17 Kasım 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Unutkanlık ve Önlemleri


Gündelik yaşantımızda en çok karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de unutkanlıktır. Gündelik yaşamın stresi, iş yoğunluğu, ekonomik ve ailevi sorunlarda unutkanlığı tetikleyen etkenlerdir.

Neleri unuturuz?

Her şeyi unutabiliriz. Bir eşyayı koyduğumuz yeri, yakın arkadaşımızın adını, yapmamız gereken işleri, hatta birçok kişi “Eve gittiğimde internetten unutkanlığın önlemlerini öğreneyim.” Diyerek eve geldiğinde yapacağını unutmuş ve daha sonra hatırlayarak bu sayfaya ulaşmıştır.

Neden unutuyoruz?

Unutkanlık ileriki yaşlarda yani 40-50 yaşları üzerindeki kişilerde Alzheimer denilen hastalığın başlangıç aşaması olarak düşünülebilir. Eğer yaşınız daha genç ve unutuyorsanız fakat unuttuğunuz şeyleri birkaç dakika sonra hatırlayabiliyorsanız çok da sorun yok demektir. Ama hiç yok anlamına gelmez. Psikiyatri uzmanı Dr. Hakan Atalay; genç yaşlarda, yani 40-50’li yaşlardan önce kalıcı ve günlük hayatı etkileyen unutkanlıklar yaşanıyorsa; beraberinde keyifsizlik, moralsizlik, konsantrasyon eksikliği, işten kaçınma hali gibi diğer belirtiler varsa, organik bir şey olma ihtimalinin çok daha düşük olduğunu, kişinin depresyonda olabileceğini belirtiyor.

Depresyon Unutkanlaştırabilir

Yaşanılan ani bir olay, trafik kazası, ani üzüntü hali de kişilerde unutkanlığa neden olabilir. Bunun asıl nedeni beynin bir savunma mekanizması geliştirerek yaşadığı olayın zihindeki etkisini azaltarak olayı unutma çabasına girmesidir. Zihin bu savunma mekanizmasını harekete geçirdiği zaman yaşanmış kötü olayın yanı sıra gündelik yaşantıdaki anlarda unutulabilir. Bu sebepten kişi kendisini her zaman depresif olaylara hazırlıklı tutmalı ve olduğunca bu olaylardan uzak durmalıdır.

Travma Sonucu Unutkanlık

Herhangi bir kaza veya hastalık sonucu da unutkanlık olabilir. Bu durumlarda profesyonel yardımlar almak gereklidir. Unutkanlığa neden olan olayın detayına kadar öğrenilmeli ve bu şekilde önlemlerle kişi rehabilite edilmelidir.

Ruhsal Nedenlerden Kaynaklanan Unutkanlık

Gündelik yaşantımızda ailevi sorunlar, birlikte olduğumuz kişilerle aramızdaki bağlar da unutkanlığa neden olan ve dikkat dağınıklığına neden olan etkenlerdendir. İki sevgili arasındaki sorunlar da kişilere unutkanlık olarak dönebilir. Bu durumlarda kişilerin öfkeden uzak durarak yaşanan olayı büyütmeden kısa ve tez çözüm yollarına gitmesi gerekmektedir.

Uykusuzluk Sonucu Unutkanlık

Sağlıklı bir kişinin ortalama 8 saatini uyku ile geçirmesi gerekmektedir. Düzenli ve tam zamanında bir uyku gerekir. Uykusuzluk hakkında Dr. Atalay, “Örneğin uykusuzluk bile konsantrasyon bozukluğu yapabilir ve bu da unutkanlığa yol açar. Kalıcı olursa ve günlük hayatı etkilerse müdahale etmek gerekir” diyor.

Hafızayı Güçlendirme Yolları

Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl ve Dr. Ender Saraç; hafızayı güçlendirmek ve unutkanlığı önlemek için sağlıklı beslenme ve bol su içme, düzenli uyku ve spor, bulmaca çözme, kitap okuma ve müzik dinlemeyi önermektedirler. Zihni açık ve canlı tutmak için her sabah düzenli spor yapmak, düzenli uyku ve kitap okumak yeterlidir. Sağlıklı beslenmenin ve bol su içmek de vücut dengesinin ayarlanmasını sağlayarak unutkanlığın önüne geçecektir. Psikolojiyi rahat tutmak da unutkanlığın önüne geçecektir. Bunun için önerim sözsüz; klasik müzik veya ney dinlemek, karakteri yansıtan kitaplar okumak, asitli ve kafeinli içeceklerden uzak durmak, kahvaltıyı düzenli olarak yapmak ve meyve suyu tüketmektir.

“Unutma ki; hayatta kendinden daha değerli bir şey yoktur.” (E. DİNÇ)

17/11/2012
Engin DİNÇ

11 Kasım 2012 Pazar

Engin DNÇ - Ev alma komşu al


Ey acizler acizi, ey zavallıların en zavallısı; İnsan! Bir amel işleyip de mükâfatını beklemek ne büyük hatadır…
Bizler namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyoruz. Fakat bunları yapmamızın amacı emirleri yerine getirmek ve Allah(C.C.)’ın rızasını kazanmak olmuyor çoğu zaman… Çünkü eğer böyle olsaydı bizlerde itikat sağlam olurdu, kaya gibi...

Türbanla başını kapatıp da dar elbiseler giyen kadın, Ramazan ayını oruçlu geçirip de bayramın ilk günü kerhaneye zinaya giden adam… İşte ben bu kişilerden söz ediyorum, bu kişiler biziz; bizim içimizdeler, varlar…

Peşinci aciz insan bir ibadeti bile yerine getirdiğinde hemen karşılık bekliyor, hemen duaları kabul olsun istiyor, hem de hep faniyet dolu o duaları… El açıp da “Allah(C.C.)’ım bana ev ver, araba ver, sağlık-sıhhat ver, eş ver, koca ver…” demeyen kaçımız var?

İşte bizler ne kadar da dünya kokuyoruz…

Oysa itikat sahibi bir Müslüman ellerini açıp dua ettiğinde; “Rabbim sen bana hayırlı olan neyse onu ver. Muhakkak ki ben nasibimden fazlasına sahip değilim, sahip olamam.” Demelidir. Dünyalık ya da ahretlik bir istekte bulunmak Allah(C.C.)’a dost olmayı isteyen birisi için uygun değildir. O Allah(C.C.) dostunun tek dileği vardır ki o Allah(C.C)’ın rızasını kazanmaktır.

Allah(C.C.) dostları; Sıddıklar. Asla dünyalık ve ahretlik dilekte bulunmazlar. Onlar için dünya bir “Hiç”tir. Cennet onlar için bir harabe, Cehennemse kül yığınından ibarettir. Ne Cennet’e girmek için çırpınır ne de Cehennem korkusu güderler. Onların tek istekleri Allah(C.C.)’ın rızasını alarak ahrete intikal ettiklerinde sadece O(C.C.)’nun cemaline mazhar olmaktır.

Bu konu hakkında Abdülkadir Geylânî şöyle buyuruyor: “Ev alma, komşu al.”

Günümüzde bir ev sahibi olmak isteyen kişinin önce mahallede kimler yaşıyor baksın diye söylenilen bu söz asıl anlamını kaybettirilmiş. Oysa Abdülkadir Geylânî el Fethu’r Rabbânî adlı eserinde yer alan sohbetlerinde bu sözü kullanarak bizlere şöyle öğütler veriyor: “Bir amel işleyip karşılığını istersen mükâfatın yaratılmış ve geçici şey olur. Sırf Allah(C.C.) rızası için işlediğin amellerin karşılığı ise O(C.C.)’na yakın olman ve cemalini seyretmendir. Öyleyse sen, hiçbir amelin için bir karşılık bekleme. Dünya, ahret ve Allah(C.C.)’ın dışındaki bütün şeyler O(C.C.)’nun yanında nedir ki? Sen nimeti değil, nimet vereni iste. Ev alma, komşu al. Her şeyden önce var olan, her şeyi var kılan ve her şeyden sonra var olacak olan O(C.C.)’dur.”

11.11.2012
Engin DİNÇ

7 Kasım 2012 Çarşamba

Engin DİNÇ - Lâşey


O(C.C.) vardır diyemeyiz, aynı zamanda O(C.C.) yoktur da diyemeyiz. Çünkü her şey zıttı ile bilinir. O(C.C.) yok olmaz ki var olsun, var olmadı ki yok olsun. İnsan bu dünyada bir varlığa sahip olduğu için yok olma özelliğine de sahiptir. Hatta bu âlem de var olmuştur ve var olma özelliğine sahip olduğu içindir yok olma özelliğine de sahiptir. Fakat Allah(C.C.) bu özelliklerin her birinden münezzehtir. O(C.C.) bir bedene, fiziğe, kan ve irine sahip değildir, böyle bir fiziğe sahip olmadığı içindir ki yok olmaz. Oysa insan başta olmak üzere tüm âlem bir fiziğe sahiptir. İnsan, hayvan, ağaç, kaya, su v.s. her bir maddenin bir fizyolojisi vardır. Fakat Allah(C.C.) böyle bir fiziğin ötesindedir. O(C.C.) böyle bir fizikten münezzehtir. Böyle bir fiziğe kıyasla O’nun fiziği bu âlemde yoktur.

Öyle ki; yaşadığımız hayat bir lâşeydir. Yani bir Hiç’tir. Çünkü asıl olan âlemin yani ahretin ya da Rabbul âlemin var olduğu ve hayatta olduğu o âlemin bir gölgesidir. Tıpkı öyle ki akşam yolda yürürken arkanızdan vuran ışık yere sizin benzeriniz bir gölgeyi yansıtır. O gölge nasıl cansız, tensiz olmasına rağmen hareket halindedir. İşte yaşadığımız âlemde gerçek âlemin bir yansımasıdır; cansız, manasız ve asıl yaşamdan uzaktır fakat hareketli...

