Bizi var eden, toplumları toplum,
bireyleri birey eden en önemli konulardan bir tanesi de aile müessesesinin
varlığı ve korunmasıdır. Bu mukaddes müessesenin var edilerek, devamlılığının
sağlanması da iki tarafın hoşgörü ve haklarının korunmasıyla olacaktır.
Mukaddes dinimiz İslam’da erkeğin karısı üzerinde, kadının da kocası üzerinde
hak sahibi olmasını öngörülmüştür.
Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları
Son ve hak olan dinimiz İslam
erkeği kadına karşı, kadını da erkeğe karşı korumuş ve fıtratları göz önüne
alarak tam bir eşitlik sağlamıştır. Ergen bir erkeğin ve bir kadının öncelikle
Allah (c.c.) ve sonra çevresindeki insanlar huzurunda söz vererek dünya evine
girmeleri, hayırlı olması dilekleriyle kurdukları yuvalarını daim etmeleri
birbirlerine karşı haklarını korumakla olacaktır.
Bir kadın kocasına kayıtsız,
şartsız bağlı olmalı ve ona uymalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda
şöyle buyurmaktadır: “Kocası kendisinden hoşnut bir halde ölen
kadın, cennete girer.”[1]
Dikkat etmek gerekir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) girebilir dememiş, direkt
olarak girer demiştir. Tabi ki bu hadis-i şerif’in yorumunda dikkat edilmesi
gereken kişinin, mümin olmasıdır. Mümin olan ve kocası kendisinden hoşnut
olarak ölen kadın cennete girecektir. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu
konudaki şöyle buyuruyor: “Kadın, farz namazlarını kılınca, Ramazan
orucunu tutunca, ırzını koruyunca ve kocasının emrine uyunca, Rabbin cennetine
girer.”[2] Burada
görülüyor ki peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir kadının cennete girebilmesini İslam
şartlarının yanı sıra kocasına itaat etmesine bağlamıştır. Yine Peygamberimiz
(s.a.v.) buyuruyor ki: “Hamile olan, çocuk doğuran, çocuk emziren
ve çocuklarına şefkatle bakan kadınlar, eğer kocalarına itaatsizlik etmezlerse,
namaz kılanları cennete girer.”[3] Bu
hadis-i şerifte de görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir kadının
cennete girebilmesi için imanın şartlarının yanı sıra kocasına ve çocuklarına
karşı şefkatli ve itaatkâr olması gerektiğini vurgulamıştır.
İnsanoğlu hiçbir zaman cehenneme
girmeyi istemez, hep cennete girmeyi, mükâfatlandırılmayı istemiştir. Fakat o
mükâfatı hak ettim mi acaba? Diye kendisine sormaz. Soracak olsak bugün ölen
herkes kendisini cennete layık görür fakat bir kadının, iyi ve şefkatli
kocasına karşı sesini yükseltmesi dahi onu cennetten uzaklaştıracaktır, bunu
bilmez.
Soruyorum evli kadınlar
kocalarınıza karşı ne kadar hoşgörülüsünüz? Onların hizmetini yaparken ne kadar
yürekten sevgiyle yapıyorsunuz? Size bir altın, bir hediye alamadıkları zaman
başkasının kocasıyla kıyaslamıyor musunuz? Peki, bundan hiç mi utanmıyorsunuz?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bana
Cehennem gösterildi, cehennemliklerin çoğunu kadınların meydana getirdiklerini
gördüm.” Kadınlar: “Ne yüzden Ya Resulullah?” diye sordular.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Çok lanet ediyorsunuz ve iyi geçimli
kocalarınıza karşı nankörlük ettiniz için.” Diye cevap verdi.[4]
Yine diğer bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle anlatıyor: “Cennet
bana gösterilince oradakilerin arasında kadınların azınlıkta olduğunu gördüm.
“Kadınlar nerede?” diye sorunca Cebrail (a.s.) bana: “Altın ve parlak boyalar
onları alıkoydu.” Diye cevap verdi.”
