne sövüyorum. “Yüzünüz yere sürünsün…”
diyorum H.Z. Muhammed(S.A.V.) böyle derdi… Yahu arkadaş o adamı Müslüman
yapacaksın peki nasıl olacak? Alacaksın karşına bir Kelime-i Şahadet
getirteceksin tamam hadi sen yoluna ben yoluma… Böyle dine zarar verirsin, bir
kazancın olacağını mı sanıyorsun. Hani İslam’ın şartları, İman’ın şartları…
Farzlar, Sünnetler, Vacip, Mekruh… Hani nerede ilim, fıkıh, şeriat… Kendisi
bilmiyor ki o adama öğretsin…
Önce biz içimdekileri Müslüman
yapalım da Hıristiyanlar sonraya kalsın. Kıyamet alametlerinin en başında
geliyor bu dediğim. Deniyor ki; “Ahir
zaman geldiğinde cemaatler, tarikatlar çoğalacak ama hiç birinde İman
olmayacak. Nice milyon kişilik cemaatler helak edilecek.” Onlardan olmayın
İnşAllah…
Hem o adamın Hıristiyan
kalmasından sana ne sen kendi yoluna bir bak önce… Böyle dediğimde de bana
diyor ki eee “tebliğ ediniz.” Deniyor
onu dinlemeyelim mi? Dinle tabi de H.Z. Muhammed(S.A.V.) bu sözü söylediği
kişiler sahabelerdi sen onlar kadar İman sahibiysen sende tebliğ et… Bir adamı
Müslüman yap sonra ona tüm İslam’ı öğret gel ayaklarını yıkarım… Ülkemizde bunu
yapabilecek kaç tane âlim tanıyorsunuz? Aklıma gelen ilk beş kişiyi sayalım mı?
Seyyid Mahmut Ustaosmanoğlu(Efendi Hazretleri), Seyda Hazretleri(Menzil),
Seyyid Fevzeddin el Bilvanis(Eskişehir), Fethullah Gülen, Ahmet Mahmut
Ünlü(Cübbeli Ahmet Hoca)… Bu kişilerin şahısları sadece bu mertebeye yükselmiş
ve gözle görülecek kadar da ortadadır. Peki, bu muhteremlerin bilgisine, âlimliğine
sahip misin? Yok değilsen o mertebeye ulaşmak için çabala ey nefsim… Bırak onu
bunu bir yola getirmeye; diyor ki Şah-ı Nakşibend: “Ey yolcu! Dikkatini kendi adımlarına yönelt. Bırak başkası koşsun,
öteki geride kalsın. Ko yolun kenarında oturanlar otursun, ko yoldan çıkanlar
gitsin dilediği yere, sen adımlarını sabit, yürüyüşünü kavi kıl, başkası laf
ile güzaf.” Bırak milleti kendine bir dön önce…
Yunus Emre(K.S.) Diyor ki:
“Gel ey derviş Hak’ı bulayım
dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca
olmaz.
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kâmil mürşide varmayınca
olmaz.”
O sebepten gereken o ki kendi
İman’ımızı tam anlamıyla sağlamlaştırmak için bir âlime varmak ondan ders almak
gerekiyor. Âlimlerin bir kaçını yukarı da saydım varsa başka bildiğin kapısına
git, tıklat otura yanına “Bana İman’ı
yaşat hocam” de!
Hem bir düşün; sen düzgün
olursan, sen doğru işler yaparsan başka insanlarda senden görerek düzelir. Seni
sever, sana yaklaşır, sana benzemek isterler. Hiç kimse birbirinden farklı
değildir herkes birilerine benzeme peşindedir. Komünist adamın ekolü Che Guevara,
Kemalist bir adamın ekolü Mustafa Kemal Atatürk ya da Leninist bir adamın ekolü
Lenin… İşte sende bir ekol olmalısın, kendin İslam’ı en iyi şekilde yaşarsan
sende o ekollerden olursun. Bu gün Efendi Hazretleri bir ekol değil diyebilir
misiniz?
En başta şunu demiştim ya; ”Ben
Müslüman olduğumda 20 yaşındaydım!”
Evet, ben Müslümanlığın aslını o
yaşlarda tatmaya başladım. Kötü alışkanlıkları bırakıp yüzümü secdeye sürmenin
lezzetine vardım. Bize hep başını dik tut, kimseye kendini ezdirme v.s. dediler…
Ben başımı eğmenin lezzetine vardım, kabullenmenin, boyun eğmenin güzelliğini
gördüm. Bir mürşit aradım bir tane ile yetinmedim her âlimi kendime mürşit
edindim kimseye bağlı kalmadım. İki sayfalık yazıyı okuyamayan toplumumda
binlerce sayfalık kitapları okudum her harfi yorumladım. En önemlisi Kelam-ı
Kadim olan Kur’an-ı Kerim’i eline alıp da sevap almak için okuyanlardan değil
anlayanlardan olmaya çabaladım. Çok iyi bir Müslüman mıyım? Yok, iki rekât
namazı bile tam bir huşuu içinde kılamadım hala…
12.08.2012
Engin DİNÇ
10 Ağustos 2012 Cuma
Engin DİNÇ - Mevlâ Aşkına Varmanın Yolu
Ey yolcu! Allah(C.C.) yolunda gitmeyi
istiyor ve onun dostluğuna talip oluyorsun, büyük âlimlerden olma amacındasın…
O zaman ona ulaşma yolunun on aslını unutmaman gerekir. Bu asıllar şunlardır:
Birinci asıl Tövbe’dir: O iradeyle
Allah(C.C.)’a dönmek. Yüzünü kıbleye çevirip pişman olduğunu Allah(C.C.)’a
söylemek ve af dilemektir. Allah(C.C.)
şirk yani Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç her günahı affedeceğini söylemiştir.
Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmuştur: “Büyük pişmanlık duyan Âdem,
Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine
yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti
boldur.” (Bakara Suresi 37. Ayet) Düşünün ki her insan biraz
günahkârdır. Ama Rab’imiz tüm günahları bağışlayacağını ve tövbe edenin bir
bebek kadar temiz olacağını belirtmiştir. Bu konu hakkında H.Z. Muhammed(S.A.V.)
bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “Günahından tevbe eden, sanki günah
işlememiş gibi olur.” (İbn Mâce, Zühd) 40 Hadis-i Şerif (19.Hadis)
Düşünün ki hangi günahı işlemiş olsanız dahi, Allah(C.C.)’a ortak koşmak hariç
hepsi affedilir; zina, cinayet, haram… Büyük ve küçük günahları tövbe etmek bir
daha yapmamak koşuluyla affedeceğini söylüyor Rab’imiz… “…Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.” (Nur Suresi 5. Ayet)
İkinci
asıl Zuid’dir: O, dünyanın süsü, zevki, malı, makamı, yüksekliğinin azından da
çoğundan da uzak olmaktır. Hem dünya sevdasından hem Cennet isteğinden
vazgeçmektir. Bu konuda H.Z. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dünya Âhiret ehline
haramdır, Âhiret de dünya ehline haramdır! Her ikisi de kendilerini tamamen
Allah(C.C.)’a verenlere haramdır."
Üçüncü
asıl Tevekkül’dür: Her işinde Allah(C.C.)’a yaslanmak, her gelen ve gideni
Allah(C.C.)’tan bilmektir. Nitekim Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Talâk Suresi
3. Ayetinde şöyle buyurmuştur. “…Kim Allah(C.C.)'a karşı gelmekten
sakınırsa, Allah(C.C.) ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı
yerlerden rızıklandırır. Allah(C.C.)'a dayanıp güvenene Allah(C.C.) kâfidir.
Allah(C.C.) buyruğunu elbette yerine getirir. Gerçekten Allah(C.C.) her şey
için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir.”
Dördüncü
asıl Kanaat’tır: Ki o fazlaya göz dikmemektir. İhtiyacı kadar yemek, ihtiyacı
kadar içmek fazlasını harcamaktan uzak durmaktır. Nitekim Allah(C.C.) Kelam-ı
Kadim’in A’raf Suresi 31. Ayette şöyle buyurmuştur: “Ey Âdem'in evlatları! Her namaz
vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat
israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” Nitekim H.Z.
Ömer(R.A.) tüm günü oruçlu geçirir ve iftarda sadece on bir lokma ile
yetinirdi.
Beşinci
asıl Uzlet’tir: Ki o İnzivaya çekilip, insanlardan uzaklaşarak sadece
Allah(C.C.)’ı düşünmek ve günlerini ibadet ile geçirmektir. Uzlet nefsanî
lezzetlerden ve fani hayatın pisliklerinden uzak tutar. Her daim Allah(C.C.)
huzurunda kalmayı ve ibadet etmeyi sağlar. Uzlette kişilere farklı âlemler
zuhur eder farklı kapılar açılır, yüksek mertebelere erişen yolcu diğer
insanların sahip olmadığı özelliklere sahip olur. Onların göremediğini görür,
hissedemediğini hisseder, kalplerinden geçirdiklerini anlar.
Altıncı
asıl Zikrullah’tır: Ki o her zaman, her daim kalben ve dil ile Allah(C.C.)’ı
anmak, zikir çekmektir. Allah(C.C.) en büyük Hadis-i Kutsilerinden birinde
şöyle buyuruyor: Ebû Züra (En büyük hadis hafızlarından) tüm senedini vererek şöyle buyuruyor
ki: Ebû Züra: Ben duydum İmam Ali Rıza (AS)’dan; İmam Ali Rıza (AS) buyurdu: Bana
haber verdi babam İmam Musa-i Kazım (AS), o duydu babası İmam Cafer-i Sadık
(AS)'dan, o duydu babası Muhammed Bakir (AS)'den, o duydu babası İmam Zeynelabidin
(AS)'den, o duydu babası Kerbela şehidi H.Z. Hüseyin (AS)'den, o duydu babası
Allah( CC)'ın Aslanı H.Z Ali (RA)'den, o duydu Peygamber H.Z. Muhammed (SAV), o
duydu Cebrail (AS), o duydu ALLAH (CC): "La ilahe illâllah kelimesi benim
kalemdir, öyleyse kim kaleme girerse azabımdan emanda kalır."
Yedinci
asıl Tam Teveccüh’tür: Yüzü ve gönlü tamamen Mevla’ya çevirmektir. Tüm dünyevi
zevklerden yüz çevirmektir. O Âşık O(C.C.)’ndan başka ne bir sevgili ister, ne
de ondan başka maksadı olur. Sadece Allah(C.C.)’ın rızasına taliptir.
Sekizinci
asıl Sabır’tır: Ki o nefsin sizi yolundan döndürme çabasına karşı gelmek ve
yolunda devamlı olmaktır. Adımlarını sabit tutarak etrafına bakmadan
Allah(C.C.)’ın cemalini görme arzusuyla İman ve irfan yolunda ilerlemektir.
Dokuzuncu
asıl Murakabe’dir: Ki o güç ve kuvveti terk etmektir. Güçlü ve üstün olmaktan
korkmak ve yüz çevirmektir. Her daim en güçlü olanın ve her şeye kadir olanın
Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve tevekkül etmektir.
Onuncu
asıl Rıza’dır: Ki o Allah(C.C.)’a kavuşturacak yolun en önemli adımıdır. Gelen
her kazanın, belanın ya da güzelliğin Allah(C.C.)’tan geldiğini bilmek,
kabullenmek ve sebebi Allah(C.C.)’tan gelen şeklinde aramaktır. Bir kaza
geldiğinde kazayı getirenin de Allah(C.C.), bir güzellikle karşılaşıldığında o
güzelliği verenin de Allah(C.C.) olduğunu bilmek ve sorgusuz kabullenmektir.
Allah(C.C.)
herkese istediğini verendir. O çok cömerttir. Bela isteyene bela, güzellik
isteyene güzellik, mal-mülk isteyene mal-mülk, şöhret isteyene şöhret ve
kendisini isteyene de kendisini(rızası) verecek kadar cömerttir. Güzel isteyin
ki, güzel versin.
Allah(C.C.)’ın
dostuyum diyene kendi dostluğunu, Şeytan’ın dostuyum diyene Şeytan’ın
dostluğunu verir. Herkes yaşadığı hayata baksın! Kimle dost iseniz onu
istediğiniz için dostsunuzdur…
10.08.2010
Engin
DİNÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)