Allah(C.C.) insanı yaratıp Cennet’e koyduktan sonra bir sınava tabi tutmuş ve insanoğlu bu sınavdan başarısızlıkla çıkmıştır. Bunun üzerine yaşadığımız âlemi yaratmış ve insanı bu âleme göndermiştir ki bu bir nevi cezadır. Keza Hakk’ın yanında bir yaşam sürebilecekken sınavdan başarısız olmuş bu âleme gönderilmiştir. Öyle ki Allah(C.C.) ilk yarattığı insana Âdem ismini vermiştir. Ademî; olmayan, yokluk demektir. İşte Allah(C.C.) insana nasıl bir hiç olduğunu bildirmek için ona Âdem yani olmayan, yok olmuş olan adını vermiştir. Ahretten, Cennetten dünyaya göndererek bir yokun içine atmıştır vefasız insanı... O'na âdem demiş, yok ettiğini bildirmiştir. İnsan ölüp, ahrete kavuştuğunda var olacaktır. Yaşadığımızı sandığımız bu dünya da bir lâşeydir(Hiç), tıpkı bizler gibi.

Allah(C.C.) aklımızın sınırları içerisine sıkıştırılamayacak kadar geniş, büyük, affedici ve kudret sahibidir. Tek bir hücremizi dahi kendimiz kontrol altında tutamazken O(C.C.) âlemdeki her şeyin yönetimini elinde tutar.
O(C.C) âlimdir. Düşünün ki her yarattığı insan farklı bir DNA yapısına sahiptir. Hiçbir insan birbirine benzemez, aynısı yaratılmamıştır. Dünya üzerinde yaşayan insan sayısının 7.000.000.000 olduğunu varsayarsak tam 7.000.000.000 bilinmeyenli denklemi kurma özelliği sadece âlemleri, cinleri ve bizleri yaratarak ruhundan ruh üfleyen Allah(C.C.)’a aittir.

Yarattığı âlemde hiçbir şey O’nun tarifini yapamaz. Kimse müsaadesini almadıkça O’nu hayal edemez. Öyle ki aklımızda bir fiziğe yerleştirmeye çalıştığımız, kimi insanların varlığına inanmadığı, hatta kimilerinin küfür bile ettiği Rab’imiz izin vermese bunların hiç biri yapılamaz.

O(C.C.) münezzehtir. Tüm hayal ve sınırlardan münezzehtir.

07/11/2012
Engin DİNÇ

20 Ekim 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Peşin olanı seviyoruz


Annene de ki: "Beni ateşe at..." kıyabilir mi sana? Ona o merhameti veren Allah(C.C.) seni cehenneme atar mı? Rabb’imiz kendinden olanın bir gölgesini dünyaya yansıtmıştır. Anneye verilen merhametin akıl sınırlarına sığmayan büyüklükte Rabb’imizde olmasa her günahın cezasını dünyada o saniyede çekerdik, işte o zaman bir tane günah işleyen olmazdı. Çünkü insan peşin olanı sever. Mükâfatında, azametinde peşin olanından etkilenir, peşin olanını ister.

Peşincidir insanoğlu; dört rekât namaz kılmaya üşenen insana desek ki: “Beş saat aralıksız namaz kılana ev hediye, araba hediye ediyoruz.” İşte bir de o zaman bakın… O dört rekât namaz kılamayanlar aralıksız, durmaksızın namaz kılarlar. İspatıdır denilenin; insan peşin olanı sever.

İnsanların peşini sevdiğini Rabb’imiz Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in İnsân Suresi 27. Ayette şöyle buyuruyor: “Şu insanlar bu peşin dünya hayatını arzulayıp, önlerinde kendilerini bekleyen o ağır günü ihmal ediyorlar.”

Peşinci olmazsa insan işte o zaman kurtuluşa ermiş olacaktır. Peşinci oldukça dünyada zevk, şan-şöhret içerisinde yaşayarak zenginlik içerisinde bir ömür geçirecektir. Allah(C.C.) istediğine verir, istediğinden ise kısıtlar. O(C.C.)’nun bir kâfiri bu dünya da zengin etmiş olması bizleri aldatmasın. Çünkü onlar bu dünya da zenginliği, zevki yaşayacak olup ahrette azap göreceklerdir. Allah(C.C.) secde edip, oruç tutanı, zekât veren ve kendisi için kurban keseni sever. Cennette o kimseler için köşkler vaat etmiştir.

Allah(C.C.) peşinci olmayanlar için, kendisine samimiyetle bağlı olan kulları için buyurmuştur ki: “Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler. Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler. Onlar boş şeylerden uzak dururlar. Onlar zekâtı ifa ederler. Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar! O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar. Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar. "İşte varis olanlar, ebedi kalacakları Firdevs cennetine varis olanlar onlardır onlar."” (Mü’minûn Suresi 1-11 Ayetler)

Tam bir samimiyet ile Hakk’a gerçek bir kul olmayı Rabb’imiz Allah(C.C.) bizlere de nasip etsin İnşAllah…
Allah(C.C.) ahrette zenginlik vereceği biz insanlardan bir tek isteği vardır. Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi 238. Ayette buyuruyor ki: “Namazlara, hele salât-ı vustaya dikkat edin ve kalkıp huşû ile Allah(C.C.)'ın divanında durun.”

20.10.2012
Engin DİNÇ

Engin DİNÇ - Acz-Mendî



Aciziz…

Rabbin yarattıkları içerisinde hem en acizi hem de en isyankârı bizleriz, biz insanlar… “Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler.”(Rahmân Suresi 6. Ayet) Yaratılanların her biri vazifesini tam olarak yerine getiriyorken biz insanoğlu Allah(C.C.)’a karşı gelmekten hiç de korkmuyoruz. Oysa Rabb’imiz Kur’an-ı Kerim de bize şöyle buyuruyor: “Sizler ne yerde, ne gökte Allah(C.C.)'ın hâkimiyetinin dışına kaçarak kurtulamazsınız. Sizi Allah(C.C.)'tan başka ne koruyan, ne de size yardım eden bulunur.” (Ankebût Suresi 22. Ayet) Allah-u Teâlâ’nın ayetleriyle bizleri uyarmasına rağmen biz onun azabından korkmuyoruz, çünkü o bizim her hatamızı görüp bilmesine rağmen bizlere karşı çok merhametli davranıyor ve bizler için tövbe kapısını daima açık tutuyor. Ceza vermekten sakınıp, tövbe etmemiz için bizim hakaretlerimize, küfürlerimize karşı sabırla yaklaşıyor.

Oysa Allah(C.C.) öylesine güçlü ve büyüktür ki onun gücünün ve büyüklüğü bizim aklımızın almayacağı kadar, hayallerimize sığmayacak kadardır. Onu tüm sınırlardan ve çerçevelerden tenzih ederim…
Kıyamet alameti olarak bildirilenler günümüzde teker teker gerçekleşmektedir. Buna rağmen Rabb’in varlığını kabul etmeyenler, Darwin teorilerine inanıp da Hâkk’a hakaret edenlerin sayısını gördükçe Rabb’in merhametinin ne de geniş olduğunu, ne engin olduğunu görüyorum, gördükçe de bir kez daha âşık oluyorum O(C.C)’na…

Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini reddederek, Allah(C.C.)’ın varlığını inkâr edenler. İşte onlar büyük cezaları hak edeceklerdir. Çünkü Allah(C.C.) Kur’an-ı Kerim’in Sebe’ Suresi 5. Ayette buyuruyor ki: “Âyetlerimize karşı koymak için çalışanlara, hükmümüzden kurtulacaklarını sananlara, iğrenç ve gayet acı bir azap vardır.”

Kâfirlerin oyunlarına gelmeyen, kalpleriyle Allah(C.C.)’ın varlığını tasdik edenler için ise; “Kendilerine ilim nasib edilenler, sana indirilen kitabın, Rabbin tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğunu ve o mutlak kudret sahibi, bütün güzel övgülere lâyık olan Allah(C.C.)'ın yolunu gösterdiğini bilirler.” (Sebe’ Suresi 6. Ayet) buyrulmuştur. İşte o kişiler ki onlar Allah(C.C.)’ın dostlarıdır. Onlar için hiçbir azap, hiçbir bela yoktur. O kimseler; az yer, az içer, az uyur çokça secde ederler. Rabb’lerinin ne kadar büyük ve güçlü olduğunu tefekkür eder; her hayaline geleni yakıştıramaz hayallerinden bile daha güçlü daha kudretli olduğunu bilerek tövbe ederler. O kişiler ki onlar sıddıktır. Her zaman ve her yerde Allah(C.C.)’ın onları gördüğünü bilir ve öyle yaşarlar. Allah(C.C.)’ın gazabını da merhametini de bilirler. Merhametine sığınır, gazabından korkarlar. Bizler de ellerimizi her açtığımızda Rabb’imizden o Allah(C.C.) dostlarından olmak için dua etmeliyiz. Çünkü her şeyin nasipçisi Allah(C.C.)’tır.

Tefekkür(düşünmek) tüm sırların anahtarıdır, bilinmeyen her gerçeğin yol göstericisidir. Bolca tefekkür etmek gerekir. Rabb’imiz Mü’min Suresi 58. Ayette buyuruyor ki: “Görmeyenle gören bir olmaz. İman edip makbul ve güzel işler yapanlarla hep kötülük yapanlar da bir olmaz. Ne de az düşünüyorsunuz!” Ayet!-i kelime de buyuruyor ki: “Ne de az düşünüyorsunuz!” İşte Rabb’imiz Allah(C.C.) insanoğlunun ne kadar vefasız olduğunu, ne kadar az düşündüğünü yakınarak belirtiyor. Düşünün ki; Allah(C.C.) âlemleri yaratmış, dünyalar oluşturmuş, havayı, suyu, toprağı yaratmıştır. Hepsini rengârenk ve çeşit çeşit yaratmıştır ki farklılıklar Hakk’ın mukaddes nizamının bir göstergesidir. Allah(C.C.) Kelam-ı Kadim’inde buyuruyor ki: “O'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır” (Rûm Suresi 22. Ayet)

Hala Darwin teorileri peşinde koşanlar… Sizler inanıp da İman etmeyerek kazanan değil, kaybeden oluyorsunuz. Sizlere can veren Rabb’inizin sizin inanmanıza ihtiyacı olmamasına rağmen sizler için yiyecek, giyerek ve yakacak veriyor. Oysa düşünün ki su olmasa ne kadar yaşayabilirsin. Tüm âlemin pozitif bilimler ile aydınlatılacağını düşünmeniz ne de yanlış. Gözle görülebilen hakkında fikir sahibi olabilirsin lakin hiç düşünmez misin ki gözle görünmeyen güçler de vardır. Düşün ki icatlar geliştirdiğiniz aklınızda görünmemektedir. Bu güzel, bu büyük nizamı sunan da yine Rabb’imizdir. Bedenimizdeki her hücremiz vazifesini tam olarak yerine getirmektedir. Parmağımız kesildiği zaman siz hiçbir şey yapmasak da iyileşebiliyor. Bu Hakk’ın mukaddes nizamındandır. Oysa Allah(C.C.) tek bir hücrenin yönetimini bize bıraksa; tüm besinlerinden, ihtiyaçlarına kadar bizim karşılamamızı istese ne kadar yapabilirdik?

Hakk’ın karşısında ne de aciziz oysa biz ne kadar da az düşünüyoruz!

20.10.2012
Engin DİNÇ

14 Ekim 2012 Pazar

Engin DİNÇ - İman ve Ateizm


Bir ateist arkadaşım var. Bana sürekli âlemin nasıl var olduğunu, büyük patlamayı, kâinatın oluşumunu anlatıp duruyor. Lakin inancı gereği her şeyi bilimle açıklama çabasında olduğundan bilimsellik yani maddesellik dışı bir soru sorduğumda ise buna cevap veremiyor hemen saldırıya geçiyor.

Büyük patlamayı anlatıyorken sordum: “Tamam gaz bulutu oluştu ve o bulutun patlamasıyla da evren oluştu. Peki, o gaz bulutunu kim oluşturdu?” Cevap veremedi. Tek diyebildiği: “Biz araştırıyoruz, keşfediyoruz. Siz Allah yaptı deyip geçiyorsunuz.” Oysa en büyük ilim kitabı, dünyanın nasıl yaratıldığının da yazılı olduğu bir kitap Kur’an-ı Kerim…

O, Allah(C.C.) varlığı hakkında şüpheci olup, onunla dalga geçmeyi çok seviyor. Oysa ne büyük bir kayıpta ne büyük bir zararda olduğunun farkında bile değil. Farkında olmadığı gibi anlatmaya çalıştığımda da beni dinlemiyor, inanç sahibi olmayı cahillik, bilimsellikten uzaklık olarak görüyor.

Her fırsatta fakirleri göstererek; “Allah’ınız neden adil değil.” diye yükleniyor bana... Oysa İman etmenin temelinde tefviz olduğunu, teslimiyet olduğunu bilmiyor. İman etmek için öncelikle teslimiyetçi olmak gerekiyor. Kendi bedeninin acizliği bilip, Rabb’inin ne kadar güçlü, ne kadar büyük olduğunu bilmek gerekiyor.

İman etmek için İmanın şartlarını yerine getirmek gerekiyor. Rabb’e kul olabilmek, O(C.C.)’nun büyüklüğünü kabullenmek ve O(C.C.)’ndan başka bir ilah olmadığını ve olamayacağını bilmek gerekiyor. Fakat o ateizmi tercih ettiğinden zaten İman etmek gibi bir düşüncesi yok. İşte sırf bu sebepten dolayı dünyayı ve kâinatı yaratan Rabb’in adaleti onun için doğru bir adalet olmuyor. Oysa farkında bile değil ki Allah(C.C.) öyle adil davranmış ki onun bedenini yaratırken; o da herkes gibi yemek yiyor, yürüyor, konuşabiliyor. Oysa Allah(C.C.) istese onu dilsiz, elsiz, ayaksız da yaratırdı. O(C.C.) bu kudretlerin hepsine sahiptir.

Yine farkında bile değil, istediği zaman Rabb’imiz Allah(C.C.)’a hakaret edebiliyor, küfürlü konuşabiliyor, dalga geçebiliyor. Oysa onu yaratan Rabb’imiz ona cezasını peşin vermiyor onun için de tövbe kapısını açık bırakarak Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’in emirlerini İman etmemiş olmasına rağmen onun için de İman sahibi kullarına uyguladığı adaleti uyguluyor.

