بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah(C.C.)’ın adıyla. O(C.C.)’nun adıyla
başlamayan hiçbir şey ile O(C.C.) hakkında söz edilemez. O(C.C.) birdir.
“De ki: O Allah Birdir.” (İhlâs/1)
O(C.C.) bana, sana, herkese; her kim olursa olsun ona şah damarından
daha yakındır.
“Biz ona şah damarından daha
yakınız.” (Kaf/16)
Günümüzün en büyük sorunlarından
bir tanesi de kaza namazı olan bir kimsenin nafile namazı kılıp,
kılamayacağıdır. Bu konuda birçok âlim zıtlaşmış olsa da ortak nokta namazların
hayırlı olmasıdır. Kaza namazı dediğimiz namaz vakit namazlarının gecikmesi
sonucu üzerimize borç olarak kalan namazlardır ve kılınması farz olan
namazlardandır. Dolayısıyla farz ibadet dururken aynı vakti nafile ibadetle
geçirmenin faydası yoktur.
Bu konular üzerine Hazreti Ali
(R.A.)’den rivayetle gelen Hadis-i Şerif de şöyle buyrulmuştur: “Farz
namaz borcu olanın nafile kılması, doğurmak üzere olan hamileye benzer. Doğumu
yaklaşmışken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu
kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, nafile namazları kabul
olmaz.” (Kaynak: Abdülkâdir-i Geylanî-Fütuh-ul-gayb m.48) Bu Hadis-i
Şerif’i büyük âlimlerden Abdülhak-ı Dehlevî (K.S.) “Bu Hadis-i Şerif gösteriyor ki, farz borcu olanın, sünnetleri de kabul
olmaz. Çünkü sünnetler de nafiledir.” Şeklinde açıklamıştır. Fakat şahsi
fikrim gereği bu açıklamaya uymama taraftarıyım. Çünkü Hadis-i Şerif de açık
olarak sünnetten bahsedilmemektedir. Ayrıca Hanefi mezhebi için sünnet olan
ibadetler farz gibi hükümde olup, yapılmaması da günah sayılmaktadır.
Yine konu hakkında Abdülkâdir-i
Geylanî (K.S.) Fütuhu’r-Gayb isimli eserinde şöyle bahsetmiştir: “Müminin, en önce farzları yapması
lâzımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer
nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, nafile ile meşgul olmak,
ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri(nafile) kabul olmaz.” Görüldüğü
üzere büyük İslam âlimleri bu konu üzerinde dururken kılınması gereken namazın
öncelikle farz olduğu daha sonra sünnet ve nafile ibadetlerin geldiğidir.
Konu hakkında; Alî ibni Ebî Tâlib(R.A.)’den
rivayetle bildiriyor ki: “Resûlullah(S.A.V.)
buyurdu ki, Üzerinde farz namazı borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile
kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allah-u
Teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.” Denilmiştir.
Kıyamet gününde hesaba çekilen
bir Müslüman kimseye sorulacak ilk sorunun farz namazlar hususunda olacağı ve eğer
farz namazları tam değil ise; “Bakınız
onun nafile namazları var mı?” sorusu yöneltilecektir. Bu soru sonrasında
aklımıza gelen; nafile ibadetin de farz namaz yerine geçebileceği, farz namaz
eksiği olanın da nafile namaz kılabileceği anlamına geldiği düşüncesidir ki bu
düşünce yanlıştır. Çünkü burada farz namazının eksik yapmış bir kimse için
sorulan: “Bakınız onun nafile namazları
var mı?” sorusunda kast edilen nafile namaz; farz namazı zamanında
kılmayarak o vaktin dışında kılarak kaza etme namazıdır. Daha açık bir söylemle
burada geçen nafile namaz aslında kaza namazının yapılıp yapılmamış olmasıdır.