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu
konudaki hadisleri öylesine çoktur ki bizler bir kısmını dahi anlayıp akıl
süzgecinden geçirseydik, hem aile bağlarımız sağlam olur, boşanmalar azalırdı.
Hem de yarınlara daha hayırlı evlatlar yetiştirebilirdik.
H.Z. Âişe (R. Anha) şöyle
anlatıyor: “Bir gün evlilik çağına varmış genç bir kız Peygamberimize gelerek; “Ya
Resulullah evlenmekten korkuyorum, kocanın kadın üzerindeki hakları nelerdir?” diye
sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) de ona; “Eğer onun vücudu tepeden tırnağa irin olsa
ve sen onu dilin ile yalayıp temizlesen yine hakkını ödeyemezsin.” Diye
cevap verdi. Genç kız bunun üzerine; “O halde evlenmeyeyim mi?” diye
sordu. Peygamberimiz (s.a.v.): “Hayır, ne münasebet evlen. Çünkü o daha
hayırlıdır.” Diye cevap verdi.[5]
Bir kadın kocasından izinsiz
hiçbir işe kalkışmamalıdır. Çünkü evlilik demek iki insanın bir olması
demektir. Kadının kocasından habersiz yapacağı bir işin sonunda kocasının
başını yere eğebilir. Yapacağı her işte önce kocasına danışmalı ve onun
rızasını almalıdır. Kocasının rızasını almadan yaptığı iş hayırlı dahi olsa,
şer olarak amel defterine kaydedilebilir.
İbn-i Abbas (r.a.) anlatıyor:
“Has’am kabilesinden bir kadın Peygamberimize gelerek; “Ya Resulullah ben dul
bir kadınım, evlenmek istiyorum, koca hakları nelerdir?” diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Kocanın karısı üzerinde başlıca
şu hakları vardır.
- Kocası kadın ile yatmak
isteyince kadın deve sırtında bile olsa onu reddetmemelidir.
- Kocasının evinden onun iznini
almadan hiçbir şey vermemelidir, eğer verirse sevabı kocasının günahı
kendisinin olur.
- Kocasının iznini almadan nafile
oruç tutmamalıdır. Eğer tutarsa açlık ve susuzluk çekmiş olur hiçbir sevabı
olmaz.
- Eğer kocasından izinsiz evden
çıkarsa eve dönünceye kadar veya yaptığından tövbe edinceye kadar melekler ona
lanet eder.”[6]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
kadının kocasına karşı ne kadar itaatkâr olması gerektiğini vurguladığı bir
hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Bir insanın diğer bir insana secde etmesini
isteseydim, karısı üzerindeki hakkının öneminden dolayı, kadının kocasına secde
etmesini emrederdim.” Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadınların
sokakta olmaktan çok evde olmasının ne denli önemli olduğunu, kadının evinin hizmetkârı
olması gerektiğini şöyle vurgulamaktadır: “Kadının Rabbi’nin rızasına en yakın olduğu
durumu evinin dört duvarı arasında bulunduğu zamandır. Evinin dört duvarı
arasında kıldığı namaz, camide kılacağı namazlardan, odasında kıldığı namaz, evinin
diğer herhangi bir yerinde kıldığı namazlardan ve iç odasında(yatak odası)
kıldığı namaz, odasında kılacağı namazdan daha faziletlidir.”[7]
Bir kadın erkeği için, namusunu
yabancı gözlerden korumalı ve erkeğinden ihtiyacı fazlasını isteyerek onu haram
kazanmaya sürüklememelidir. Günümüzde kadınların birçoğu kocası az kazanıyor,
başkasının kocası çok kazanıyor diyerek evinde huzursuzluk çıkartıyor, bir
kısmı kocasının haram kazanmasını isteyerek, haram yemeğe rıza gösteriyor, bir
kısmı ise daha fazla kazanarak kendisini madden ihya edebilecek adamlarla zina
yapıyor. Hele ki son bahsettiğimiz kadın; yani başka erkeklerle çok para
kazanıyor diyerek zina eden ve onlardan bunun karşılığında lüks bir yaşandı,
para, altın talep edenler ki vay onların haline! Çünkü hem zina ile büyük
günahı işliyor. Hem kocasını aldatarak eş hakkına girerek Allah’ın (c.c.)
gazabına nail oluyor, hem kocasını aldatıp kul hakkına giriyor, hem de Allah’ın
(c.c.) eşine verdiği rızkı kabul etmeyip, beğenmeyerek karşı geliyor.
