1 Ağustos 2012 Çarşamba
Engin DİNÇ - Psikolojik Savaş İstihbaratı
Psikolojik savaş, her Türk vatandaşının son derece özen göstermesi ve bilmesi gereken, adı soyadı gibi ezberinde tutup bir an aklından çıkartmaması gereken ve savaşa savunma geliştirmesi gereken bir konudur. Her kim “ülkemi seviyorum” diyorsa ona sorun “Psikolojik savaş ne demektir?” Eğer bir fikri yoksa vatan sevdasından şüphe edilebilir.
Psikolojik savaş, kısa ve öz tanımıyla düşmanı silahsız öldürmektir.
Psikolojik savaş, bir kitleyi veya milleti öz kültür ve ananesinden uzak tutup iç mihraklar oluşturarak gönül bağıyla bağlı olduğu vatan, namus, bayrak, devlet, ata, kültür, şeref gibi unsurları ortadan kaldırmak amacıyla açılan ve kişiyi hiçbir fiziksel şekilde etkilemeden ele geçirme taktiğidir.
Ülkemiz stratejik ve coğrafi konumu gereği dünyanın birçok ülkesi tarafından yaşanması ve sahip olunması gereken topraklar üzerinde bulunmaktadır. Kahraman ordumuzu silahlı mücadele ile yok edemeyeceğini anlayan dış güçler. 2. Dünya savaşından sonra silahlı mücadeleyi bırakmış psikolojik savaş ile vatandaşın ülkeye olan bağlılığını kırarak daha kolay müdahalelerle topraklarımızı ele geçirmeyi amaçlamış ve hala amaçlamaktadır. Bu psikolojik savaşların başlıcaları 60 ve 80’lerde askeri müdahale ve darbe ile sonuçlanmıştır. Her darbe girişimi ülkemizin gelişimini 50 yıl kadar geriye götürmüş bu sayede Avrupa ülkeleri bizden daha hızlı gelişim yaşamış ve ekonomilerini 2. Dünya savaşından çıkmış olmalarına rağmen bizden daha hızlı şekilde toparlayarak güçlenmişlerdir.
Her Türk birey ülkesinin bekası için bu saldırıları önceden fark edebilmeli, bunlara karşı önlemler geliştirmeli ve yakınlarını da bu konularda uyarmalıdır. Aksi takdirde düşmanlar amaçlarına ulaşır ve ülkemizi kendi ellerimizle yok ederiz.
Ülkemiz de psikolojik savaş nasıl uygulandı, uygulanabilir?
-Ülkemiz üzerinde emelleri olanlar bir zamanlar bu ülke de sağcı-solcu ayrımını ortaya attı ve farklı görüşteki binlerce insanı birbirine düşürdü. Son derece istenmez sonuçlarla karşılaştık ve biz o savaşlardan yenik çıktık.
-Ülkemizi bu strateji ile yıkamayan güçler bu sefer ikinci planı devreye koydu ve ülke de eşitsizlik olduğundan Hıristiyan ve Ermeni vatandaşların zarar gördüğünü öne attı, özellikle “Ermeni Soykırımı” adını verdikleri uyduruk hikâyeleri dünyaya kabul ettirmeyi amaçladılar. Bunlar belgesiz, kanıtsız ama düşmanların müttefikleri tarafından kabul gören tasarılar oldu.
-Ülkemizin yüzyıllardır düşmanlığını güden komşu ülke Yunanistan psikolojik savaş’ı bir milli savaş olarak kabul etmiştir. Yunan yazar ve siyaset adamı; Andreas DENDRİNOS Ellada Sipha (Yunanistan Uyan) adında bir psikolojik harp kitabı yazmış ve kitap da Türkiye’yi en büyük düşman ilan ederek psikolojik zaaflarını açıklamıştır. Yunan başbakanı Andreas PAPANDREU tarafından 1983 yılında KSEA (Yunanistan savunma ve dış politika konseyi)’ya sunulmuş ve kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu günden itibaren de PKK terör örgütü faaliyetlerine başlamıştır. Ekonomik sıkıntı içerisine giren Yunanistan terör örgütünü desteklemeyi örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası kesmiş ve örgütü desteklemeye İsrail, Rusya, Lübnan, Ürdün, Suriye gibi ülkeler devam etmiştir. Ülke de PKK gibi terör örgütlerinin yanı sıra sözde devrimci ve dinci gruplar da kurulmuştur.
-Ülkemizi dünya kamuoyunda gözden düşürmek, turizmi baltalamak, ticareti baltalamak amacıyla yarı uyduruk, yarı abartı gazete başlıkları atılarak medya aracılığıyla karalama politikası izlenmektedir. Örneğin; “Türk Holiganlar İngiliz taraftarı öldürdü”, “Türk garson İrlandalı turistleri doğradı” , “Barbar Türkler”… Bu başlıkları daha fazla çoğaltabiliriz.