MEZHEPLERE GÖRE KAZA NAMAZI
Kaza namazlarının gecikmesi
açısından, kaza namazı borcu olan kimselerin nafile ve sünnet namazlara vakit
ayırıp ayıramayacağı konusu, mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şâfiî mezhebinde, kaza borcu olan
kimselerin günlük farz namazlar dışında, ister beş vaktin farzı ile birlikte
kılınan sünnetler, ister terâvih, teheccüd gibi diğer sünnet ve mutlak nafileler
olsun, kaza borcunu tamamlamadıkça, sünnet ve nafile kılarak kaza namazlarını
geciktirmeleri haramdır. Ancak bu hükmün anlamı, diğer boş zamanları
değerlendirmeyip, sadece sünnet yerine kaza kılarak borçlanı tamamlanması
değil; kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza
borçlarını geciktirmelerinin câiz olmadığıdır.
Mâlikîlere göre de, günlük farz
namazlar ile sabah namazının sünneti, vitir, bayram ve tahiyyetü´l-mescid
dışında sünnet veya nafile ile meşgul olarak kaza namazını geciktirenler, günah
işlemiş olurlar.
Hanbelîlere göre ise, bu durumda
olan kimselerin, gerek beş vakitte farzla beraber kılınan sünnetleri, gerek
bunlar dışındaki diğer sünnetleri kılmaları câiz ise de, borcu çok olanların,
sabah namazının sünneti müstesna; bunların yerine de kaza namazı kılmaları
efdaldir. Sünnet olmayan mutlak nafile ile meşgul olmaları ise haramdır. (1)
Hanefilere gelince: Üzerinde
ister az, ister çok, kaza borcu olan kimselerin, gerek farz namazlarla birlikte
kılınan revâtib sünnetlerini, gerek Peygamberimizin (S.A.V.) kılınmasını
tavsiye buyurduğu terâvih, teheccüd, tesbih, duhâ, tahiyyetü´1-mescid, evvâbîn gibi
diğer sünnetleri kılmaları, bu yüzden kaza borçlarının ödenmesi gecikmiş olsa
bile, efdal görülmektedir. Sünnet olmayan mutlak nafile namaz kılmak da haram
veya mekruh olmayıp; câiz ise de bunların yerine kaza kılmak efdaldir. (2)
Hanefî mezhebinde muteber kaynak
niteliği taşıyan ve bir kısmı isim, cilt ve sahife numaraları 2´inci dipnotta
gösterilen fıkıh kitaplarında bu husus bu şekilde beyan olunmaktadır. Bu
itibarla, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmalarının ahmaklık olduğu;
bunların Allah katında makbul olmayıp boşa gideceği gibi sözler, Hanefî
fukahasının kaynak olarak kabul ettiği muteber eserlerde yer almayan sözlerdir.
Esasen, -yukarıda görüldüğü üzere; Şafiîler dışında diğer üç mezhebe göre de,
kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmaları câiz; Hanefîlere göre ise efdaldir.
Konuyu özetlemek gerekirse Hanefîlere
göre; efdal yani tercih edilen ibadet şeklidir ki bu tercih sıralamasında kaza
namazı yine önceliklidir. Kaza namazından sonra Peygamber efendimizin (S.A.V.)
önerdiği sünnet namazlar kılınır.
KAYNAKLAR: “(1) Abdurrahman el
Cezîrî, a.g.e., 1/491-492. (2) Ahmıed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 363;
ibn Abidin, Reddu´l-Muhtar, 1/493, Bulak, 1272; el-Fetâvâl-hindiye, 1/125,
Bulak, 1310; Abdurrahman el-Cezîrî, a.g.e., 1/491-492; Osmanlica Tahtâvî
Tercemesi, 2/143; İst. 1285; Zühdü Paşa, el-Mecmûatü´z-Zühdiye, 1/131-132,
İst., 1311; Hacı Zihni Efendi a.g.e., sh. 467; Hacı Muhammed Nehif Ef., İlaveli
Enisü´l-abidin, sh. 67, İst., 1327; Ahmed Davudoğlu, İbn-i Abidin Tercemesi,
3/152, Ist., 1982; Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İImihali, sh. 183, İst”
12.03.2013
Engin DİNÇ