İman etmediği gibi İman etme çabasında olanları da yolunda çevirmeye çalışıyor. Bilimsellikten bahsederek, Rabb’imize hakaret ederek, dalga geçerek, fakir ve zengin insanları gösterip “Allah’ınız neden adil değil.” Diyerek İman sahibi kişileri Allah(C.C.)’tan soğutmaya çalışıyor. Bir nevi de kendi fikirlerinin doğruluğunu kabullendirmeye çalışıyor. O böyle yaptıkça bende daha çok sarılıyorum Allah(C.C.)’a, onun resulüne ve Kelam-ı Kadim olan Kur’an-ı Kerim’e…

Rabb’imiz Kalem suresin de buyuruyor ki: “Rabbinin lütfuyla, deli değilsin. Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez! Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! Yakında göreceksin, onlar da görecekler. Hanginizde imiş o dertler, o delilikler... Senin Rabbin şüphesiz pekiyi bilir: Alla(C.C.)  yolundan sapanlar kimdir ve O'nun yolunu tutanlar kimdir. O halde, hakkı yalan sayanların, sözlerine sakın uyma. İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece O zaman kendileri de yumuşasınlar. Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz olana. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda "Bu eski insanların masalları!" diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.” (2 ila 16. Ayetler)

14.10.2012
Engin DİNÇ

13 Ekim 2012 Cumartesi

Engin DİNÇ - Alay Etme


Bir gün Galata Kulesi’ne çıkarken merdivenlerde sıra bekliyorum. Ezan saatiydi, ezan okunmaya başladığında önümde duran bir Rus baba yanında duran 10-11 yaşlarındaki oğluna doğru dönmüş hem gülerek, hem de arabesk bir şarkı dinler gibi ezan ile dalga geçiyordu. Yüzüne ters ters baktığımda hem ona o şekilde baktığım için kendime, hem de ona üzüldüm. Çünkü:  Maide Suresi 58. Ayette diyor ki: “Siz ezan okuyarak namaza dâvet edince, bunu alay ve eğlence konusu yaparlar. Onların böyle yapmalarının sebebi, akıllarını kullanmayıp bu güzelliği anlamamalarıdır.”  İşte o Rus turist de aklını kullanmayanlardandı…

Ben onun bu haline üzülmüş, aklımdan keşke ona İslam dininin güzelliklerini anlatabilsem, dilini bilsem, o küçük çocuğu güzel ve hoşgörülü bir çocuk olarak kendime dost, yoldaş edebilsem diye geçirirken Maide Suresi 57. Ayet geldi aklıma: “Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri dost ve üzerinize yönetici edinmeyin. Mümin iseniz, Allah(C.C.)'ın bu buyruklarına karşı gelmekten sakının!”

Rabb’im Allah(C.C.)’a karşı gelmekten yine Rabb’im Allah(C.C.) sığınırım…

Biliyorum ki Allah(C.C.) çok nasipkârdır. Eğer O(C.C.) isteseydi o Rus’a da İman nasip ederdi. İstemedi çünkü yarattığı âlemde farklılıklar görmek istedi, rengârenk bir âlem yaratıp o âlemdeki her farklı şeyin kendisini anmasını sağladı. O Rus da kendi inancı gereği elbet Rabb’ini anıyor ve ibadetini yapıyordur. Lakin onun tek yanlışı ise onun dininden sonra onun dinini tasdik edici olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim ve H.Z. Muhammed(S.A.V.)’i kabul ve itaat etmemiş olmasıdır. Maide Suresi 59. Ayette: “De ki: "Ey Ehl-i kitap! Sizin bizden hoşlanmayışınızın tek sebebi galiba şudur: Biz Allah(C.C.)'a iman ettiğimiz gibi, hem kendimize indirilen kitaba, hem de daha önce indirilen ilâhî kitaplara iman etmekteyiz. Sizin ise ekseriniz yoldan çıkmış fâsıksınız.”” Diyerek Ehl-i kitap diye seslenilenler işte o Rus gibi daha önceki peygamberlere ve kitaplara inanıp da Kur’an-ı Kerim’e inanmayan ve İman etmeyenlerdir.

O Rus için yapılacak pek de bir şey yoktur aslında; tek yapabileceğim onun için duadır. Rabb’imiz Mü’min Suresi 60. Ayette buyurmuştur ki: “Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.İşte sırf bu sebepten kibirlerine yediremeyenler için gerçek bir müminin yapması gereken onu hor görmek, dışlamak değil onun için Rabb’ine yakarıcı olmaktır. Bizler de o Rus’un yaptığı gibi onunla ve onun inancıyla dalga geçemeyiz, alay konusu yapamayız çünkü Allah(C.C.) Hucurât Suresi 11. Ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Birbirinizi, daha doğrusu kendilerinizi karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir.”

“Muhakkak ki Allah(C.C.) çok nasipkârdır, her fani onun nasip denizinde yüzmeden paklanamaz.”
13.10.2012
Engin DİNÇ

7 Ekim 2012 Pazar

Engin DİNÇ - Eski Sevdalarım


Çok şey bıraktım eski sevdalarımda.

Mesela bir tanesi vardı;
Küçük kalpli, ördek bakışlıydı.
Ben; o giderken bir yana onu,
Bir yana silahımı bıraktım.
İlk intihar girişimim oldu; çocukluktu...

Bir tane daha vardı; Mavişti.
O gittiğinde alkolü bıraktım ben;
Anladım ki ikisi de zararlıydı.

Bir tane daha oldu; o da mavi gözlüydü.
Hani severdim renkli gözlüleri de...
O gittiğinde onda umutlarımı bıraktım...

Bir tanesi vardı ki...
Yeşilimdi.
O gittiğinde ben; sabrı, sevdayı, özlemi...
Daha neleri neleri bıraktım.

Sonra bir tane daha oldu,
Çok da üzülmedim o giderken,
Çok da koymadı bu bana,
Bir tek midye yemeği bıraktım.

Ya şimdi mi?
Var olmaz mı aşk adamıyım ben...
Bu sefer renkli değil gözleri, sarışın değil.
Esmer güzeli, kara gülüm o benim.
O gitmeden çok şey bıraktım.
Mesela; ondan başka her şeyi...

07/10/2012
Engin DİNÇ

1 Ekim 2012 Pazartesi

Engin DİNÇ - Yorgunluk


Bir ağırlık var üstümde,
Bir yorgunluk!
Yılların yorgunluğu olacak değil ya bu yaşta diyorum,
Anların yorgunluğu diye susturuyor yüreğim.
Hangi anlar? diyorum.
Kırıldığım anlar! diyor.
Susuyorum...

01/10/2012

5 Eylül 2012 Çarşamba

Engin DİNÇ - Mafya-Devlet-Siyaset Bermuda'sı


Hiç ilgi alanıma girmeyen bir konu hakkında yazıp yazmamak konusunda çok tereddütte kaldıktan sonra yazmaya kadar verdim. Bir üçgenden bahsedeyim; Mafya, Devlet, Siyaset üçgeni tabir-i caizse Bermuda…

Birkaç yıl önce “Türkiye çeteden ve mafyadan temizlenecek. Bu operasyonlar sonucunda çete, mafya kalmayacak.” Denerek başlatılan operasyonlar var. Aslına bakıldığında amacın mafya yapılanmalarını çökerterek bir tehdit devleti olmaktan, kanunsuzluktan çıkıp tam bir demokrasi ve hukuk devleti olmaya bir adım gibi görünse de öyle olmuyor gibi…

Ülkemizde yıllardır tanınmış birçok isim var mafya örgütlenmelerinin başında; Sedat Peker, Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz ve niceleri…

Karadeniz ve Kürt mafyası olarak iki gruptan oluşan bir mafya yapılanması var ülkemizde. Karadeniz mafyası dediğimiz genel olarak Alaattin Çakıcı(Trabzon), Sedat Peker(Rize) memleketleriyle anılıyor.

Hükümet bu kararı alıp mafyayı yok etmeyi düşünürken ilk gözüne batan ismini zikrettiğimiz kişileri içeri almıştır. Özellikle “Avrasya” ve “Kelebek” operasyonları ile Sedat Peker alınıyor. İlk alındığında sandık ki Peker’i ilk gördükleri ağaca asacaklar o kadar suç işlemiş birisi… Suçsuz değil ama asılacak kadar da değil…

Sedat Peker kimdir?

1971 Sakarya doğumlu olup aslen Kafkas asıllı Rizeli bir ailenin en küçük çocuğudur. 6 kardeşin en küçük ve en sakini olan Peker için küçükken “Ne kadar sakin bir çocuk.” Denildiğini de kendisi belirtiyor. Lakabı “Köroğlu” olan Peker’e herkes “Reis” diyor. Reis lakabı genelde eski Türk adetlerinden gelen ve liderlere onu yüceltme amacıyla verilen bir lakap… Peker’in Reis olmasının aslında da Turanist olması yatıyor.

Suçları

-24 ve 25 Şubat 2004 tarihinde bir şahsın kaçırılarak alıkonulması ve gasp amaçlı darp edilmesi.

-28 Nisan 2004 bir kişiye silah teşhiri ile ölümle tehdit edilmesi.

-2004 yılı içinde Balıkesir Bengiler Köyü’nde faaliyet gösteren maden ocağının işletme ruhsatı sahibinin ölümle tehdit edilerek, işyerine el konulması.

-Ümraniye de faaliyet gösteren bir fabrikanın sahibinin 2003 yılı içinde ölümle tehdit edilerek, fabrika hisselerinin ele geçirilmesi.

-Bir iş adamı ile Bulgar ortağı arasındaki ihtilafın çıkar karşılığı çözülmesi, zorla para talep edilmesi.

-Sivas’ta 2003 yılında belediye tarafından açılan altyapı ihalesine fesat karıştırılmaya teşebbüs edilmesi.

-İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait hayvanat bahçesinin ihalesine fesat karıştırılmaya teşebbüs edilmesi.

-Şile’de 28 Ağustos 2004 günü bir şahsın kaçırılarak darp edilmesi.

-Kadıköy de 7 ağustos 2004 günü bir kişinin darp edilmesi.

Suçlara bakıldığında canavar gibi görünen bu adamın bir de iç yüzüne inelim şimdi… Son iki darp olayını anlatalım. Bir tanesi sırtına Allah(C.C.) dövmesi yaptıran bir kişi diğeri ise bir genç kıza tacizde bulunan bir pilavcı ki o pilavcının sorgulama videoları hala internette dolaşır.

17 Ağustos 1999 günü devletin tüm yardım ekiplerinden önce Adapazarı’na ulaşmış ve oraya “Sedat Peker Şirketler Grubu Aşevi” adında dev bir çadır kurmuştur.

Ayrıca adı: “Uyuşturucu ile mücadele eden baba.” Olarak da anılan Peker birçok uyuşturucu grubu ile mücadele etmiş. Satıcıları darp etmiştir. Bir nevi cezasını kendisi kesmiştir. Bu belki de adını herkesin bildiği bir filmin başrol karakteri olmasını da sağlayan durumdur.

Ayrıca MİT ile de iç içe olduğu; birçok devlet büyüğü ve gerek siyaset, gerek sanat, gerekse de spor dünyasından yakınları olduğunu da kurduğu ozturkler.com internet sitesinin tanıtım gecesindeki davetlilerinden anlıyoruz. O geceye başta Haluk Ulusoy, İbrahim Tatlıses, Veli Küçük, olmak üzere Adnan Şenses, Seda Sayan, Gönül Yazar, Osman Yağmurdereli gibi birçok kişi katılmıştır.

Operasyonlar

Karadeniz mafyasının başında olan kişilerden Sedat Peker’in içeri alınmasıyla onlara rakip olan Kürt mafyası güç kazanmaya başladı. Bu bir yarış ya da babadan oğla geçme sistemi gibidir. Yani bir büyük gidince onun arkasındakiler büyük olur… İşte bunun hesabını yapmayanlar bir büyüğü yok edeyim derken birçok ufak tefek ama büyümeye devam eden mafya grupları doğmasına neden oldular. Bu durumda pek iç açıcı sonuçlar doğurmuyor. Ayrıca Peker içeri alınarak yok edilemediği gibi toplumda kendisine bir hayran çevresi edinerek daha da güçlendi…

Bir kişi futbolcu, sanatçı ve ya siyasetçi ise elbet bir gün mafya ile yolu kesişir. Adil bir hukuk devleti kurma çabasına girişilirken bir orakla ekin budamak gibi değil kökünden sökmek gerekirdi. Yani sistemin bir bütün olarak değiştirilmesi gerekirdi. Ama Karadeniz mafyasının güçlü yapısına yapılan vurgun Kürt mafyasının güç kazanmasına neden oldu ve İstanbul’un neredeyse tamamı artık Kürt mafyası kontrolü altında…

Nasıl mı?

Lüks mekânlar, yüksek gelir getiren yerler, cafeler, barlar, devlet daireleri, ihaleler bir dikkatle bakın her şeyin başında Kürtler var… İş imkânına sahip olmaları torpilcilik ile bir yer edinmiş olmaları şaşırılması gereken bir şey değil çünkü eskidende bu işleri başkaları yapardı ve gelecekte de elbet böyle gidecek. Bir kişi gider bir kişi gelir ama o iş devam eder…

Ama olayın farklı boyutu da var…

Karadeniz mafyası dediğimiz sağ yönüne meyilli ülkücü gençlikten oluşurdu genel olarak… Ama Kürt mafyasında ise bu durum yer yer farklılık gösteriyor. Kimisi sol meyilli iken kimisi de terör örgütü çıkarlarına çalışıyor. İşte bu durum da çıkan sonuç da şöyle oluyor ki: uygulanan siyaset vatansever gençliğin önünü keserken, terör faaliyetlerine destek verici nitelikte olmuştur. Bu elbet istenerek yapılan bir şey değildir ama yanlış hesaplar bu sonucu doğurdu.

Yani Kürt mafyasının kontrolünde olan bir cafenin gelirinin o mafya grubu kadar terör örgütüne de gelir kaynağı olması sonucu doğmuş oldu. Bu Kürt mafyası derken bir genellemedir o kişi, bu kişi değil ve tabi hepsi de aynı değildir. Yani bir Kürt mafyası da illa terör örgütüne para kaçırıyor anlamı çıkmasın. Ama genel olarak bu oldu ve bunu gözlemlemek de çok zor değil. Şöyle elinize bir kamera alıp Eminönü, Sultanahmet, Süleymaniye, Sirkeci, Gülhane, Kapalıçarşı bir gezin yeterli…

Düşünelim…

-Mafya yok edilmek isteniyordu birileri azaltılmaya çalışılırken daha da çoğaldı birileri büyüdü mafya arttı.

-AKP’nin en büyük rakibi MHP’dir. MHP’nin tabanı olan Ülkücüler güçsüzleştirilmeye çalışıldı. Peki, yerlerini kim alıyor?

-Mafya ile ilişkili denerek askerler içeri alındı, hukukçular içeri alındı. Peki, oralarda şimdi mafya yok mu?

-Cezaları dolan mafya liderleri teker teker tahliye oluyor. Onların arkasındaki hayran grubu artık daha fazla ve daha güçlüler peki hepsi çıkarsa piyasanın düzeni ve huzuru nasıl olacak?

-Bundan sonraki 10 yılda kaç mafya hesaplaşmasına daha rastlarız?

-Kaç mekân daha tekrar el değiştirerek farklı mafya grupların kontrolüne girer?

-Hukuk devleti?

Engin DİNÇ
05.09.2012