- Uyduruk din yaratma çabası; İslam dininin temel kanun ve ilkelerini çeşitli sözde din adamı sıfatındaki kişiler aracılıyla değiştirmeyi, halkın kafasını karıştırmayı amaçlamış ve bunları uygulamaya koymuşlardır. Hatta ülke içerisinde tamamen resmi bir kuruluş olan Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası Derneği ve benzeri dernekleri kurmuşlardır.
Söz konusu örnekleri çoğaltmak mümkün her birey bu örneklerin neler olabileceğini ancak düşünerek anlayabilir çünkü savaşın adı üstünde; psikolojik savaştır.
Bunlara karşı dikkatli olmanın ve savunmada olmanın yolu da düşünmekten geçer. Her birey bu saldırılara maruz kaldığında yenilmemek için bunlara karşı dikkat etmeli ve her zaman tetikte olmalıdır.
Psikolojik savaştan korunma ve savunma
-Ana varlığını, geldiği toprakları, ırkını, örfünü ve âdetini unutmamak ve korumak.
-Kültürünü korumak ve yaşatmak.
-Bayrağını korumak saygı, duymak ve saygıyı yaşatmak.
-Milliyetçi duygudan uzaklaşmadan milli birlik ve beraberlik içerisinde olmak.
-Ülke hakkında bir karalama politikası izlendiğini fark ettiği anda tüm varlığıyla devletini ve milletini canından aziz bilerek savunmak.
-Her siyaset adamı, din adamı, sporcu ve gazetecinin söylediği sözlere sorgulamadan güvenmemek ve inanmamak.
- Özellikle yabancı uyruklu olmak üzere her hangi biriyle sohbet anında polis ve asker gibi kolluk kuvvetlerini övmek son derece bağlı olduğunu bildirmek.
Her birey kendi savunma tekniklerini düşünerek geliştirebilir. Ülkenin varlık ve bütünlüğünü korumak zeki insanların asli görevidir.
22.08.2011
ENGİN DİNÇ
31 Temmuz 2012 Salı
Engin DİNÇ - Açlığın Fazileti
Aç kalmak çok faziletli bir
iştir. Çünkü aç kalarak sadece mide azgınlığını değil, şehveti azgınlığı da
engellemiş oluruz. Ayrıca aç kalarak açlık ve susuzluk çekenin halini de anlarız.
Allah(C.C.) hikmet sahibi yapmak
istediği, dostluğunu vermek istediği biz kullarına aç kalmamızı emretmiştir. Yerken de nasıl yememiz gerektiğini, edeb ve
adabını bize anlatmıştır. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in A’râf Suresi 31.
Ayetinde şöyle buyurmuştur: “…Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü
Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.”
O(C.C.) bir Hadis-i Kutsi de şu
şekilde buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! Ben şeref ve yüksekliği itaat
etmeye verdim. İnsanlar onu sultanların kapısında arıyorlar, nasıl bulacaklar?
İlmi açlıkta takdir ettim. İnsanlar onu çok yemekte arıyorlar, nasıl
bulacaklar? Gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda bulundurdum. İnsanlar onu
derin uykuda arıyorlar, nasıl bulacaklar? Ey âdemoğlu! İlim ve ameli tok
karınla, gönül parlaklığını derin uykuyla, hikmet ve inceliği çok konuşmasıyla;
ülfet ve dostluğu insanlarla iç içe bulunmakla ve nihayet benim sevgimi dünya
sevgisiyle dolmuş olarak, nasıl isteyebilirsin? Öyleyse, ilim ve ameli açlıkta,
gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda, hikmet ve inceliği sükûtta, dostluğumu
ve bana kavuşmayı uzlette, sevgimi ve hoşnutluğumu dünyayı terk etmekte ara… Ey
âdemoğlu! Oruç banadır ve onun karşılığını ben veririm. Oruçluya iki sevinç
var; iftar edeceği ve bana kavuşacağı an…”
Allah(C.C.) sahip olmak
istediğimiz her şeyi nasıl elde edeceğimizi açıkça bildirmiştir. İman eden bir
insan nurlu bir cemal isterse onun yapması gereken; gece namaza kalkmak ve
bolca dua etmektir. Allah(C.C.)’ın sevgisini ve dostluğu isteyen bir mümin
dünya nimetlerinden yüz çevirmeli, eş-dost, mal-mülk, kariyer gibi isteklerde
bulunmamalı, her işinde önce Allah(C.C.)’ın rızasını düşünmelidir.
H.Z. Muhammed(S.A.V.) çok yemenin
zararlı olduğunu her zaman vurgulamış ve ümmetine karınlarını nasıl doyurmasını
bir Hadis-i Şerif de şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap
doldurmamıştır. Oysa ona, bedenini güçlendirip olgunlaştıracak üç beş lokma yeter.
Eğer kim yemek şehvetine tutulur, karnını doldurmak isterse; hiç olmazsa üçte
birini yemeklere, üçte birini içeceklere, üçte birini de kendisine tahsis
etsin.” Yine en kötü kişinin tok karnına yemek yeme arzusunda olanlar
olduğunu söyleyerek şu Hadis-i Şerif de buyurmuştur ki: “Tok yemek hem hastalık hem de
haramdır.”
Bizler H.Z. Muhammed(S.A.V.)
yoluna düşmüş, onun yolundan giden ümmeti olarak onun gibi yaşama konusunda son
derece aciziz. Çünkü O(S.A.V.) yeri geldiğinde yırtık çarığını diker öyle
giyerdi, kıyametlerinin söküklerini diker, yırtıklarını yamardı. Evi süpürür,
eşine yardım ederdi. Oysa bizler günümüzün Siyonist sömürü halkasının bir
parçası olarak kültür ve inancımızı şöyle bir köşeye itip lafa gelince “inanıyorum, peygamberimi seviyorum…”
diyerek bilhassa kendimizi kandırıyoruz. Son derece merak ediyorum bu gün kaç
kişi kendi ayakkabısı açıldığında bu daha giyilir düşüncesiyle diktirip tekrar
gidiyor? Geçtim eski kıyafeti giymeyi ya da değerlendirmeyi, kaçımız sökük
dikmesini biliyoruz kaçımız elimize iğne-iplik aldık? Oysa dikiş dikmek
sünnettir…
Aç kalmak bu sebepten
faziletlidir işte… Aç kalmak sadece karnını boş bırakmak değil, nefsini de boş
bırakmaktır. Karnının açlığını unutmak için lüks mağazalara girip hiç de
ihtiyacımız olmayan kıyafetleri alıp dolap doldurmak sonra da bunları en fazla
bir defa giyip çöpe atmak bizim kültür ve adabımıza aykırı davranışlardır.
Almayın, giymeyin, yemeyin, gezmeyin demiyorum… Ama Allah(C.C.) diyor ki : “…Yiyiniz,
içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah(C.C.) israf edenleri sevmez.” H.Z.
Ömer(R.A.) günde bir öğün yer ve on bir lokma ile yetinirdi. Kişi her şeyin
seviyesini bilmeli, aşırısına kaçmanın nefsanî şehvetten başka bir şey
olmadığını bilmelidir. Unutmayalım ki yaşadığımız dünyada bizlerin bir günlük
giyerek attığımızı, yemeyip beğenmeyip çöpe döktüğümüzü bulamayanlar var.
Onların olma nedeni ise Allah(C.C.)’ ın bize ibret olsun diye bırakmasıdır.
Çünkü O(C.C.) istese bir günde onları bizden zengin yapma kudretine sahiptir. Muhakkak
ki O(C.C.) Kadir olandır.
“Bana zayıf olduğumu söyleyip de kilolu, kaslı koca isteyenler. Siz
sevişirken kaslı kolların sizi sarmasını düşünüp nefisinizi azdıra durun. Ben
Afrika’da ki çocukları gördükçe elma göbeğimden bile utanıyorum” (E. DİNÇ)
Engin DİNÇ
31.07.2012
Engin DİNÇ - Askıda Ekmek
Sizlerde benim kadar farkında
mısınız bilmem ama “ne verirsen elinle, o gelir seninle” atasözünü pek de
yaşatamayan torunlarıyız atalarımızın…
Her işin başında “Osmanlı
torunuyum” ben diye aktris bir kelimeyle konuya giriyoruz. Dedelerine saygın bu
kadar büyük, bu kadar seviyorsun ve gururlanıyorsun peki ya bu kadar
koruyabiliyor musun? Üzgünüm ki bu sorunun cevabını da yine bizler biliyoruz
ki: “HAYIR”
Biraz Osmanlı topraklarına ve o
insanların yaşamına gitmek istiyorum. Bir hikâye yazalım ve birlikte yaşayalım
bu hikâyede…
Bir yaşlı teyze; kimsesiz tek göz
odada yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Hiçbir gelire sahip değil, oysa dinimiz
gereği zenginin kazancında fakirinde hakkı vardı! Peki, bu ülkede zengin hiç mi
yok ki bu teyzem böylesine fakirlik ile yaşam savaşı veriyor? Hayır!
