23 Temmuz 2016 Cumartesi

Darbe Günlüğüm

İnsana “Bu nasıl bir imandır?” sorusunu sordurtan o muhteşem milletin bir mensubu olarak o hain gecenin göbeğinde kendisini bulmuş bir adamın biraz hüzün, biraz kızgınlık ve en çok da onur duygusu dolu yazısıdır bu…

Ankara’dan İstanbul’a doğru saat 16:00’da hareket edeceğim. Daha ilk dakikalardan itibaren eğlenceli bir yolculuk olacağını düşünmeye başlamıştım. Polis, bomba imha ekibi ve sinyal kesici araçla peronlara girmişti. Hayretle olan biteni izliyordum. Şüpheli bir paket fünye ile patlatılacaktı. Beni uğurlamaya gelen nişanlıma “Cam kenarından uzak dur fünye basıncıyla camlar kırılabilir!” dememe kalmadan bir kadının avazıyla irkildik “Ne yapıyorsunuz çantama?” diye bağıran kadının çantasıymış meğer, unutmuş… Şüpheli paket imhası bir anda komedi oyununa döndü, kadın ispatlamaya çalışıyor, polis ikna olmaya çalışıyordu. Tüm bu yaşananlar sadece beş dakika sürdü. Beş dakika gecikmeli olarak İstanbul’a doğru harekete geçtik. Bir numaralı koltukta olmanın güzelliğiyle yolu izleye izleye gidiyordum. Tahminen saat 22:00’da Esenler’de Büyük İstanbul Otogarı’nda olacaktık.

Dudullu’daki yolcularımızı bırakıp tekrar Esenler’e doğru hareket ettik bir süre yol gittik köprü girişine yaklaştığımızda garip hareketlilikler olduğunu sezdik, ilk önce trafik kazası olduğunu düşünüyorduk. Bende trafik kazası mı acaba diye internette gezinirken askerin köprüyü kestiğini öğrendim. İlk bilgiler 11 Eylül’de Amerika’da olduğu gibi bir terör saldırısı ihtimaliydi. Köprü ondan kesilmiştir diye düşündü yolcular ama bana garip gelen ise İstanbul’a giriş yönü kapalı fakat çıkış yönü açıktı. Madem saldırı ihtimali mevcut o zaman iki yön de trafiğe kapatılmalıydı. Hadi diyelim ki bu terör saldırısıydı peki bu şehrin polisi varken askere ne oluyordu? Bu resmen bir darbe eylemiydi ama anlayacaktık, yolculara bir şey diyemedim. Muavini yanıma çağırıp “Bu ciddi bir iş merkezi bir arayıp sorun!” dedim…

Bir süre sonra telefonum çaldı, nişanlım arıyordu. Durumu anlattığımda o da Ankara’da jetlerin havalandığını ve alçak irtifa ile evlerin üzerinde gezindiğini söyledi. Korkmuştu. Telefondan dahi jetlerin seslerini duyuyordum. Nişanlım; “Sürekli patlamalar oluyor, bir şey mi oluyor?” diye korkulu bir sesle bana soruyordu. Durumu bende tam anlamış değildim. Sadece diğer yolcuların duymasını engellemek için elimle ağzımı kapatarak sessizce; “Camlardan uzak durun bu bir darbeye benziyor.” Dedim. Telefonu kapattıktan sonra Hava Kuvvetleri’nde görevli bir yakınımı aradım. Durumdan haberdar olmadığını söyledi. Dakikalar sonra tüm niyetler anlaşılmış, darbe girişimi Başbakan’ın da açıklamasıyla netleşmişti. Karşımızda eli silahlı asker göz göze bekliyorduk. Bir süre sonra köprünün diğer tarafı da trafiğe kapatıldı. Şaşkın bakışlarımız arasında dört tank yan yoldan ters istikamete doğru ilerleyerek önümüze dizildiler.

Telefonum tekrar çaldı. Nişanlım korkulu bir ses tonuyla “Ankara’da çok büyük patlamalar olmaya başladı!” diyordu. Jetlerin sesleri telefona kadar geliyordu. Ankara’da ki evimiz TBMM’ye çok yakındı. Telefonu kapatıp sosyal medyada canlı yayınları takip etmeye başladığımda şaşkınlığım biraz daha arttı. Türk askeri TBMM’yi vuruyor, yolda ki insanlara helikopterler ile ateşler açılıyordu. Bunlar Türk askeriydi! Bu nasıl Türklük bu nasıl askerlik onuruydu?

Güldüm bir an kendi kendime. Bu benim silahların arasında kaldığım kaçıncı olaydı diye… Zaman geçsin diye bazen internete bakıyor bazen kahve içiyordum. O sırada araç radyosundan ilan okunmaya başlandı. TRT Radyo’da darbe yapıldığı açıklanıyordu. Yolculardan isyan edenler, ağlayan kadın ve çocuklara baktım. Fakat sakin olun bu gerçek değil desem de “Nasıl değil okunuyor işte…” yakınmaları geliyordu. Oysa ben haber almıştım üç-beş askerin zorlamasıyla bu ilan yapılıyordu. Tamamen hür iradeli bir haber ve bildiri değildi.