Sabırsızlık ediyor. Bu kadının bu haliyle cehennemlik olduğunu biz aşikâr
gözlerle görüyoruz ki Allah (c.c.) bu kadının bizlerden gizli tuttuğu fakat kendisine
aşikâr olan daha nice günahlarından haberdardır. Her bir günahı için cehennemde
büyük azap kendisini beklemektedir. Dünyada zina ile haram ile sahibi olduğu
altınlar, hediyeler yarın mahşerde kendisine fayda sağlayacak mı?
Erkek karısına rızık verici
değildir, bir eş bir hayat arkadaşı, imanın diğer yarısıdır. Kadın kocasını
seçerken, bana güzel bakar, bol para verir, güzel hediyeler alır. Bu adam çok
para kazanan adam diyerek değil, bu adam imanımı tamamlar, secde ederken
yanımda o da secde eder. İmam olup bana namaz kıldırır demelidir.
İlk Müslüman kadınların halleri
böyledir. Kadınlar ve kızlar babalarını dışarıya uğurlarken arkasından şöyle
söylerlerdi: “Sakın haram kazançlara sapma. Biz açlık ve sıkıntıya dayanırız,
ama cehenneme katlanamayız.”
İmam-ı Gazali Mükâşefetü’l Kulûb
adlı eserinde bu konu üzerine şöyle bir kıssa anlatmaktadır: “İlk
Müslümanlardan bir erkek bir yolculuğa niyetlenir. Komşuları yolculuğa
çıkmasını doğru bulmazlar; Karısına: “Kocanın yolculuğa çıkmasına niye razı
oluyorsun? Hâlbuki sana nafaka bırakmadı.” Derler. Kadın komşularına şu
cevabı verir: “Kocamı bildim bileli rızık verici olarak değil, yiyici olarak tanıdım.
Benim rızkımı veren Rabbim var. Şimdi yiyici gidiyor fakat rızıklandırıcı bakidir.””[8]
Kadının Erkeği Üzerindeki Hakları
Erkeklerin kadınlar üzerinde
olduğu kadar, kadınların da erkekler üzerinde sahip olduğu haklar vardır.
Peygamber Efendimiz: “Cennet annelerin ayakları altındadır.”[9] Ve “Anne
cennet kapılarının ortasındadır.”[10] Hadis-i
şerifleriyle kadının ve annenin ne denli önem arz ettiğini vurgulamıştır. Her
kadın bir anne adayıdır. O halde her kadının cennetin anahtarı demektir.
Kadınlar, erkeğin hem maddi hem de manevi hazzını sağlamaktadır. Allah-u Teâlâ
Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de dahi kadına verdiği önemi göstermek için
Nisa ve Nur Surelerini indirmiş ve surelerin tamamına yakınında kadınların
hakları üzerinde durmuştur. Bizi var eden Rabbimizin dahi böylesine önemle
yaklaştığı kadınların bugün töre cinayetlerine maruz kalması, koca dayağı
yemesi, kocasından bin bir türlü laf işitmesine rağmen sabır ile evine ve
çocuklarına analık etmesi onu cennete götürecekken ona bu zulümleri edeni de
cehenneme götürecektir.
Allah (c.c.) evlenirken de kadınlara
bazı haklar tanımıştır ve şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Kadınlara zorla
mirasçı olmanız ve kendilerine vermiş olduğunuz mehrin bir kısmını elde etmek
için onlara baskı yapmanız helal değildir. Meğerki arayı açacak bir fuhuş
irtikâp etmiş olsunlar. Onlarla iyi geçininiz. Eğer hoşunuza gitmemişlerse,
olabilir ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah birçok hayır takdir etmiş
olabilir.”[11]
Ve Allah (c.c.) yine buyuruyor ki: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın O’na
kulluk ediniz. Anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya,
uzak komşuya, eşinize, yolda kalmışlara ve elinizin altındakilere iyi davranın.
Kuşkusuz Allah Teâlâ, kendini beğenmiş ve böbürlenen kimseleri sevmez.”[12]
Kadınlar fıtratları gereği
duygusal, çabuk hüzünlenen, küçük sorunları dahi çabuk büyüten ve bunun
sonrasında pişman olan kimselerdir. İşte bu sebepten dolayı kadınların
fıtratını bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Onların duygusal olduklarında
onları kırmamak, üzmemek gerekir. Küçük sorunları büyütüp size karşı asileşmeye
başladıklarında onlara karşı sabırla yaklaşmalı ve koca haklarından bahsederek
isyana giden yoldan onları çevirmelisiniz. Erkek, karısına helal yoldan
yedirmeli, giydirmeli ve haram olan her şeyden uzak tutmalıdır. Karısının
ihtiyaçlarını karşılamalı, hem madden hem de manen hazzını yüksek tutmalıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de
kadınlara büyük önem vermiş ve onlar hakkında ölümünden hemen önce verdiği
öğütte, nefesi titreye titreye şöyle bahsetmiştir: “Namaza, namaza. Elinizin
altındakilere… Onlara güçlerinin üzerinde yük yüklemeyin. Kadınlar hakkında
Allah’tan (c.c.) korkun. Allah’tan (c.c.) korkun… Onlar sizin elinize verilmiş
birer emanettir… Onları Allah’ın (c.c.) emaneti olarak aldınız… Avret yerleri
Allah’ın (c.c.) buyruğu uyarınca size helal oldu…”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
başka bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Kadının huysuzluklarına sabırla katlanan
erkeklere Yüce Allah (c.c.), karşılaştığı belalara katlanan Eyyûb’e (a.s.)
verdiği mükâfatı verir. Kocasının huysuzluklarına katlanan kadına da Firavun’un
karısı Asiye’ye verdiği sevabı verir.”
İmam-ı Gazali Mükâşefetü’l Kulûb
adlı eserinde bir kıssayı şöyle anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v.) H.Z. Âişe (r.
Anha) ile tartışmıştı. Araya H.Z. Ebu Bekir’i (r.a.) hakem koymuşlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.) H.Z. Âişe’ye (r.anha) “Sen mi konuşacaksın ben mi
konuşayım?” diye sorunca H.Z. Âişe (r. Anha): “Sen konuş fakat sadece doğruyu
söyle.” Deyince H.Z. Ebu Bekir (r.a.) dayanamayıp kızı H.Z. Âişe’ye (r.
Anha) “Ey nefsinin dostu! O doğrudan başka bir söz söyler mi ki?”
dedi, bir tokat attı ve ağzını kanattı. H.Z. Âişe (r. Anha) de Peygamberimize
(s.a.v.) sığınarak, O’nun arkasına geçti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) H.Z. Ebu
Bekir’e (r.a.) “Seni bunun için çağırmamıştık ve böyle yapmanı istememiştik.” Dedi.[13]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
tartışmış dahi olsa eşinin hakkını gözetmiş ve babasına karşı korumuştur. Bu hususta
Enes İbn-Malik (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Peygamberimiz (s.a.v) kadınlara ve
çocuklara karşı insanların en şefkatlisiydi.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v)
eşiyle bolca şakalaşır, güler, eğlenirdi. H.Z. Âişe (r. anha) anlatıyor: “”Bir
Aşure günü, oynaşan zenci ve zenci olmayanlardan bir araya gelmiş bir oyuncu
grubunun gürültülerini duydum. Peygamberimiz (s.a.v.) bana “Onların oyunlarını
görmek ister misin?” dedi. “Evet” dedim. Bunun üzerine Peygamberimizin
çağrısıyla evin önüne geldiler. Peygamberimiz (s.a.v.) kapıya geldi, avucunu
kapıya dayadı, elini uzattı, bende çenemi onun koluna dayadım ve dışarıda
oynayanları seyretmeye koyuldum. Peygamberimizin (s.a.v.) birkaç defa “Artık
yeter mi?” demesine rağmen bende iki-üç defa ona “Biraz dur” dedim. Nihayet
artık yine “Artık yeter mi?” demesi üzerine; “Evet” dedim de oyunculara
gitmelerini söyledi, onlar da çekip gitti.”[14]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
eşlere iyi davranmak hususunda şöyle buyurmaktadır: “İmanı en olgun Müminler, huyu en
güzel olanı ile eşine karşı en tatlı davrananlardır.”[15]
Halifeler arasında en heybetli ve
sert yüzlüsü olan H.Z. Ömer (r.a.) şöyle buyuruyor: “Erkeğin ailesi içinde çocuk
gibi olması ve gerektiği zaman erkekliğini ortaya koyması gerekir.”
Erkek karısına hoşgörülü ve
sevecen olması gerekirken dediğimiz üzere onun fıtratını da bilmeli ve her
istediğine onay vermemelidir. Çünkü kadının nefsi erkeğin nefisinin dokuz
katıdır. Bu dokuz kat nefis sabır ve sebatta dokuz kat yükselirken, arzu ve
şehvette de dokuz kat aşağı inmektedir. İşte erkek yeri geldiğinde kadının
nefsini dizginlemeli ve her istediğine olur dememelidir. Bu konuda Peygamberimiz
(s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Karısına köle olan mahvolur.” H.Z.
Ömer (r.a.) bu konuda: “Kadının arzularına karşı durunuz, çünkü
onların arzularına karşı koymada bereket vardır.” Yine Hasan el-Basrî
(k.s.) şöyle buyuruyor: “Allah adına yemin ederek söylüyorum,
karısının her arzusuna uyan erkeği Allah, cehenneme atar.”
Kadın haklarının korunmasını dahi
erkekten istemeli, kendi hakkını kendi savunma yoluna gitmemelidir. Çünkü erkek
dünyada kadın üzerinde hâkimdir. Bu konuda Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim de
şöyle buyrulmuştur: “Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler.”[16]
01/01/2014
Engin DİNÇ
KAYNAKÇA
[1] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Tirmizî 1161, Ebû Ya‘lâ, Müsned 6903, Beylakî,
Şuabü’l İman 8744)
[2] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (İbn Hibban, Sahih, İhsan 4163, Mevârid 1296,
Taberani, Evsat 4598)
[3] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (İbn Mace 2013, Ahmed B. Hanbel 22227)
[4] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Buharî 298, Müslim 79)
[5] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Hâkim, Müstedrek 2768, Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid
4/307, Nesâi, Kübrâ 5386
[6] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Ebu Ya lâ, Müsned 2455, Hyesemî, Mecmeu’z-Zevâid
4/306-307
[7] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (İbn Hibban, Sahih, İhsan 5598, Mevârid 329,
Bazzâr, Müsned 2061, Taberanî, Kebîr 10115
[8] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Kalplerin Keşfi) – Çelik Yayın Evi – Bölüm 95 –
Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları - Sayfa 523
[9] Nesâî,
Cihad 6
[10] Ahmed
B. Hanbel 198
[11] Nisa
Suresi 19. Ayet
[12] Nisa
Suresi 36. Ayet
[13] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Kalplerin Keşfi) – Çelik Yayın Evi – Bölüm 94 – Kadının
Erkeği Üzerindeki Hakları – Sayfa 517
[14] İmam-ı
Gazali – Mükâşefetü’l Kulûb (Kalplerin Keşfi) – Çelik Yayın Evi – Bölüm 94 – Kadının
Erkeği Üzerindeki Hakları – Sayfa 518
[15] Nesâî,
Sünenü’l-Kübrâ 9154, İbn Ebî Şeybe, Musannef 25319, Hâkim, Müstedrek 173
[16] Nisa
Suresi 34. Ayet