Zenginlerde var ama gelin görün ki mukaddes dinimiz İslam’ın emirlerinden bir
tanesi olan paylaşmaktan, zekât vermekten bir haber o zenginler…
Askıda Ekmek
Osmanlı insanının paylaşımcı
ruhunun en güzel özelliğidir askıda ekmek. Bir kişi fırına gittiğinde
ihtiyacından bir fazla ekmek alır ve aldığı o ekmeği de askıya takarmış. Ekmek
parası olmayan ve ihtiyacı olanlarda gelir o askıdaki ekmeği alır, hiç para
vermeden gidermiş. Oysa biz günümüzde ekmeği askıda tutacağımıza fazla fazla alıp
çöpe atıyoruz… Hem İslam’ın emirleri dışında bir davranış yani bencillik, hem
de haram olan israf. Böyle mi koruyoruz dedelerimizin adetlerini? Üzgünüm ki bu
sorunun da cevabını yine bizler biliyoruz ki: “KORUYAMIYORUZ”
Mukaddes dinimiz İslam’ın en büyük
emirlerinden bir tanesidir paylaşımcı olmak. Fakirleri doyurmak, yetim
sevindirmek, zalime karşı durup; mazlumun yanında olmak… Bu konuyla ilgili H.Z.
Muhammed(S.A.V.) kütüb-ü sitte de şöyle bir hadis-i şerif buyurmuştur: Ebu
Zerr Buyurdu: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu. Bir ara:
"Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir borç
sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah'ın kullarına şöyle
şöyle dağıtılmasını emrederdim" dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna
dağıtma işareti yaptı." Buhârî, Zekât 4; İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6;
İsti'zân 30, Rikâk 13, 14; Müslim, Zekât 34 (992).” H.Z. Peygamber(S.A.V.) evi altınla dolu olsa
bile istemiyor bir borcunu ödeyecek dinarını ayırıp gerisini dağıtmak istiyor.
Ya onun ümmeti olan bizler?
Eğer bir kişi Allah(C.C.)’ın
dostluğuna nail olmak, insanlar arasında saygın bir kişiliğe ve saygın bir yere
sahip olmak isterse öncelikle dünya nimetinden yüz çevirmelidir. Malını,
mülkünü elinden geleninden fazlasını yapmaya çalışarak dağıtmalıdır. Çünkü
Allah(C.C.) kendi rızası için malını azaltanı kendi katında yükseltir. Oysa bir
kişi cimri olursa, o kişiye karşı da Allah(C.C.) cimri davranacaktır. Tıpkı
onun malını, mülkünü saklayıp kimseye vermediği gibi Allah(C.C.)’da ona
rızasını, nurunu, hikmetini vermeyecek, ondan saklayacaktır. Nitekim
Allah(C.C.) Şûra Suresi 20. Ayette “Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini
fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz,
ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” Demiştir.
Bu sebeptendir ki mümin kişi: eli
açık olan, paylaşandır. Dünya malından yüz çevirmiş, ahretteki kazancını
dünyadaki kazancından daha önemli daha büyük tutmuş olandır. Hem imanımız, hem
de kültürümüz için paylaşımcı olalım. Bir kardeşimiz açken biz fazla fazla
doymayalım. Allah(C.C.) Ramazan ayında müminlerin oruç tutmasını emretmiştir
ki: aç olanların, yoksulların, alım gücü olmayanların halini anlasınlar diye.
Oruç tutup sadece aç kalmayalım tefekkür ederek aç olan komşumuzun,
eşimizin-dostumuzun, din kardeşimizin de halini anlayalım ve bir ekmek de ona
verelim. İlla tanımamıza da gerek yok; askıya bir ekmek takacak paramız varsa
Allah(C.C.) cömertliğimiz için o bir ekmeği bin ekmek yapar ve her eve
ulaştırır. Muhakkak ki O(C.C.) kadirdir.
Engin DİNÇ
31.07.2012
29 Temmuz 2012 Pazar
Engin DİNÇ - İstanbul'u Dinleyemiyorum
İstanbul'u dinleyemiyorum,
Şairin dediği o şehir kalmamış artık;
Gözlerimi kapatıp dinlemiyorum seni,
O kadar da güvenemiyorum...
Marmara'nın dalgaları okşadıkça kıyılarını,
Bir kibir kaplamış seni de,
İçinde besleyip büyüttüğün,
Binlercesi gibi...
Sevilmek hoşuna gidiyor belli ki,
Sevmekten bir habersin,
Bana uzak kıldığın,
Diğer yakadaki sevgilim gibi...
Ah İstanbul; İki kıtayı birleştirdin ama,
iki kalbi yan yana getiremedin bir türlü...
29/07/2012
Engin DİNÇ
Şairin dediği o şehir kalmamış artık;
Gözlerimi kapatıp dinlemiyorum seni,
O kadar da güvenemiyorum...
Marmara'nın dalgaları okşadıkça kıyılarını,
Bir kibir kaplamış seni de,
İçinde besleyip büyüttüğün,
Binlercesi gibi...
Sevilmek hoşuna gidiyor belli ki,
Sevmekten bir habersin,
Bana uzak kıldığın,
Diğer yakadaki sevgilim gibi...
Ah İstanbul; İki kıtayı birleştirdin ama,
iki kalbi yan yana getiremedin bir türlü...
29/07/2012
Engin DİNÇ
27 Temmuz 2012 Cuma
Engin DİNÇ - 1000 Yıl Sonra İslam
Değişen
dünyanın değiştiricilerinden olmaya çalışan birçok âlimin bu gün ki işi Avrupa
toplumlarını İslam’a davet etmek… Oysa ne kadar büyük bir hata yaptıklarının
farkında bile değiller!
"Avrupa ve Amerika
İslamiyetle hamiledir. Günün birinde bir İslam devleti doğuracaktır." Demişti Said Nursi(K.S.) Evet çok haklı
Avrupa ve Amerika bir gün İslam’ın en büyük kalesi olacak belki de şeriat
devletleri kurulacak. Ama farkında olmadığımız şeyler var birkaç soruyla
başlayalım:
-Dün medeniyet denen
kavramı bizlerden öğrenip de bu gün bize medeniyet dersi vermek isteyenler yine
onlar değil mi?
-Tuvalet denen kavramı bilmez; bir poşete ihtiyacını giderip
camlardan atarlarken bizim temizlik anlayışımızı görerek örnek alıp daha sonra
da bizi pis gören onlar değil mi?
-Sırf yıkanmamak için parfümü icat eden onlar değil mi?
-Hıristiyanlık gibi mukaddes bir dini siyasi otoriteyi elde
tutmak ve şahsi çıkarları için bölen, bozan onlar değil mi?
-Para kazanmak için Cennet’ten yer satma cüretini gösteren
onlar değil mi?
Bundan bin yıl sonrasına bir göz atalım, evet gidelim
demiyorum göz atalım o çağa gidip de görmeyi, o zamanlarda yaşamayı hiç
istemiyorum, bir gözünüz kaysın bir bakın ve torunlarınızın neler çekebileceğin
bir görelim. Ama önce bin yıl öncesine gidelim o insanlar asıl yaşamış biz
nasıl yaşıyoruz ve gelecek bin yılda nasıl yaşanır onu görelim.
Bundan bin yıl öncesi Anadolu:(1012) Anadolu Hıristiyan
Bizans egemenliği altında yaşıyorken 1071’de Türkler akın akın Anadolu’yu
kuşatmaya başlamıştır. En büyük Türk Devleti öncelikle Avrupa Hun Devleti
olmuştur. Onun bölünmesinden sonraki büyük devlet de Selçuklu Devleti olmuştur.
Selçuklu İslam’a en çok hizmet vermiş ve âlim yetiştirmiş devlettir. Moğol
istilası altında iken; Bahaeddin Veled, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed
Şems-i Tebrizi, Aslanlı Hünkâr Hacı Bektaşi Veli, Taptuk Emre, Yunus Emre ve
ismini zikredemediğimiz niceleri… Onların İslam’a olan hizmetlerinin binde
birini bu gün yapan var mı? Yok! Demek ki her yıl bir kayıpla küçülerek devam
etmiş İslam âlimliği bin yılda bir tane kalmamış…
Günümüze gelelim: H.Z. Mevlana ve Yunus Emre torunları olan
bizler İslam’ı onlar kadar yaşayabiliyor muyuz? Hayır! Onların ibadet yaşamının
yine binde birine sahip değiliz. Olmamakla beraber Avrupa’yı Müslüman yapma
kahramanlığı peşinde koşuyoruz. Aslında İslam’a zulmettiğimizin farkında bile
değiliz. Kim hakkıyla namazınız eda ediyor, kim Ramazan ayı dışında nafile
orucu tutuyor, en azından pazartesi-perşembe oruçlarına kim devam ediyor? Kırk
gün inzivaya çekilerek Kur’an- Kerim ile tespih ile zikir ile meşgul olmuş olan
atalarımız hürmetine kaç gece iki rekât fazla namaz kılıyoruz? Bunları yerine
getirmediğimiz gibi çok biliyor muşuz gibi bir de yergi peşindeyiz! Bir
zikreden görsek: “Aaa şunlara bak Hû Hû diye kafa sallıyorlar...” Diyoruz. Doğru ne bileceksin Hû’nun Allah(C.C.) demek
olduğunu…
Günümüzü anlata anlata bitiremem gidelim bin yıl sonrasına:
Müslüman Avrupa toplumları İslam’ın emir ve yasaklarını beğenmemiştir. Zina
haram, içki haram böyle olmaz diyerek Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında
ortaya çıkan sahte şeyhülislamlar gibi yalan fetvalar verilmeye başlanır. İçki
birkaç yudum serbest olur, kişi eğer bekâr ise ve ihtiyacı varsa kerhaneye
gidebilir izinleri çıkar. Sonunda yüzlerce mezhep, binlerce şeyh dünyayı
donatır. İşte o zaman yani H.Z. Muhammed(S.A.V.) ahir zaman tam anlamıyla
gelmiş olur. Öyle bir hal alır ki bir kişi evinden çıkıp Kâbe’ye gitmek istese
fakat giderken yol üzerindeki evliyaların(sözde) mezarlarını ziyaret etmek
istese yolda ömrü biter yetişemez… O kadar çok âlim adında cahil dolar
dünyamız…
Bin yıl sonrasını hazırlamak kendi elimizde, birilerini imana
getirmekten evvel kendi imanımızı tam isabetli hale getirmemiz gerekiyor. Allah(C.C.)
herkese iman ve irfanı nasip etmeyecektir. Biz; O(C.C.)’nun nasiplik
vermeyeceği bir kimseye iman nasip edemeyiz. Yine ben geleceği görmeyen birine
O(C.C.)’nun izni olmadan gösteremem. Muhakkak ki Allah(C.C.) en doğru olanı
bilendir.
“Görenle görmeyen bir
olmaz…” (MÜMİN SURESİ
58. AYET)
Engin DİNÇ
27/07/2012
26 Temmuz 2012 Perşembe
Engin DİNÇ - Kur'an da Hoşumuza Gitmeyenler
Müslüman mısın? Sorusuna
Elhamdülillah diye cevap verenlere yine İslam dininin temeli Kur’an-ı Kerim’den
bir yaşam sorulduğunda Laiklik diyerek tabir-i caizse çamura yatıyorlar.
Kur’an-ı Kerim yüce yaratıcı
ALLAH(C.C.)’ın bizzat ayetler halinde peygamberimiz H.Z. Muhammed (S.A.V)
aracılığıyla insanlığa bildirilmiş olduğu emir ve yasaklar bütünüdür. Bu kutsal
kitap içerisinde yazılı olan her şey haktır, kabul edilmesi ve uygulanması
Müslüman bir insan için farzdır, şarttır.
İslam da Evlilik
İslam da evlilik konusu son
derece önem taşımaktadır. Evliliğin önemini H.Z. Muhammed’in bir hadisiyle
açıklamaya başlamak istiyorum. Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim
sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere
karşı siz ve sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. Kimin maddi imkânı varsa
hemen evlensin. Kim maddi imkân bulamazsa nafile orucu tutsun. Çünkü oruç, onun
için şehveti kırıcıdır." H.Z. Peygamberin de böylesine önem verdiği
evlilik konusu günümüz insanlarınca pek de hoş karşılanmıyor. Çünkü İslam bir
erkeğin dört kadına kıyabileceği nikâhı helal kılarken, karşılığı ödenen cariye
kadınlar da yine o erkeğe helal kılınmıştır. Fakat günümüzün feminist kadınsal
düşüncesindekiler sorulduğunda Müslüman olduklarına iddia etmelerine rağmen,
hadis ve ayetler ile kanıtlanmış emirleri kabul etmiyorlar. Demokrasi adını
verdikleri ve demokrasi ile de alakası olmayan düşüncelerini İslam dünyasına
dikta ettirmeye çalışıyorlar. “…Yoksa siz Kitab'ın (Tevrat'ın) bir kısmına
inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası,
dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise
onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan
habersiz değildir. (BAKARA SURESİ 85. Ayet)” Bakara suresi 85. Ayette
H.Z. Musa’nın getirdiği kutsal kitap olan Tevrat’a inanmayarak, bir kısmını
kabul edip, bir kısmı kabul etmemeleri onlar için azap olarak geri döndüğü
açıkça belirtilmiştir. İnanmak hala birçok kişinin işine gelmiyor, doğrudur…
Eğer evliyseniz ve eşinizin sizi
aldattığına inanıyorsanız önce kendinize bakmalısınız. Sadece bu gününüze
değil, geçmişte yapıp da hala pişman olmayıp, tövbe etmediklerinize bakın.
Çünkü ALLAH (C.C.) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Zina eden erkek ancak, zina eden
veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak
zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, mü'minlere haram
kılınmıştır. (NUR SURESİ 3. Ayet)”
Dinler arası Diyalog
Son günlerde farklı dinlerin
birbiriyle ilişki içerisinde olduğu konusunda çalışmalar yapan hocalar ve
cemaatler ortaya çıktı. Müslüman bir imam, Hıristiyan bir papaz ile el sıkışıp
sanki bir şeylerin pazarlığını yapar görüntüsü verebiliyor. Onlar için çok
sözüm yok, zaten çok söze de gerek yok. Soruyorum: Müslüman mısınız? Cevabı:
Elhamdülillah ise; “Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar,
kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık
yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki
Allah hesabı çok çabuk görendir. (AL-İ İMRAN SURESİ 19. Ayet)” şüphesiz
ALLAH’ın katında din İslam iken, Hıristiyan, Yahudi cennete girecek diye
söylenemez. “Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere
öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu
bir azap ile müjdele.(AL-İ İMRAN SURESİ 21. Ayet)” Şimdi siz
ALLAH(C.C.)’ın ayetlerini inkâr etmiş olmuyor musunuz, Peygamberinin getirdiği
emirleri kabul etmeyerek onu öldürmüş olmuyor musunuz? Azap sizi bekliyor…
Engin DİNÇ
18.12.2011
24 Temmuz 2012 Salı
Engin DİNÇ - Allah(C.C.)'a Dost Olmak
Günümüzün âlimlerinin çoğu İslamiyet’i
yaşamayı başarmaktadır fakat İslami Aşk ve tefviz içinde olduklarını söylemek
açıkçası zor. Çünkü bir amaç peşinde koşarak bir kitle etkilemeyi amaçlayarak;
cemaat toplamak, devletin ideolojisini değiştirmek ya da devlet kurmayı
amaçlamak İslam'ın somut kavramlardan vazgeçip, tüm faniyetten uzaklaşarak
bedeni ve varlığı Allah(C.C.) yolunda feda etmeye ters düşmektedir.
Oysaki gerçek Müslüman; kendisini ve
tüm varlığını(eşi ve ailesi de dâhil) Allah(C.C.)’a adayan, O(C.C.)’nun
kazasına razı olup ondan gelecek her şeyi sorgusuz kabul edendir.
Bir Müslüman kişi eğer Allah(C.C.)
katında yükselmiş bir zat olmak istiyorsa; Allah(C.C.)’a dost ve veli olmak
istiyorsa; öncelikle kendisini ilim ve irfanla donatmalıdır. Tüm maddi
isteklerden feragat etmeli elini açarak dua ettiğinde içinde maddiyat olan(Para,
iş, kariyer, eş, çocuk, lüks, şöhret, mülk v.s.) hiçbir şeyin arzusunda
olmamalıdır. Nitekim Allah(C.C.) Şûra Suresi 20. Ayette “Kim âhiret mahsülü isterse,
onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona
da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” Demiştir. Mümin yaptığı ve
yapacağı her şeyde işini Allah(C.C.)’ın takdirine bırakmalı sonucunda onun için
büyük belalar ve ölüm bile olsa buna rızalı olmalıdır.
Yine Allah(C.C.)’ın dostluğunu
kazanmak isteyen kişi ibadetini tam anlamıyla yerine getirmekle kalmayarak
nafile ibadetler yapmalıdır. Nitekim Allah(C.C.) bir Hadis-i Kutsi de: “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, hiç
şüphesiz ben ona harb ilan ederim. Kulum, kendisine farz kıldıklarımdan benim
için daha çok sevilmeye değer şeylerle bana yaklaş(a)maz. Kulum bana
nafilelerle yaklaşmaya devam eder; nihayet ben onu severim. Ben onu sevince de,
onun işiteceği kulağı, göreceği gözü, tutacağı ve vuracağı eli ve yürüyeceği
ayağı olurum. Benden isterse, ona verir, bana sığınırsa onu korurum.” Diyerek
nafilelerin önemini ortaya koymuştur. Ayrıca mümin başkalarının da
ibadetlerine(onlar istedikleri süreçte) yardımcı olmalıdır. Fakat hiçbir
kimseyi ibadete zorlamamalı, sürekli sıkılacağı bir şekilde davette
bulunmamalı, bir kişiyi üçten fazla davet etmemelidir. Çünkü Allah(C.C.) kimilerine nasip edip etmeyeceğini,
her şeyin kendi kudretinde olduğunu; Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’inde
açıkça bildirmiştir. Yani istediğiniz kadar söz söyleyin, isterseniz zorla
yaptırın sonunda Allah(C.C.) nasip etmezse kimse İman sahibi olamaz, olamadığı
gibi bu davranışınız da İman’a bir zarar bir hakarettir. Ayrıca bilmeden
Allah(C.C.)’a karşı gelmiş olur onun emirlerini hiçe sayarak sanki sizin bir
kişiyi imana getirme yetiniz varmış gibi davranmış olursunuz.
Yine Allah(C.C.)’ın veliliğine talip
olan kişi az yemeli, çokça oruç tutmalı. Az uyumalı çokça ibadet ile meşgul
olup tefekkür etmelidir ki Allah(C.C.) tefekkür ile ilgili Mümin Suresi 58.
Ayette “…Ne kadar az düşünüyorsunuz!”
Diyerek düşünmeyenler hakkında yakınmıştır.
Yine Allah(C.C.)’ın dostluğuna talip
olarak büyük evliya zatlardan olmak isteyen kişi; Cennet ve Cehennem
düşüncesinde ve isteğinde olmamalıdır. Yaptığı ibadetin bir karşılığı olarak
Cennet arzusu ya da dünya nimeti gütmemelidir. O kişinin tek arzusu
Allah(C.C.)’ın rızasından başka bir şey olmamalıdır.
Allah(C.C.) dostu olmak isteyen mümin
az konuşan, hikmetlerinden az bahseden kişidir. Çünkü Allah(C.C.) kendisine
dost olmasını istediği bir kişiye öncelikle hikmet verir. Nitekim Bakara Suresi
269. Ayette: “O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasip edilmişse,
doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri
anlar ve düşünürler.” Demiştir.
Bu hikmet öyle bir özelliktir ki ifşa edildiğinde gider ve bir daha
gelmez. Bu sebeptendir bir mümin hikmetler sahibi olduğunun farkına varmışsa
bunu en yakını bile olsa söylememeli, kullanmamalı, ifşa etmemelidir. Hikmetin
fazileti hakkında büyük âlimlerden olan Erzurumlu İbrahim Hakkı(K.S.) eseri
olan Marifetname de şu sözlere yer vermiştir: “Hikmet, ölü kalpleri diriltir, daralmış göğüsleri genişletir. Hikmet, hikmetli
kişinin sermayesidir. O sermayeyi konuşarak yok eden, elden çıkaran kimdir?
Hikmet zevkinin gönülden gitmesi, onun gereksiz yerde, istenmeden, sorulmadan
söylenmesidir. Hikmeti, ehlinden menetmek, onlara zulümdür. Hikmeti ehli
olmayana söylemek de hikmete zulümdür. Ona zulmetmek büyük hatadır. Zira ona
zulmeden zalimin hasmı Allah(C.C.)’tır.”
Allah(C.C.) bizleri kendisine dost,
veli olan hikmet sahibi yaptığı kulların zümresine nail etsin inşAllah…
Engin DİNÇ
24/07/2012
2 Temmuz 2012 Pazartesi
Engin DİNÇ - Keşke Hep Çocuk Kalsaydık
Keşke hep çocuk kalsaydık,
Düşüp dizlerimizi kanatmaktan başka derdimiz olmasaydı.
Saçını çekip ağlattım kız...
Bir gün büyüyüp de kalbimi yerinden çekeceğin; hiç aklıma gelmemişti.
02/07/2012
Engin DİNÇ
Düşüp dizlerimizi kanatmaktan başka derdimiz olmasaydı.
Saçını çekip ağlattım kız...
Bir gün büyüyüp de kalbimi yerinden çekeceğin; hiç aklıma gelmemişti.
02/07/2012
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Keşkelerimiz Olmasa Keşke
Bu gün dünyada kimse kalmasa,
Bir sen kalsan bir de ben,
El ele tutuşup koşsak dünyanın bir ucundan diğer ucuna,
Kimseler karışmasa aşkımıza,
Aşık olmasak birbirimizden başkasına,
Hiç keşkelerimiz olmasa,
Keşke olmasa...
12/05/2012
Engin DİNÇ
Bir sen kalsan bir de ben,
El ele tutuşup koşsak dünyanın bir ucundan diğer ucuna,
Kimseler karışmasa aşkımıza,
Aşık olmasak birbirimizden başkasına,
Hiç keşkelerimiz olmasa,
Keşke olmasa...
12/05/2012
Engin DİNÇ
Engin DİNÇ - Sen Gülerken Ağlardım Ben
Sen gülerken ağlardım ben,
Mutluyken sevgilinin sıcak kollarında,
Üşürdüm kaldırım diplerinde,
Ellerimi nefesimle ısıtırdım,
Seni düşünürdüm bir tek;
Sokak lambası altında karlar içinde...
Sen;
Koşarken sahillerde el ele,
Ben yalnızlığın tanıdı çıkarırdım,
Kuytu bir köşede...
Sen öperken ıslak dudakları,benim ağzım kururdu.
Su bile içmezdim senin dudaklarının tadı gitmesin diye...
Sen gülerken ağlardım ben,
Gözyaşları bana kalsın, gülen sen ol diye...
01/07/2012
Engin DİNÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)