İnsanlar hem korkuyor hem de beklemekten acıkanlar, tuvaleti gelenler sabırsızlanıyorlardı. Asker ise kılımızı kıpırdatmamıza izin vermiyordu. Bende aynı durumdaydım. Biraz zaman geçer ümidiyle bir şeyler okumaya başladım. Gözüme Saff Suresi 13. Ayet takıldı. Onu görünce parmağımdaki yüzüğüme baktım, tebessüm ettim. Bu iş gece 03:00’da bitecek dedim içimden…

Aynı şeyi Facebook profilime de yazdım. “Saat 03:00'a kadar tüm darbe girişimi yapanlar kışlalarına dönecekler. Sabaha da cezalar verilmeye başlanacak... Bu darbe girişimi böyle biter! Halk kazanacak!”

Beklemek çok uzayınca artık araçlardan inen insanlar askerlerin yanına doğru yürümeye başladılar. Askerler silah doğrultarak “Can güvenliğiniz için uzaklaşın, bu bir sıkıyönetimdir.” Diyorlardı. Benim askerim bana “Can Güvenliğin” için ve “Sıkıyönetim” kelimelerini kullanıyordu. İnsanlar önce sakince konuşarak ikna yöntemini denediler. “Komutanım…” kelimesiyle cümleye giren vatandaş; “Açın yolumuzu çoluk çocuk aç perişan olduk!” diyordu. Fitil ateşlenmişti, patlaması uzun sürmedi. Halka silahı çevirip namluya mermiyi süren askerler bunu yaptıklarına pişman olacaklardı. Bir kısmı tankların içine gidip saklanmaya başladılar. Bir kısmı sorunun fehametini çabuk sezdi ve emniyet güçlerine silahlarıyla birlikte teslim oldular. O teslim olan erlerden bir tanesi dahi tek tokat yemedi.

Saat 01:00’da geldiğinde köprü girişinden karşı şeride geçmeyi başaran araç hızla Dudullu tesislerine dönme kararı aldı. Köprü iyice karışmış, insanlar tanklarla ezilmiş, ambulanslar aranıyor, sağlıkçılar aranıyordu. Can çekişerek ölen insanlar, ilk anda tank paletleri altında parçalanmış bedenler ve onların çığlık çığlığa ağlayan eşlerini görmek o kadar ızdırap vericiydi ki sonraki günde dövülen asker haberleri beni hiç üzmedi. Kanunsuz emir dinlenmemeliydi. Evet, ben vicdanlı bir adamım ama o an vicdandan eser kalmıyor, korkudan da… Çatır çatır kurşun sıkan askerin karşısında “O mermin bitecek, vur vur göğsüme sık!” diyen insanların cesaretleri tamamen delilikti. Mikron korku hissetmiyorduk!

Dudullu’ya vardığımda gözlerimin önünden gitmeyen görüntüler bir yandan, benim yolda olduğumu öğrenen arkadaşların aramalarıyla susmayan telefon bir yandan yormuştu beni… Hemen motosiklet ile olduğum yerden alındım. Kalanlar ne yaptılar bilmiyorum ama hiçbir araç yoktu. Servis, taksi hiçbir şey…

Gecenin geç saatine kadar uyuyamadım. Cuntacıların sosyal medya timi çoktan iş başına geçmiş eski trafik kazası görüntülerini, PKK’nın sosyal medya hesaplarındaki eski paylaşımlarını alıp bir güzel montajlayıp halka servise başlamışlardı bile…

Meydanda kanlarını dökenlerin, canlarını verenlerin evde bıraktıklarını kandırmaya çalışanlara, çocukla babayı düşman etmeye çalışanlara izin vermemek gerekiyordu. Tüm bilişim bilgimi bu yönde kullanmaya karar verdim. Ulaştığım tüm kaynakların orijinallerini paylaştım, paylaşılmasını sağladım. Darbeyi öven kişileri tespit edip ekran görüntüsü ve bağlantı adresiyle birlikte gerekli birimlere ilettim. Tekrar da yaparım. Ülkemizi her yerden bölmeye çalışanlara izin verecek değiliz.

Ortalık durulduktan sonra sosyal medya üzerinden halkı galeyana getirmeye çalışanların teker teker tespit edilerek haklarında vatana ihanet başta olmak üzere birçok konuda dava açılmalıdır. Tabiri caizse sürün sürün süründürülmeliler.

Bu vatan hepimizin yarın da bugün bize dost görünenler bu ve benzeri kalkınmalara girişenlerse en doğru cevabı vermemiz lazımdır. M. K. ATATÜRK’ün “Gençliğe Hitabesi”nde söylediği gibi “İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!”… İşte bugün sokaklardaki binlerce vatansever sonlarını hiç düşünmediler… Asıl demokrasi sevdalıları sokaklarda iken kendilerini Kemalist ve demokrat olarak tanıtanların çoğu ise darbe girişimine tiyatro diyerek hala hainleri destekliyorlar… Onlar için yazıklar olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimden…

Şehitlerimizin mekânları cennet olsun. Allah (c.c.) yar ve yardımcımız olsun inşAllah…

16.07.2016

Engin DİNÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder